Yalçın Ergündoğan

Yalçın Ergündoğan

Rejimin payandası aslında MHP mi CHP mi?

Kürt illeri ve genelde tüm ülkede adil ve şaibesiz seçim imkânının olmadığının perdelenmesine dönük söylem ve kampanyalar sadece rejimi meşrulaştırmaya yarar.

Türkiye halkları ülkenin son dönemlerde girdiği ağır bunalım ve rejim değişikliği dayatmaları karşısında çıkış yolu arıyor. Siyasal alanın giderek daralması ve boğuculaşması muhalefetin hareket kabiliyetini de azaltıyor.

Muhalefet derken, ülkede gözle görülür bir "muhalefet" sorununun yaşandığı da ortada.

Mevcut durumda en aktif ve hareketli toplumsal dinamik olarak tartışmasız Kürt halk hareketi dikkat çekiciliğini koruyor. Korumakla kalmayıp, her aşamada belirleyici pozisyonda varlığını gösteriyor.

Şimdi Yerel Yönetim seçimlerinin tarihi yaklaştıkça, rejimin "kırmızı çizgi" olarak belirlediği "Kürt sorunu" tüm yakıcılığıyla siyasal parti dizilimlerini de belirliyor.

Hâl böyle olunca, Kürt dinamiğinin büyüttüğü Halkların Demokratik Partisi(HDP)’nin ve seçmenlerinin tutumu, önümüzdeki seçimlerin sonucunu tayin etmede "kilit" konumunu sürdürüyor.

Geçmişteki seçimlerin tersine önümüzdeki yerel seçimlerde HDP’nin Ankara, İstanbul ve İzmir başta olmak üzere 7 kent merkezinde aday göstermeyeceğini açıklaması da hem önem kazandı, hem de tartışma yarattı.

Hepimizin bildiği üzere; "devletin bekası" adıyla kodlanan bu konsept doğrultusunda topluma "tek adam" rejimi dayatılmıştı. Çok öncelerden beri yapmakta olduğum analizlerde vurguladığım gibi, bu dayatma sadece bir siyasi partinin "eseri" olarak da ortaya çıkmamıştı.

Topluma zorla giydirilmeye çalışılan yeni rejim; başta "ekonomi" olmak üzere pek çok yerinden çatlamasına rağmen, devletçe uygulanmaktan vazgeçildiğine dair bir işaret de henüz yok. Durduracak toplumsal bir demokratik örgütlülük de yok.

TC. devletinin sürdürmekte ısrarlı olduğu konseptten tüm toplum kesimleri zarar görmekteyse de, en büyük zararı Kürt halkı ve siyasal alanda da HDP görmekte.

13 bin civarında üyesi, yöneticisi, milletvekili, Belediye Başkanı gözaltına alınıp, büyükçe bölümü de tutuklandı. En son Diyarbakır (Amed) Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Gültan Kışanak’a, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel’e hiç yoktan verilen ağır cezalar durumun vahametini bir kez daha gözler önüne seriyor.

İçinde "Türk Solu"nun da temsil edildiği HDP’nin, önemli kadrolarının eksikliğinde almış olduğu; büyük şehirlerde aday göstermeme kararı bu boyutuyla da gündemdeki tartışılır halini koruyor.

Bugüne dek, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) gibi sırtında büyük bagajlarla arz-ı endam eyleyen bir partinin, muhalefet kulvarını tıkayarak iktidardaki koalisyonun "gizli ortağı" damgasını yediği pek çok kanıtıyla ortada.

Bu partinin rejimi meşrulaştırma gayretlerinin, MHP’nin görünür ortaklığına kıyasla daha can acıtıcı sonuçlar çıkardığının listesini uzun uzadıya kolayca çıkarmak mümkün.

O nedenle de, çok fazla seçime tanık olmuş ben yaştakilerin çok iyi hatırlayacağı gibi önümüzdeki seçimlerin de tıpkı öncekiler gibi "çok hayati", "muazzam derecede kritik" seçimler olduğuna dair siyasal parti temsilcilerinin açıklamaları hiç inandırıcı ve gerçekçi gelmiyor.

Üstelik, daha önceki yıllarda gerçekleşen seçimler hakkında yaygın "şaibe" ve bu denli "propaganda kısıtı" olmadığı koşullarda…

Başta CHP’ye desteğin artması olasılığı olmak üzere, bu seçimlerin sonucunun rejimde ciddi gedikler açacağı yönündeki kampanyanın bir tutarlılığı da bulunmuyor.

O nedenle, özellikle Kürt illerinde ve genel olarak tüm ülke sathında adil ve gerçekçi bir seçim yapma imkânının olmadığının perdelenmesine yarayacak söylem ve kampanyalar yürütmek; rejimin meşrulaştırılmasına katkıdan başka bir işe yaramaz.

Hele ki, rejimin esas payandasının kim olduğunu hatırdan çıkarmadan düşünüldüğünde…

O halde dayatılan rejimden kurtulmak için, zahmetli olan yola bir an evvel koyulmaktan başka çare yok gibi.

"BİR HALK İNŞA ETMEK YERİNE, SOLU YENİDEN İNŞA ETMEK GEREKİYOR..."

Geçtiğimiz akşam, tam da günümüzde açıklamaya çalıştığımız dünyadaki politik trendleri ve Türkiye'ye yansıma ve etkileriyle ilgili zihin açıcı bir konferansa katıldım.
Kafamda uzun süredir canlandırdığım tahayyül ve önermelerime de denk gelen Fassin’in yaklaşımını siz okurlarımla da paylaşmak istedim.

İzmir Fransız Kültür Merkezi'ndeki konferansın konusu "Avrupa’da Sol, Neoliberalizm ve popülist strateji", sunumu yapan da Paris 8 Vincennes – Saint-Denis Üniversitesi’nde Cinsiyet Araştırmaları Bölümü ve Siyaset Bilimi Bölümü öğretim görevlisi olan sosyolog Éric Fassin idi.

9 Eylül Üniversitesi'nden KHK ile uzaklaştırılan Prof. Dr. Ayşen Uysal'ın moderatörlüğünü yaptığı konferansta, "Podemos veya J. L. Melanchon liderliğindeki "Boyun Eğmeyen Fransa" örneklerinde olduğu gibi sol, neoliberalizme karşı mücadele etmek için popülizme yönelmeli mi?"

"Brexit’in yanı sıra Macaristan’dan İtalya’ya kadar yabancı düşmanı partilerin yükselişiyle 'popülist bir moment' mi yaşamaktayız?" "Popülizm, neoliberalizme karşı mı?" gibi sorulara yanıt arandı.  

Kitaplarından biri Türkçe'de de yayınlanan "Popülizm: Büyük Hınç" (Heretik Yayınları, 2018) Éric Fassin'in düşüncesini yansıtan, konferansta dile getirdiklerinden bu makalenin sonuna koymak için seçtiğim bazı cümleler şöyle:

"Popülizm, neoliberalizme karşı çare olmaktan öte onun bir belirtisidir. Aşırı sağ seçmenler, acılarına kulak vermemiz gereken kurbanlar değildir. Onların hıncı verilere göre, bir ayaklanmaya dönüşmeyecek. Bu nedenle sol için popülist strateji çok aldatıcıdır.

Neofaşizmin uyarı çanları karşısında çekimser kalanlara hitap etmek sol için daha iyi bir yoldur. Seçim sosyolojisi burada politik bir teoriye yol açıyor. Demokrasinin kırılgan olduğu bu dönemde, bir halkı inşa etmeden önce, solu tekrardan gözden geçirip, yeniden inşa etme aciliyeti var..."

* * *

YALÇIN YUSUFOĞLU’NUN ARDINDAN…

Siyasal yaşama 1960'larda tarihi Türkiye İşçi Partisi'yle (TİP) atılan, daha sonra Türkiye Sosyalist İşçi Partisi (TSİP) kuruluşunda yer alan ve 1974 yılından 1990 yılına dek parti yönetiminde Genel Sekreter olarak görev yapan 1942, Amed doğumlu Yalçın Yusufoğlu, 1 Şubat günü hayata veda etti. 3 Şubat günü de İstanbul’da toprağa verildi.

Ardından birkaç söz söylemeden geçemeyeceğim…

Aslında, Türkiye yeterince farkında olmadığı değerlerinden birini kaybetti.

Yusufoğlu, çok birikimli, kültürlü, kibar biri idi.

Sınıfsız, sömürüsüz bir toplum düzeni ve yaşam ütopyasını, komünizm fikriyatını hep canlı tutan bir ağabeyimizdi.

2004 yılından 2018 yılının başlarına dek, şu anda yayınını durdurmak zorunda kaldığım Sesonline.net internet gazetesinde en az haftada bir yazdığı yorum ve tarih perspektifli makaleleriyle fikir dünyamızı zenginleştirdi, birikimini bizlerle paylaştı.

Doğaya, hayvan haklarına, istisnasız tüm canlı türlerine saygılı bir tutumu benimsemişti. Benimsemekle kalmamış, aktif müdahil de olmuştu...

Siyasi kişiliğinden de önde duran iyi insan özelliği, tatlı dilli sohbetlerinin doyumsuzluğu, mütevazılığı, paylaşımcılığı iz bırakıcı nitelikteydi.

Son hastalık dönemi hariç, kendisiyle uzun süre sık iletişim içinde olmamdan büyük keyif almışlığımla; kaybından derin üzüntü duyuyorum.

Nur içinde yatsın.

Bedenini teslim alan toprağında mis kokulu sümbüller, nergisler bitsin...

Devri daim olsun...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yalçın Ergündoğan Arşivi