Milli irade de bir yere kadarmış

AKP ve YSK bir formül uydurup Binali Yıldırım'ı galip ilan eder mi? Pek ihtimal verilmese de olmayacak iş değil. Ancak bu AKP ve Erdoğan için daha zor bir dönemin başlangıcı olacaktır.

Bu yazı yazıldığında 31 Mart Yerel Seçimleri'nin üzerinden tam bir hafta geçmişti. İstanbul ve Ankara'da hâlâ oy sayımı sürüyor, kazandıkları ayan beyan belli olan Ekrem İmamoğlu ile Mansur Yavaş'a mazbataları verilmiyor. CHP seçmeni mazbata talep edince de "Mazbata fetişizmi yapmayın" deniyor, iktidar sözcülerince. Bir siyasi partinin (AKP) ve bir siyasi akımın (AKP İslamcılığı) ne hale düştüğü bundan iyi özetlenemezdi. 

Rivayet muhtelif. Kimilerine göre AKP, İstanbul ve Ankara yenilgisini çoktan kabul etti ama bazı alengirli evrakların yok edilmesi ya da taşınması için süreye ihtiyaç vardı. Oyların yeniden sayılması işi buradan çıktı. Mümkün. Muhtemel. Bir başka rivayete göre ise AKP üst kadroları (Erdoğan ve yakın çevresi kastediliyor) sonuçları kabullenmeye hazırdır.  Ancak alt kadrolar direnmektedir. Çünkü kaybedilecek çok şey var. Partiye yakın kimi "gazeteci" kılıklı odakların da bu alt kadroların sözcülüğünü yaptığı söyleniyor. Bu da mümkün. Muhtemel. Zaten seçim gecesi ve sonrasında olup bitenlere baktığımızda bu senaryoya uygun bir manzara görüyoruz.

Bunların hangisinin geçerli olduğunu ya da ikisinin birden geçerli olup olmadığını herhalde yakın zamanda öğreneceğiz. Ancak tablonun tamamına baktığımızda AKP ve Erdoğan'ın "seçim sihirbazı", "her olumsuz şartta seçim kazanan parti/lider" imajının artık yerle bir olduğunu söyleyebiliriz. Bir başka ifadeyle AKP ve Erdoğan kendi silahlarıyla, "Milli İrade" silahıyla vuruldular.

Hatırlayalım, bundan önceki her seçimde AKP ve Erdoğan kazandıkları seçimlerin verdiği güvenle Türkiye'yi bir plebisiter diktatörlüğe çevirmişti. Olabiliyorsa seçim, olamıyorsa halk oylamaları ile bu dikta halini alan rejime meşruiyet kılıfı yaratıyor, oy sayımlarına yönelik itirazları ise "Milli İrade'ye saygısızlık/darbecilik" olarak yaftalıyorlardı. 

Burada güvendikleri üç şey vardı. Erdoğan'ın milliyetçi, İslamcı, muhafazakâr taban üzerindeki etkisi, ana muhalefet konumundaki CHP'nin etkisizliği ve nasıl işlediği tam anlaşılmayan seçim gecesi oy sayım sistemi. 

Bu üç madde de artık AKP açısından işlerliğini yavaş yavaş kaybediyor. Erdoğan'ın (sınıra dayanan) karizması bilhassa son ekonomik krizle epeyce yıpranmış vaziyette. Ayrıca 'sistem'in motorunu kilitleyen, civatalarını fırlatan bu tek adam rejiminin muhafazakâr tabanın bir kısmında artık eskisi gibi alıcısı yok. Keza 17 yıllık iktidar sonucunda alttan gelen yeni ve genç kuşak için de Erdoğan'ın argümanları çok da cazip değil. 

CHP'ye gelecek olursak. Ekrem İmamoğlu'nun şu ana kadar çizdiği profil itibarıyla CHP'nin "etkili aday çıkaramama" sorununa bir çözüm getirdiğini söyleyebiliriz. AKP ve Erdoğan eliyle yaratılan Bahçeli'nin de hayli katkıda bulunduğu çiğ ve saldırgan siyaset zemininde kendine güvenen, sakin bir profil çiziyor ve hedefine kararlı biçimde yaklaşan bir siyasetçi havası yaratıyor. Siyasette böylesi hükümler verirken elbette ki çok dikkatli olmak lazım, bunun farkındayız ancak iki önceki cümlede de söylediğimiz gibi "şu ana kadar", durum bu. Haliyle bu profil CHP seçmenine de bir güven ve cesaret getirdi. Yani ikinci bir Muharrem İnce vakası yok karşımızda. Bu ikinci maddeye bir yan madde olarak HDP'nin performansı da eklenebilir. HDP'nin (ve elbette Selahattin Demirtaş'ın) sonuç verici hamleleriyle İstanbul ve diğer önemli kentlerde CHP ipi göğüsledi. Yani HDP de üzerindeki tüm ağır baskıya rağmen hâlâ AKP'nin 'oyununu bozacak' güçte olduğunu gösterdi. 

Son maddeye gelirsek: Nasıl olduğunu kimsenin anlamadığı şipşak oy sayımları. Hiç şüphesiz 2014 Yerel Seçimleri'nden beri bu yöndeki şüpheler zaten ayyuka çıkmıştı. 2018 Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento Seçimleri'nde bu sistem iyice sorgulanır hale geldi ancak bu seçimlerde itiraz eden konumunda AKP olmasına rağmen aslında sistemin geçtiğimiz yıllar boyunca AKP'ye nasıl bir avantaj sağladığı da ortaya çıktı. 

Bunda AA'nın İmamoğlu, Binali Yıldırım'ı yakaladığında veri akışını durdurmasının payı büyük. Böylece AKP ve AA aslında bir anlamda suçüstü yakalanmış oldular. Zira AA'nın hangi gerekçeyle bu veri akışını durduğuna hâlâ mantıklı bir izah getiremediler. Buna bir de YSK'nın AKP'nin her talebini yerine getirmesi eklenince -özellikle son yıllardaki- "seçim sihirbazlığı"nın foyası artık iyice dökülmüş oldu. 

Dolayısıyla AKP ve Erdoğan için artık yeni bir dönem başlıyor. "Milli İrade"nin AKP açısından sadece AKP kazandığında kıymet bulan bir ilke olduğunu zaten biliyorduk. Öyle de oldu. Demek ki İstanbul ve Ankara gibi kritik yerlerde milli irade muhalefetten yana ise, oylar tekrar tekrar sayılabilir, milli iradenin kıymet-i harbiyesi yoktur. 

Peki şimdi ne olacak? Makul olan AKP'nin mağlubiyeti kabul etmesi. Bu, elbette AKP ve Erdoğan için çok zor, ama bir yandan da İstanbul ve Ankara'ya da zorluk yaşatacakları, siyasal zemini iyice gerecekleri bir dönem demek. 

Bir ihtimal daha var ne yazık ki. AKP ve YSK bir formül uydurup Binali Yıldırım'ı galip ilan eder mi? Pek ihtimal verilmese de olmayacak iş değil. Ancak bu AKP ve Erdoğan için daha zor bir dönemin başlangıcı olacaktır. Zira tüm baskıcı uygulamalarına rağmen şu ana kadar "Seçilmiş Parti/Lider" vasfıyla ortada geziniyorlardı. Tüm dünyanın gözü önünde yapılacak böyle bir hamle AKP ve Erdoğan için çok daha zor bir  dönemin başlangıcı olacaktır. Bekleyeceğiz, göreceğiz. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi