'1915’de atalarımın izlediği yolu takip ederek çıkacağım bu ülkeden'

'1915’de atalarımın izlediği yolu takip ederek çıkacağım bu ülkeden'
Taner Akçam, Hrant Dink'in öldürülmeden önceki son projesinin ne olduğunu açıkladı.

HABER MERKEZİ- Taner Akçam, Hrant Dink'in öldürülmeden önce "Atalarımı bu ülkede istememişlerdi, öyle görülüyor ki şimdi beni de istemiyorlar" dediğini ve bir ceza alması halinde 1915'te atalarının izlediği yoldan Türkiye'yi terk etmeyi planladığını söyledi.

Ahval'de "Hrant’ın öldürülmeden önceki son projesi: 1915 yolculuğu!" başlıklı bir yazı kaleme alan Taner Akçam, Hrant ile son görüşmesini anlattı:

"2006 Aralık ayı idi. İstanbul’a indiğimde, doğrudan yanına gittim, "gel başımın belası", dedi.

"Gene iş açtın başıma, hakkımızda suç duyurusu var yazından dolayı." Ocak 4’ünde ifadeye çağrılıyordum. Ankara’ya anamın yanına gideceğimi biliyordu. 

Efendiliği elinden bırakmadı, benim tesadüfen Türkiye’de bulunduğumu bildiği için, "sen bilirsin, gitmek zorunda değilsin", dedi. 

Gitmezsem, benim yazdığım bir yazıdan dolayı, oğlu Arat Dink ve Sarkis abi yargılanacaktı. Olacak şey değildi bu elbette.

4 Ocak’ta Arat, Fethiye Çetin, Erdal Doğan ve ben mahkemeye gittik, ifade verdim. Sonra AGOS’a geri döndük. Fethiye Erdal, Hrant oturduk. Konuşuyoruz. 

Çok ama çok endişeli idi. Çok korkuyordu. "Karamsarım", diyordu. Bilgisayarını açtı, gelen tehdit maillerinden bir tanesini okudu. Emailde, Arat’ın öldürüleceği ve cesedinin nereye atılacağı yazıyordu.

O tarihe kadar, 2004 Şubat ayında İstanbul Valiliğine çağrıldığı ve tehdit edildiğini kimseye söylememiş, yazmamıştı. Çok ısrar etmiştik açıklamasını ama "hayır", diyordu. "Onların istediği bir kavga ve ben onların istediği kavgaya girmeyeceğim." Açıklamadı hiç.

Tehdit ve saldırıların arttığı noktada, fikrini değiştirdi ve "artık yazacağım", dedi. Nitekim 12 Ocak tarihli son yazısında yaptı da bunu.

Konuşma sırasında, "Bak Hrant, çok kötü günlerden geçtiğimiz kesin. AKP’ye Cumhurbaşkanı’nı seçtirmeyecekler. Bunun için de AKP’ye ülkeyi yönetemediğini, iplerin kendi ellerinde olduğunu gösterecekler, kaos yaratacaklar ülkede. Siyasi cinayetler bekliyorum. Tanınmış gazeteci ve politikacıları öldürecekler. Eğer bu işleri planlayanların yerinde olsam, seni liste başına koyarım. İlk vuracakları sensin. Ben senin yerinde olsam, hiç durmam, hemen yurt dışına çıkarım," dedim.

Bir şey söylemedi. "Çık Mayıs’a kadar da gelme. Eğer mesele vize meselesi ise, hemen sana davetiye yollayayım", dedim. "Hayır, vize meselesi değil", dedi. "Vizem var. Çıkınca memleketi çok özlüyorum. Eğer çıkarsam bir daha hiç geri dönemem diye korkuyorum."

Bana göre öldürüleceğini biliyordu. Ve o ölümü bekledi.

Aynı gün akşamı, İstiklal Caddesinde, her zaman gittiğimiz Boncuk restorana doğru yürümeye başladık. Yolda, "aleyhime açılan davalardan korkmuyorum", dedi. 

"Onlarla bir şekilde baş ederim. Ama artık sokakta yürümekten korkuyorum. Yürürken insanların yüzüne, gözüne bakmaktan çekiniyorum. Birisinin gelip kafama sıkmasından, gelip arkamdan bıçaklamasından korkuyorum."

Öyle de oldu…

O akşam Boncuk’ta tuhaf bir şey de oldu. Normalde üst kata çıkar otururduk ama orası doluydu. Mecbur ilk katta cam kenarına oturduk. Çok tedirgin idi. Ürkerek sağa sola bakıyordu. Fahri Aral da bizimle beraberdi. Tesadüfen oradan geçmekte olan Selim Deringil gördü bizi, yanımıza geldi kaldı bir süre ve gitti...

Yan masada birileri oturuyordu, bunlardan birisi, galiba önce beni tanıdı, geldi, tanıştırdı kendisini. Hrant’ı da görünce hemen konuşmaya başladı. 

Adının Mustafa Kemal olduğunu (gerçekten öyle olduğunu) ve Emekli bir MIT mensubu olduğunu söyledi. Hrant’ın endişeli ve korku dolu hali gözlerinden okunuyordu, çok tedirgin idi. "Çok huzursuzsun sen, çok korkuyorsun", dedi. 

Devam etti, "korkmana gerek yok. Ben biliyorum senin durumunu; Ankara’da da konuşuldu, haberim var, sana bir şey olmayacak", gibi tuhaf laflar etti.

Sonra ayrıldı yanımızdan. Fazlasıyla sür-real bir durumdu. Ne diyeceğini bilemedi Hrant.

Çaresizlik yalnızlık ve terk edilmişlik duygusu…

Kafasına koymuştu, "ceza alırsam çıkar, giderim", diyordu. Aklında olan "çıkıp gitmek" basitçe uçağa binmek ve ayrılmak değildi. Terk edildiği ülkeyi terk etmekti…

Ne düşündüğünü uzun uzun birkaç sefer anlattı: "1915’de atalarımın izlediği yolu takip ederek çıkacağım bu ülkeden." Fikri şuydu. Tüm aile Malatya’ya, doğduğu yere gidecekti ve oradan atalarının aynı 1915’de izlediği hattı izleyerek yürüyerek Suriye’ye geçecekti. "Atalarımı bu ülkede istememişlerdi, öyle görülüyor ki şimdi beni de istemiyorlar. Ben de atalarımın zorla çıkartıldıkları aynı yoldan bu ülkeyi, bir daha dönmemek üzere terk edip gideceğim."

Öldürülmeseydi muhtemel yapacağı bu olacaktı."

Öne Çıkanlar