'Ama o heykel düşünüyor Erdoğan'

Ankara'da İnsan Hakları Heykeli'nin etrafını çevirmişler, heykel gözaltında, oysa o heykel düşünüyor Erdoğan, keşke heykel kadar düşünebilseydin...

Gece yarısını geçmişti babamın ölüm haberini aldığımda. 22 yıl olmuş ama yaşadıklarımı saniye saniye anımsıyorum. Ali'ye ulaşmam ve yarım saatte bir haberleşmemiz, kendimce akıllılık yapıp ağır görevi Ali'ye vermem gibi. Vermem derken sadece bir soruydu sorduğum, o Ankara'da, ben de Istanbul'daydım, İzmir'e cenazeyi hangimizin alacağını sordum sadece. Doğal olarak bu konuda düşünme şansınız yoktur, Ali çok yakın bir arkadaşının arabasıyla gidecekti İzmir'e. Gidip, morgta tanıma işleminde bulunmak istemedim, belki de kaçtım kendimden. Bunu da ilk kez açıklıyorum, geç bir özür dileme belki de ağabeyim Ali'den...

Oysa haberim yoktu, kendimi cezalandırmıştım, tabi başıma gelecekleri bilmeden... Sevgili Fikri Sağlar'la devamlı irtibat halindeydim, o sıra kültür bakanıydı. Otopsiyi önlemeye çalışıyordum, planlarımız içinde kadavra olarak verilmesi vardı ve Vakıf'ın bahçesine gömülme izni çıkmazsa kadavradan verilecekleri bahçeye gömebilecektik. Size komik gelecek ama bunlar babamla sağlığında konuştuğumuz şeylerdi. Ünlü birisi olunca savcı o riski alamadı ve otopsi yapmak zorunda kaldı. Hiç kızamadım adama, doğruydu yaptığı kendi açısından.

Dedim ya olan bana oldu diye, Ali telefon etti ve babamı uçağa verdiklerini, saatini söyledi bana. Havaalanına danışmaya gittim, babamın tabutunun İzmir uçağında olduğunu söyledim. Karşımdaki rutin işini yapıyordu ve hiçbişey olmamış, gayet normalmiş gibi "Ahmet bey, kargoya gidin, babanızı kargodan alacaksınız!.."

Öylece kalakaldım, boş boş bakmaya başladım ve yalnızdım o an... Kulağımda çınlıyordu, "Ahmet bey, kargoya gidin, babanızı kargodan alacaksınız!.." "Ahmet bey, kargoya gidin, babanızı kargodan alacaksınız!.."

Yıllarca yayıncılık yaptım, kendi kitaplarımı, Ali'nin kitaplarını, babamın kitaplarını vermiş ve almıştım kargodan ama bu kez babamı alacaktım. Sürüne sürüne gittim ve teslim aldım. Elime bir teslim belgesi tutuşturdular ve kargoyu cenaze arabasına yükledik.

Kaç gündür bir baba oğlunun kemiklerini alabilmek adına açlık grevinde. Baba Kemal Gün sonunda muradına kavuştu ve savcılık isteğini kabul etti. Ben yine saf saf sevindim, gidip alacak sandım yakılmış oğlunun kemiklerini, Oysa yaşamımda duyduğum en dehşetengiz açıklama geldi, "Sayın Kemal Gün, isteğinizi kabul ediyoruz, oğlunuzun kemiklerini kargoyla göndereceğiz..."

O gün bugündür kendime gelemiyorum, babamın kargosuyla yakılarak öldürülen Murat Gün'ün kargosu ve kemikleri arasında gidip geliyorum. Kiminle karşılaşsam yorgun olduğumu söylüyor, oysa değilim ama açıklayamıyorum onlara insanın canını kargoyla teslim almanın ne demek olduğunu. Eşim Hilal'in doğum gününü bile unuttum, oysa 19 Mayıs, unutulur mu ama dedim ya ben kargodayım ve ona bile açıklayamadım neden unuttuğumu...

Ama bugün bir olay daha yaşadım, görevlerine geri dönmek için açlık grevinde olan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça gece evlerinden gözaltına alındılar. Daha önce Semih'in annesi de alınmıştı, bunlara alıştırıldığımızı fark ettim utanarak esasında... Son bir fotoğraf karesi vardı ki, kan beynime sıçradı... 2000 yılında Burdur cezaevinde yapılan "Hayata dönüş operasyonu"nda kolunu kaybetmişti Veli Saçılık, hem de bir dozerin kepçe darbesiyle. Bülent Ecevit bütün demokratlığını ortaya koymuştu o hareketle... İşte Veli Saçılık'ın annesi Kezban Saçılık açlık grevindeki Nuriye ve Semih'e destek vermek için gelmişti.

Polis hemen görevini yaptı ve o fotoğrafta Kezban Saçılık yerdeydi ve suratına tekme yiyordu. Baba Kemal Gün oğlunun kemiklerini kargoyla alacak diye seviniyorduk, ben babamın kargosunun içindeydim, Veli'nin kopan kolunun kemiği neredeydi hiçbirimiz bilmiyorduk, onun kargoyla gelme olasılığı yoktu artık, zaten arayan da yoktu...

Artık yaşamımızda bunlar vardı, öldürülen çocuklarımızı buzdolabında saklıyor, annelerimizin sokaktaki çıplak bedenine bakıyor ve günlerce ulaşamıyorduk. 15 kurşunla öldürülen 5 yaşında, 8 yaşında öldürülen çocuklar vardı, teröristti onlar. Top oynarken vurdukları top gol olacak diye sevinecek çocuklar kale yapmak için taş diye koydukları şeyin bomba olduğunu bilmiyordu ve 4'ü parçalanarak ölmüştü...

Ve ben hâlâ hayalet gibiyim, karımın doğum gününü bile kutlayamadım, o da nedenini bu yazıyı okuyunca öğrenecek, söz verdim kendime, aklıma geldikçe doğum günü partisi yapacağım ona kendimce...

Bunlar yetmemiş gibi Ankara'da İnsan Hakları Heykeli'nin etrafını çevirmişler, heykel gözaltında, oysa o heykel düşünüyor Erdoğan, keşke heykel kadar düşünebilseydin...

"Ahmet bey, kargoya gidin, babanızı kargodan alacaksınız!.."

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ahmet Nesin Arşivi