Anayasa değişikliği Cumhurbaşkanına hakaret suçuna ilga eder mi?

Anayasa değişikliği Cumhurbaşkanına hakaret suçuna ilga eder mi?
Bu yazıda Türkiye’nin değişen Anayasal sistemi ile değişmeyen 'Cumhurbaşkanına hakaret suçu' arasındaki uyumsuzluk ele alınmıştır.

Dr. Fatma KARAKAŞ DOĞAN*


2017 referandumu ve 24 Haziran 2018 seçimleri ile Türkiye’nin Anayasal düzeni değiştirilmiş, Cumhurbaşkanının devlet yönetimi içindeki yetki ve görevleri yeniden düzenlenmiştir. Önceki sistemde parlamentoya ve onun içinden çıkan ve parlamentoya karşı sorumlukları bulunan Bakanlar Kuruluna ait tüm yetkiler ile bir kısım yasama yetkileri, Cumhurbaşkanına devredilmiştir. Farklı görüşleri savunan ve iktidar yarışında eşit hak ve olanaklara sahip partilerden oluşan çok partili sistem sona ermiş, geniş yetkilerle donatılmış olan Cumhurbaşkanı aynı zamanda "devlet partisinin" de başkanı yani "bir" siyasi görüşün taraftarı olmuştur.  

2005 yılında yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu, suç ve cezaları içeren temel ceza Kanunudur. Bu Kanun hazırlanırken ve suç tiplerinin unsurları belirlenirken o dönemin Anayasası ve diğer ilgili hukuk normları göz önünde bulundurulmuştur. Anayasa ülkenin taraf olduğu Uluslar arası Sözleşmelerle birlikte üst norm niteliği taşır. Dolayısıyla ceza kanunu ile Anayasa arasında çelişki bulunması kabul edilemez. Türkiye Devletinin Anayasası 2018 yılı itibarı ile değişmiş olduğuna göre, dayanaksız kalan ve değişiklikle birlikte unsurlarını kaybeden suç tiplerinin açıkça ilgası gerekir. Bunların arasında en hızlı ele alınması gerekenler suçun, Cumhurbaşkanına hakaret suçu olduğunu düşünmekteyiz.

Bu suç tipi, Türk Ceza Kanununun, "Devletin Egemenlik Alametlerine ve Organlarının Saygınlığına Karşı Suçlar" başlığını taşıyan üçüncü bölümünde, madde 299 altında düzenlenmiştir. Maddeye göre, Cumhurbaşkanına hakaret eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Suçun alenen işlenmesi hâlinde, verilecek ceza altıda biri oranında artırılır.

24 Haziran 2018 seçimleri sonrası tümüyle yürürlüğe giren yeni Anayasal düzen nedeniyle, Cumhurbaşkanına hakaret suçunun uygulama alanı kalmamıştır. Gerçekten de bu suçun düzenlenmesinin yegane nedeni Cumhurbaşkanının önceki Anayasada yer alan fonksiyonu idi. Nitekim Cumhurbaşkanına hakaret suçunun madde gerekçesi şu şekildedir; "Cumhurbaşkanının Devleti temsil etmesi ve Anaya­sada belirtilen görev ve yetkileri göz önüne alınarak onun kişiliğine yönelti­len hareketin bir bakıma Devlet kuvvetleri aleyhine cürümlerden sayılması gerektiği düşüncesinden hareketle bu madde kaleme alınmış ve Cumhurbaş­kanına karşı hakaret müstakil bir suç hâline getirilmiştir." Madde gerekçesinde açıkça yazıldığı gibi, bu suç tipinin yegane varlık sebebi, cumhurbaşkanının Anayasal konumu idi. Anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanının görev ve yetkilerini düzenleyen madde 104 yeniden yazılmış, adı aynı kalmakla birlikte tümüyle yeni bir teşkilat kurulmuştur.   

Yukarıda açıkça görüldüğü üzere bu suç tipi, ülke içindeki siyasi partilere ve dolayısıyla birbiri ile iktidar yarışı içinde bulunan görüşlere eşit uzaklıktaki bir Cumhurbaşkanının yer aldığı Anayasa hükümleri ile uyumluydu. Nitekim bu Cumhurbaşkanı, bir bütün olarak ülke içinde yaşayan herkesi ve kamu tüzel kişiliğini içte ve dışta sembolik olarak temsil etmekte ve Anayasa gereği tarafsızlık yemini etmekteydi. Dolayısıyla suçla korunan hukuksal değer, Cumhurbaşkanının kişilik haklarının ötesinde, devletin saygınlığı ve prestiji olarak anlaşılmalıdır. 

Yeni sistemin Cumhurbaşkanı, son birkaç yıl içinde gerçek bir icra makamı haline gelmiş, sembol ve prestij makamı olmaktan çıkmıştır. Buna rağmen kanunu uygulamakla görevli savcılık ve mahkemeler, hükümet ve devlet işleyişine yönelik her türlü söz ve eylem hakkında, cumhurbaşkanına hakaretten kamu davası açmakta ve cezalandırmaya gitmektedir. Oysa eski Anayasa hükümleri yürürlükte olsa idi, bu türden söz veya eylemlerin muhatabı Cumhurbaşkanı değil, parti başkanı, bakanlar kurulu, ilgili bakanlıklar, parlamento veya başbakan olacak ve bahsi geçen suç oluşmayacaktı. Kanun uygulayıcılar, Cumhurbaşkanına hakaret iddiası ile açılan davalarda, eleştirinin Cumhurbaşkanının hangi fonksiyonuna yöneldiğini dahi araştırmadan karar vermektedirler. Öyle ki başbakan veya parti başkanı olarak yaptığı bir işleme yönelik eleştiri de Cumhurbaşkanına hakaret suçu kapsamında görülmek suretiyle, ceza sorumluluk alanı genişletilmekte ve kıyas yasağı ihlal edilmektedir. Halbuki bu alanda uygulanabilecek bir başka hüküm de Ceza Kanunu madde 301 hükmüdür. Bu madde ile devleti, devletin kurum ve organlarını aşağılama suçu düzenlenmiş ancak bu suç tipinin cezası altı aydan iki yıla olarak düzenlenmiş ayrıca eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamalarının suç oluşturmayacağı açıkça madde metninde yer almıştır.    

Bu noktada anımsamak gerekir ki, Cumhurbaşkanının kendisi de, önceki Cumhurbaşkanları ile kıyaslanmaktan duyduğu rahatsızlığı açıkça ve basın yayın organlarının kullandığı "Başkan Erdoğan" ifadesinden duyduğu memnuniyeti üstü kapalı ifade etmiştir. Yürürlükteki hukuk normlarında tanımlanmamış "başkanlık" sıfatının hangi nedenle kullanılabildiği ayrıca açıklanmaya muhtaçtır. Bu bağlamda, Türk Ceza Kanununda yer alan suçun adının, Başkan’a hakaret değil, Cumhurbaşkanına hakaret olduğu anımsanmalıdır. Önceki düzenlemede tanımlanan Cumhurbaşkanı ile isim benzerliğinden dahi rahatsız olduğunu ifade eden bir kişinin, cumhurbaşkanına hakaret suçunun mağduru olduğunda ısrar edilmesi anlaşılır gibi değildir.

Kanımızca Ceza Kanunu madde 299’da yer alan Cumhurbaşkanına hakaret suçu artık yoktur çünkü bu suç tipinde tarif edilen Cumhurbaşkanlığı, Anayasa’nın yenilenen 104. Maddesi ile ilga edilmiştir. Geçmişte neredeyse uygulama alanı olmayan bu suçtan, günümüzde toplumun her kesiminden binlerce kişi hakkında adli işlem yapılıyor olmasının sebebi, insanların suç işleme eğiliminin artması değil, Cumhurbaşkanının genişleyen yetkileridir. Dolayısıyla kendisine isabet eden eleştiri sayısının artması oldukça olağandır. Kuşkusuz her birey gibi Cumhurbaşkanının da kişilik haklarına açıkça saldırı niteliği taşıyan fiillerle ilgili olarak, Ceza Kanunu m.125 genel hükmüne göre soruşturma açılması mümkündür. Fakat mevcut uygulamada değişen hukuki durum göz ardı edilmekte, Cumhurbaşkanlığı sıfatı, amacının dışında ve yurttaşların ifade özgürlüğünü engelleyici bir zırh olarak kullanılmaktadır. Ceza hukukunun genel prensiplerine aykırı olarak verilen bu mahkumiyetler, uluslar arası bir mahkemenin önüne gittiğinde, Türkiye zımnen ilga olmuş bir hükmü uygulamak suretiyle kanunsuz suç ve ceza olmaz normunu ihlal etmekten mahkum olacaktır. Bir an evvel yapılması gereken, bu suçun açıkça ilga edilmesi, devam eden soruşturma ve davaların düşürülmesi ve kesinleşmiş mahkumiyet kararlarının infazının durdurulmasıdır.


* Ceza Hukuku Doçenti - Bremen Üniversitesi Hukuk Fakultesi
[email protected]

Öne Çıkanlar