Anlamak için eşek olmak lazım...

'Flaş, Flaş, Flaş, Katırlar gözaltına alındı!..' Bunlar iddia değil, yaşanan olaylar... Bu arada tahrik olmamak için çarşafımın üzerine raptiyeler koydum ve fena halde tahriş de oldum.

"Flaş, Flaş, Flaş, Katırlar gözaltına alındı!.."

"Flaş, Flaş, Flaş, Katırlar adli kontrolle serbest bırakıldı!.."

"Flaş, Flaş, Flaş, dava bitene kadar katırların satışı yasaklandı!.."

Bunlar iddia değil, geçen hafta yaşanan olaylar, yani bu bilgileri Prof. Dr. Ebubekir Sofuğlu'nun iddia ettiği gibi Sultan Abdülhamid Han'ın icat ettiği "Google"undan yada dahi yazarımsı Abdülkadir Selvi'nin yazısından almadım. Bu arada tahrik olmamak için çarşafımın üzerine raptiyeler koydum ve fena halde tahriş de oldum.

Ve ben hâlâ bu ülkede yazı yazıyorum. Sabah oturduk gazetede, ARTI TV ve ARTI GERÇEK'te haberlerin sırasını, önceliğini tartışacağız, Celal Başlangıç bana bakıyor, ben Fehim Işık'a, Fehim Armağan Kargılı'ya, Armağan eşi Koray Düzgören'e ama çıt yok masada. Hepimizin önünde gözaltına alınan katırlar haberi ve nasıl vereceğimizi, kaçıncı haber yapacağımızı bilmiyoruz. Böyle bir deneyimimiz yok, meslekte en gencimiz 30 yıllık ama bunca darbeye karşın bunu hiç yaşamamışız. "Erdoğan'ın bu konuda açıklamasını beklesek" dememle herkes bana garip garip bakmaya başladı, güleceğiz ama gülemiyoruz. Sonunda Koray'ın "Bu işi bir bilene sorsak" demesiyle fırsatı kaçırır mıyım, hemen anlatmaya başladım anımı.

Öğleden sonra 2-3 gibi, Günaydın Gazetesi'nin yazı işlerinde oturuyoruz, oturuyoruz diyorum, çünkü işe gitmiş 1 muhabir bile yok, sanki genel kurul var gazetede, alayımız tembel tembel sohbetteyiz. Birden gazetenin patronu Haldun Simavi girdi içeri, hepimizi tek tek süzdü ve müzip bir şekilde "Hepiniz makinelerinizi alın ve bana gülen bir at fotoğrafı çekin" dedi. Dışarısı kış-kıyamet, sessiz bir şekilde homurdanarak çıktık. 2-3 saat sonra geri geldik, sadece Ahmet Yüksel (Bu arada Gündüz yada Füruzan ağabey de olabilir) gülüyor. Ahmet çekmiş fotoğrafı, gerçekten atlar yemek yerken suratları gülüyormuş gibi oluyor, harika bir fotoğraftı ve Haldun bey o fotoyu birinci sayfaya koydu. Benim için önemli bir dersti, boş zamanımız olamayacağını ve yaratıcılığın şart olduğunu o gün öğrendim Haldun beyden.

SİZ DE ÇOK ABARTTINIZ AMA HAAAA...

Bilirsiniz tavşanlar çabuk ve çok ürerler. Ormanda bir tavşan yavrusu, 2-3 haftalık daha, başka hayvanları tanımak için dolaşmaya çıkmış. Karşısında 1 hayvan:

-  Merhaba

-  Merhaba,

-  Adın ne,

-  Ben kurt köpeğiyim, annem kurt, babam köpek, bana kurt köpeği derler.

Tavşan biraz daha gitmiş, karşısında başka bir hayvan:

-   Merhaba

-   Merhaba,

-   Adın ne,

-  Ben katırım, babam at, annem eşek, bana katır derler.

Kafası karışan yavru tavşan yoluna devam etmiş ve:

-   Merhaba

-   Merhaba,

-   Adın ne,

-   Ben deve kuşuyum,

-   Siz de abarttınız ama haaaaa...

Ne yalan söyleyeyim, aklıma at sineği gelmedi değil.

ANLAMAK İÇİN EŞEK OLMAK LAZIM...

Adamın biri korku belası, Timur'a iyi bakımlı bir eşek hediye etmiş. Etraftaki dalkavuklar eşeği öve öve bitirememiş, göklere çıkarmışlar. Hoca'yı gözden düşürmek için fırsat kollayan bu dalkavuklardan biri hemen söze girmiş:

- Hükümdarım, bu eşek öylesine cins bir eşek ki, Hoca gibi ağzı öpülecek birinin eline geçse iyi yetiştirilirse alimallah okuma bile öğrenir. Timur bu fırsatı kaçırmamış. Hoca'yı zor durumda bırakmak, biraz da eğlenmek için harekete geçmiş. Tutmuş, eşeğin yularını Hoca'nın eline vermiş.

- Eti senin, kemiği benim Hocam, oku, korkut, ne yaparsan yap adam et bunu! Hoca da çaresiz eşeğin yularını tutmuş. Herkes merak içinde şaşkın bakarken, Hoca, evinin yolunu tutmuş. Eve varınca düşünüp taşınmış. Alaya alınmamak, ele güne rezil olmamak, yüzünü kızartmamak için bir çare aramış. Kendine göre bir yol da bulmuş. Kitapçıya gidip deriden bir kitap yaptırmış. Yapraklarının arasına arpa serpiştirmiş. Bu sırada eşeği de bir kaç gün aç bırakmış. Kitabı getirip aç eşeğin önüne koymuş. Kitabı yaprak yaprak açıp arpaları eşeğe yedirmiş. Sabah-akşam derken eşek alışmış buna. Artık kitabın yapraklarını diliyle açmaya, arpaları dişiyle öğütmeye, kitabın sonunda arpa bulamayınca anırmaya başlamış.

Gel zaman git zaman; aradan tam bir ay geçmiş. Timur'un karşısına çıkma zamanı gelip çatmış. Hoca o günün akşamı eşeğe yem vermemiş. Ertesi sabah, eşeğe gümüş bir gem vurmuş. Eşekle birlikte imtihan yerine varmış. Timur'un karşısına çıkmış.

Hoca, saray avlusunun orta yerine bir masa istemiş. Getirdiği kitabı da üstüne koymuş. Önceki günden beri aç olan eşeği de çekmiş kitabın önüne. Eşek kitaba eğilmiş. Başını hiç kaldırmadan kitabın sayfalarını tek tek açıp çevirmiş, arada bir de zırlayıp durmuş. Kitabın bütün sayfalarını çevirme işi bitince anırmaya başlamış. Hoca:

"İşte gördünüz, eşek kitabın bütün sayfalarını çevire çevire okudu.

Görenlerin parmağı ağzında kalmış. Ama orada hazır bulunanlardan ve Hoca'yı çekemeyenlerden bazıları:

- Canım Hoca, demişler, okumasına diyecek yok da, ne okuduğu anlaşılmıyor, biz bu işten bir şey anlamadık!

O zaman Hoca:

- Tabi anlamazsın, o eşekçe okudu, anlamak için eşek olmak gerek.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi