'İnsana güven veren bir heyet değildi, heyecanlandı cezayı okurken…'

17 Nisan günü hakkında 6 yıl 3 ay hapis kararı çıkan İhsan Eliaçık ile yargı süreci ve verilen karar hakkında konuştuk.

ARTI GERÇEK - İlk kez Gezi zamanı karşılaşmıştım kendisiyle; "bir insanın gırtlağını acımasızca kesen 'dindara', bir gazdan boğulacak kediye ağlayan 'dinsiz' kadına bakıyorum... beynimde depremler oluyor" gibi hafızalara kazınan söylemlerinden dolayı çok yakından takip etmeye başlamıştım kendisini. Bazıları din propagandası yaptığını söylese bile söylemlerinde rahatsız edici, mantıksız gelen bir taraf yok! 17 Nisan’da terör propagandası yapmaktan hakkında verilen 6 yıl 3 ay hapis cezası sonrasında ofisinde buluştuk. Bütün süreci ve bundan sonra nasıl hareket edeceklerini ayrıntılarıyla anlatan İhsan Eliaçık’a okuyucularımızdan gelen soruları da sorduk. 

Hocam bize neden yargılandığınızı hatırlatarak, kararın hangi gerekçeyle verildiğini anlatabilir misiniz?

Yeni Bosna’da Din Alimleri Derneği’ne konuşmacı olarak davet edilmiştim. Konuşmam bittiğinde vatandaşların sorduğu soruların bir tanesi peygamberin Hendek Savaşı ile ilgiliydi. Sanırım Nusaybinli ya da Silopili Kürt bir vatandaş bir soru sordu ben de titizlikle cevapladım. 

O soruda bir art niyet var mı sizce? Yani niye Uhud Savaşı sorulmuyor da Hendek soruluyor?

Bilmiyorum. Soru sorayım da tongaya düşüreyim niyeti de olabilir. Benden ‘bunlar peygamberle aynı mübarek mücadeleyi veriyor’ dememi beklemiş de olabilir, bilmiyorum. Ama verdiğim cevap ortada. Orada bir cevap verdim ama hendekleri meşrulaştırmak için değil, Hendek Savaşı’ndan bahsetmek için verdim. Hendek niye kazılır? Hendek saldırmak için değil savunmak için kazılır, peygamber de böyle yapmış dedim. Şimdi benim peygamber için söylediğim sözleri Cizre için, Sur için söylediğimi iddia ediyorlar. Sanki o eylemleri savunmuşum gibi. Halbuki onu kastetmemiştim. 

Bunun üzerine biri sizi ihbar ediyor. İhbar etmek, jurnalcilik, iftira Kuran’a göre günah değil midir?

Bunu yapan kendi adamları aslında, normal vatandaş değil. Başbakanlığa bağlı BİMER belli başlı kişileri, siteleri, yayınları takip ediyor ve adamlarını gönderiyorlar. Beni ihbar eden de ‘Bu adam yaptığı konuşmada PKK ve terör propagandası yapıyor’ diye ihbar ediyor; halkın şikâyeti üzerine deniyor ama halk dediği aslında kendi adamı… Aradan 2,5 yıla yakın bir süre, 6 duruşma ve çeşitli aşamalardan geçtikten sonra, 5’inci duruşmada savcı mütalaa verdi ve son duruşmada da karar açıklandı.

Savcının ileri sürdüğü gerekçeler nedir?

İlki; Hendek Savaşı’nı anlatarak oralarda kazılan hendekleri dini açıdan meşrulaştırmaya çalışarak, teröristlere dini açıdan moral vermek, cesaretlendirmek… İkincisi; Ölüyü soyup teşhir etme, zırhlı araca bağlayıp sürükleme, mezarlık bombalama, sokakta ceset bekletme gibi yaptığım eleştirilerin terör örgütü propagandasına girdiğini iddia ediyorlar. Ben ise bunların ölüye karşı işlenen suçlara girdiğini ve Cenevre Sözleşmesi’ne, İslam dinine, TCK 130/2’ye ve Türk savaş törelerine göre suç olduğunu söylüyorum.

Nasıl bir savunma yaptınız?

‘Bunlar birer terör propagandası değildir, terörle mücadele eden güvenlik güçlerinin moralini bozmaya çalışmak ya da eleştirmek değildir, devleti eleştirmek de değildir; bu terörle mücadele esnasında görülen yanlışlar hakkında yapılan bir uyarıdır’ şeklinde bir savunma yaptım. Ama mahkeme heyeti benim savunmamı dinlemedi ve 3 yıldan başladı, 6 yıl 3 aya kadar çıktı.

3 yıl terör örgütü propagandası yapmaktan… Diğerleri?

Bu eleştirileri sosyal medya aracılığıyla yayın üzerinden yapmak, fikirlerinde ısrar etmek ve pişmanlık duymayıp nedamet getirmemek… 

'MUHAFAZAKÂR TABANDAN TEPKİ ALACAKLARINI BİLDİKLERİ İÇİN BENİ ÖRGÜT PROPAGANDASI, TERÖR DİYEREK VURMAYA KALKIYORLAR'

Mahkemede size ‘pişman mısın’ diye sorulduğunda olmadığınızı söylediğiniz için de indirimden yararlanamadınız.

Evet. Bu durumlar bugün de olsa aynı eleştirileri yaparım çünkü doğru budur, dediğim için ‘indirimden yararlanmasına gerek yok’ dediler. Fikirlerimi değişik yerlerde ve ısrarla devam ettirdiğim için cezamı 6 yıl 3 aya çıkardılar. Bir de Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun (CMUK) 109’uncu maddesinde yer alan 10-12 tane adli kontrol şekilleri var; onlardan üçünün bana uygulanmasına karar verildi. Yurt dışına çıkış yasağı, İstanbul’a mahkûmiyet, her Pazartesi ve Cuma sabah 9’la akşam 9 arasında gidip en yakın adli mercide imza atmak... Ayrıca hak yoksunluğu da var yani ceza bitene kadar seçme, seçilme, dernek, vakıf, parti kurma hatta ticaret yapma yasağı…

Pişmanım deyip kurtulsaydınız!

Niye diyeyim ki? Ben suç işlemedim ki! Bu yaptığınız evrensel insan haklarına göre suçtur; bu insan hakları ihlalidir, dedim. Suç değil ki bu, bir durumu beyan etmek. ‘Pişman olmadığı, nedamet etmediği görüldü’ dedi. E, ben evrensel bir şeyi savunuyorsam, tabii ki ısrar edeceğim. Yanlış bir şey yok ki bunda. İşlemediğim suç için pişmanım mı deseydim?

Nasıl hareket edeceksiniz bu karara karşı?

Yeni açılan İstinaf mahkemeleri var; bu verilen hapis cezasına itiraz ederek, davanın yeniden görülmesini talep edeceğiz. Bu İstanbul Adliye Bölge Mahkemesi’nde görülecek; eğer karar bozulmazsa ve aynen onaylarsa bu sefer ceza 5 yıldan yukarı olduğu için Ankara’ya Yargıtay’a gidecek. Bu nereden baksan 2-3 yıl falan sürecek bu haliyle. Ama bu kesinleşene kadar adli tedbirler uygulandığı için ayrıca dilekçe yazarak bunların kaldırılmasını isteyeceğiz. 

Kaldırılmazsa hüküm kesinleşene kadar bu tedbirler devam mı edecek? Yani 2-3 yıl boyunca her hafta başı ve sonu imza verecek misiniz?

Evet. Ben büyük ihtimalle kararın bozulacağını düşünüyorum. Çünkü öfkeyle, sinirle verilmiş bir karar. Beni aslında terör propagandası yapıyor bahanesiyle başka bir yerden cezalandırmak istiyorlar. Oradan bir şey yapamayacakları için bunu kullandılar. 

Şaşırdınız mı karar açıklanınca?

Valla şaşırdım galiba. Bundan bir ay evvel Hasan Cemal’e, Ayşe Hür’e, Koray Çalışkan’a ve daha pek çok kişiye aynı maddeden ama alt sınırdan 1 yıl 6 ay gibi cezalar verilmişti ve çoğu ertelenmişti. Benimki de böyle olur zannediyordum. 28 Şubat’ta da böyle olmuştu; ertelenmiş ve 2005 veya 2006’da dava bitmişti ve o zaman 1 yıl 3 ay ceza almıştım, 5 yıl ertelenmişti. Dolayısıyla bu karar benim için biraz şaşırtıcı oldu. Mahkeme son savunmamı sordu, ben de yaptım. Sonra avukatım konuşmak istedi ama hâkim sıkıştırdı ‘hadi çabuk ol, bitir’ gibisinden… Savunma yaparken de sıkboğaz etti avukatı. Sonra 5 dakika ara veriyoruz, dedi. 2 dakika sonra döndüler, 3 sayfa karar okudular. Demek ki karar önceden verilmiş hatta yazılmış bile. Bizi orada öylesine dinlediler yani. Ben onlara her şeyi anlattım ama anlattığım konuların hiçbirinin yansıtılmadığını gördüm. Hakim hiç dinlememiş beni yani.

Reddi hakim yapamaz mıydınız, eğer güvenmediyseniz?

Reddi hakim hangi şartlarda yapılır bilmiyorum. Avukata danışmak lazım.

Adalete güveniyor musunuz?

Güveniyordum azıcık da olsa ama bu mahkemeden sonra hissettiğim adalete ve yargıya olan güvenimin sarsıldığı. Şöyle bir baktım, hepsi de genç insanlar; bir tanesi bayan, 5-6 kişilik mahkeme heyeti… Biraz ülkücü biraz reisçi karışımı… Sanki MHP ve AK Parti’den hukuk bitirmiş üç beş kişiyi göndermişler gibi bir halleri vardı. Acayip taraflı. Dinlemiyor. Adil ve tarafsız bir hukukçu güveni vermiyor. İnsana güven veren bir heyet değildi. Taraftı. Bayağı heyecanlandı cezayı okurken… Bir davadan yargılanırsın ama besbelli ki asıl mesele o değil. Terör propagandası yapmaktan… deyip duruyor ama asıl meselenin o olmadığı besbelli. Yargıtay’da bozulacağını düşünüyorum, eğer birazcık hukuk kalmışsa.

İlahi adalete güveniyor musunuz?

Tabii. Ona her zaman güvenim var. Ama bunun ne zaman gerçekleşeceğine dair bir bilgim yok, ilahi adalet şaşmaz. 

'SUÇSUZ YERE İNSAN HAPSETMEK KUL HAKKIDIR, ALLAH KATINDA UHREVİ CEZASI VARDIR'

Geçmişte suçsuz yere hapse atılan pek çok insan oldu. Mesela Ergenekon, Balyoz gibi davalardan hapse atılan sonra bu davaların düzmece olduğu ve bu insanların da masum olduğu anlaşıldı. Şimdi İslam’a göre bunlar birer kul hakkı değil midir? Ahrette hesabı sorulmayacak mıdır?

Tabii ki hem dini açıdan kul hakkıdır hem hukuk ihlalidir hem adaletsizliktir. Bir insanı gereksiz yere içeride tutuyorsunuz. Özgürlüğünü kısıtlıyorsunuz. Sağlığından, ailesinden ediyorsunuz. Maddi manevi zarara uğratıyorsunuz. Bunun Allah katında uhrevi cezası vardır.

Tutuklanan Boğaziçili öğrenciler hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yaptıkları onlara had bildirme oluyor. Bu hukukun gereğini yapma ve cezalandırma olarak görülmüyor; had bildirme olarak görülüyor. Bizatihi cumhurbaşkanı koskoca devleti 13 tane öğrencinin üstüne sürdü. Acımasızca… Fuarlara girmem yasaklandığından beri böyle bir şey benim için de yürürlükte zaten. Önce Kayseri, sonra Çorum, sonra Isparta, şimdi de bu cezanın amacı bizi susturmak, sindirmek, korkutmak... Sabah 5’te onlarca polis, uzun namlulu tüfeklerle, kirpilerle baskınlar yaparak aldılar öğrencileri. Çünkü onlara terörist muamelesi yapıyorlar. Emniyette baskınlara giderken derece derece önlem kategorileri var. Bunlara birinci derecede, A kategorisiyle gitmişler. Bu kategorilerin şartları var. Uzun namlulu tüfekler, koçbaşları, ekiplerle gidilecek; sabaha karşı gidilecek, kapı kırılacak vs. Birinci derecede silahlı terörist muamelesi yapmışlar. Yani silahla karşılık verebilir, ölüm olabilir diye tedbir almışlar.

Şu anda bunları tekrar konuşuyor olmamız sizin başınızı tekrar belaya sokar mı?

Yok, niye soksun? Zaten söylediklerim her yerde var. Kanuna, hukuka, İslam’a aykırı bir şey söylemiyorum ki! Zaten erteleme de yok. Hükmü verdiler, ertelemediler. Hem cezanın açıklanmasının hem de cezanın geciktirilmesi diye seçenekler var, ikisi de yok!

Şu an siz itiraz edene kadar hükmü uygulama hakları var mı?

Eğer adli şartlara riayet etmezsem yani yurtdışına çıkarsam, mesela İstanbul’dan çıkıp Gebze’ye gidersem ve karakola gidip imza atmazsam tutuklama olabilir diye karara yazmışlar.

'ZULME KARŞI ADALETİN DİRENİŞİ ALLAH’IN MÜDAHALESİDİR'

Hocam bazı solcu arkadaşlarım, İslam’ın sosyalizm ile ne alakası var diyerek sizi tutarlı bulmadıklarını söylüyorlar. Din ile sosyalizm bir arada olabilir mi gerçekten?

Bu İslam’dan ve sosyalizmden ne anladığınıza bağlı. Mesela Kuran-ı Kerim’den 3-4 ayet ile örnek vereyim; Necm 39’uncu ayetinde ‘insan için emeğinden başka hakkı yoktur’ der. Meariç 25’inci ayetinde ‘yoksulların zenginlerin malı üzerinde hakkı vardır’ der. Haşr 7’nci ayetinde ‘mallar sizden zenginler arasında dönüp dolaşan bir devlet olmasın’ der. Bakara 219’uncu ayetinde ‘sana neyi vereceklerini sorarlar, de ki ihtiyaçtan fazla olanı’ der. Şimdi bu ayetler neye benziyor? İhtiyacın kadar yaşayacak, fazlasını vereceksin. En yüce değer olarak emeği koyuyor. 

Ama bir yerde de kazancının 40’ta birini vereceksin diyor. Bu da kapitalist bir yaklaşım değil mi?

Yok öyle bir şey. O hadislerde var ama ayette ihtiyaçtan fazla olanı vereceksin der. Dolayısıyla şimdi ben bu ve benzeri yüzlerce ayeti görüyorum; Kuran’ın sosyal içerikli bu ayetleri sosyalist vicdanla örtüşür. Bunlardan kapitalizm falan çıkmaz. Yerlerde, göklerde ne varsa ona aittir, mülk Allah’ındır. Yani gelir getiren her şey herkese, topluma aittir der. Bazıları bunun aksini söyleyerek kapitalizmi çağrıştıracak birtakım ayetler gösterebilir ama gerçekten derinine indiğinde Kuran’da toplumcu bir ekonomi, dayanışmacı, yoksulu, zayıfı, ezileni koruyan bir tavır görürsün. Bu tutum çok açık bir şekilde ortadadır. Aradan 1400 yıl geçtiği için artık çağdaş dünyada bu tavra sosyalizm deniyor. Aslında şöyle diyeyim; daha çok sosyalist değerlerle örtüşür İslam, sosyalizm ile değil! Temelde eşitlik, adalet, kardeşlik, emek, paylaşmak vardır; şimdi sosyalist düşüncelerin temelinde de bunlar yok mu? Ama sosyalizm bir modeldir, modelin farklı farklı yorumları vardır; bu Rusya’da farklı uygulanır, Arnavutluk’ta farklı, Küba’da farklı, Çin’de farklı… Bunlar reel sosyalizmlerdir. Ama Kuran’ın sosyal değerleriyle sosyalist değerlerin örtüştüğü kanaatindeyim.

Dünyada bu kadar kötülük oluyor, Allah niye müdahale etmiyor?

Bu Allah’tan ne anladığınıza bağlı. Onun bu kötülükleri seyrettiği falan yok, sürekli müdahale halinde. Tarih boyunca adalet için, özgürlük, eşitlik, emek, barış, iyilik, doğruluk için bir çok mücadele verilmiş, ben bu mücadelelerin bizzat kendisinin Allah’ın müdahalesi sonucu olduğuna inanırım. 

Direnişlerden mi bahsediyorsunuz?

Evet. Nerede kötülüğe karşı bir ayaklanma, bir isyan varsa, onlar Allah’ın müdahalesidir. Zulme karşı adaletin, ezene karşı ezilenin direnişi, Allah’ın müdahalesidir.

Şu son zamanlarda dünya genelinde de artış gösteren deist, ateist nüfus tartışmaları hakkında neler söylersiniz? Mesela ben dahil etrafımdaki insanların çoğu, ya deist, ya ateist, ya agnostik…

Sen de mi öylesin? Ne zamandan beri?

Oldu bayağı…

Şimdi bu konuları teolojik ve felsefi açıdan tartışmak ayrıdır, Türkiye’deki anlamı üzerinden tartışmak ayrıdır. Bu topraklardaki anlamı bana göre bir itirazı, isyanı ifade eder. Yani kendilerini bu sıfatlarla ifade eden gençler, özellikle son yıllarda, din, peygamber, Kur’an hatta Allah adına ortalıkta yapılanlara bakarak, ‘bunların insanlığa ne faydası var, akıl mantık dışı’ diye düşünüyorlar. Mesela peygamber adına yapılan bir şeyi peygambere, Kur’an’da yazılı olan bir şey Kur’an’a, Allah’ın emri olduğu söylenen bir şeyi de Allah’a yakıştıramıyorlar. Sonra sorgulamaya başlıyor, araştırıyor, doğru bilgiye ulaşamıyor, bir çıkış yolu bulamıyor, o zaman ‘ben bu işte yokum’ diyor. Ateizmin ise şöyle bir şansı var; devlet değil, kurum değil, insanlara vaziyet etmiyor, toplumsal sorunlarda kural, kaide koyup iktidar örneği sergilemiyor. O yüzden iktidarda olan daha çok dinlerdir ve insanlar da din namına yapılanlara tepki gösteriyor.  

Kendi adıma konuşayım; bizler yani 70’lerde doğanlar, Kuran kursuna gitmiş bir nesiliz, yani kitabı okumadan inananların aksine kitabı okumuş ve öyle sorgulamaya başlamış çocuklarız. Bütün kitapları okuduktan ve sorguladıktan sonra böyle bir sonuca vardık çoğumuz.

Şimdi din namına sana ‘örtüneceksin’ diyor. Kılığına, kıyafetine karışıyor. Kiminle görüşeceğine karışıyor. Ne yiyeceğine karışıyor, yani senin gündelik hayatına ve kişisel özgürlüğüne din adına müdahale ediliyor. E, sen de diğerleri gibi bundan rahatsız oluyorsun doğal olarak. Din elden gidiyor diyerek deist veya ateist yaklaşımlara telaş ve panik içinde yaklaşılmasını doğru bulmuyorum. Dini sorgulamalardan indirilmiş, gerçek din zarar görmez, tam tersi anlaşılması, ortaya çıkması sağlanmış olur ama uydurulmuş din zarar görür.  

Bu değişimle ilgili biraz sanırım; mesela çok bakımlı, makyajlı, ojeli hatta topuklu ayakkabı giyen ama başını örten kızlar çıktı ortaya. Türbanlarını da farklı bağlıyorlar. Bunlar da bu değişimin bir parçası mı?

Onlar kendilerini o şekilde ifade ediyorlar, bunlar önemli değil. Meselenin özü senin dinden ne anladığınla ilgili. Din senin için İslam’ın 5 şartı da olabilir, vecibelerini yerine getirmesen bile sadece bir kimlik de. Sadece kimlikle devletlere nüfus, sultanlara tebaa olarak tanımlanırsan, içinden deizm de çıkar ateizm de. Doğuştan seni bu kimliğe zorla sokmaya çalışırlarsa, bunu refleks olarak reddedersin. Oysa bana göre din, inanç, kimlik, ritüel değil, davranıştır. İyi ve dürüst davrananlar, adaletli olanlar kim olursa olsun Allah katında makbuldür ve cennete giderler. 

Bunun için bir dine ihtiyaç var mı? İyi insan olmam yetmiyor mu? Müslüman değilsem cehenneme mi gideceğim?

Öyle bir şey yok! Din zaten iyi, adaletli ve dürüst olmanın kendisidir. Bütün bu özelliklere sahipsen bilinen kurumsal dinlere ihtiyacın yoktur. İyi, adaletli, dürüst biriysen, kendini bu dünyada Müslüman kabul etmesen de Allah katında Müslümansındır.

‘Konu dine geldiğinde, her hoca her uzman başka bir şey söylüyor. Kime, neye inanacağımızı şaşırdık’ diyenler var. Sapkın din adamlarına karşı doğru bir cephe oluşturulmaması ve tarikatların bu kadar etkin olmasından mı kaynaklanıyor bu sizce? 

Bu yüzden dine küsmekte de, dinden uzaklaşmakta da, mesafe koymakta da haklılar. Ama benim anlattıklarımı duyuncaya kadar… (Gülüyor) Beni dinledikten sonra da aynı şeyi söylüyorsa, onunla oturup ayrıca bir konuşmak lazım! Başka bir sorun var demektir… (Gülüyor)

E, şimdi Cübbeli Ahmet gibi pek çok hoca aynı şeyi söylüyor; beni dinleyeceksiniz diye… Sizi niye dinlesinler?

Şimdi içerik itibariyle ben çağdaş, modern dünyada yetişmiş bir insanla Müslümanlığı uyumlu hale getiriyorum. Kuran-ı Kerim’in evrensel insan hakları beyannamesine, kadın bildirgesine, çocuk hakları sözleşmesine aykırı olmadığını savunuyorum. Çünkü hepsini birbirleriyle karşılaştırdım ve böyle bir sonuca vardım. Bu uyumun ve karşılaştırmanın birileri tarafından yapılması gerekiyor. O nedenle din konusunda kafası karışmış ya da dinden soğumuş arkadaşların yaptığımız bu karşılaştırmalara ve değerlendirmelere bir göz atmalarında fayda var. 

Ama Diyanet gibi dini temsil eden bir devlet kurumunun ilginç açıklamaları var; onlar ne olacak?

Evet, olabilir. Ama şu açıdan bak, 49 tane fraksiyon var; hangisi sosyalizm, hangisi Marksizm? Solcu olmak isteyen birisi hangisine gidecek? İnsanın kafası allak bullak olur çünkü biri diğerini inkâr ediyor, sosyalist olmamakla suçluyor. Dini dünya da böyledir. 72 tane fraksiyon, dini grup var. Hangisini dinleyeceksin? Biri diğerini müslüman olmamakla suçluyor. Önce kendi vicdanına danışacaksın. Zira peygamberlik iki türlüdür; bir içteki, bir dıştaki peygamber. Dıştakiler Musa, İsa, Muhammed, İbrahim’dir, içteki de her kişinin vicdanıdır. İçteki peygamber daha kuvvetli ve derin aslında. Şimdi senin vicdanına, aklına hangisi yatıyorsa onu dinlersin. Daima sorgulayacak, duyduklarını hayatla test edeceksin.

Ama burada bir devlet kurumu söz konusu; insanın böyle bir kurum karşısında vicdanını ne kadar dinleyebilir ki?

Zaten devlet kurumu olduğu için ciddiye alınmaması gerekiyor. Bir şey kurumsallaştığı zaman donuyor. Şu an diyanet donmuş vaziyette… Devletin kendisi de donmuş vaziyette. Devletler zaten statükoyu temsil eder, donuk kurumlardır. Bir şey devlette kolay kolay değişmez. Bir şey devlete dönüştüğü zaman onu değiştirmek birkaç on yıllınızı alabilir. Kurumsal olmayan bir şeyi daha kolay değiştirirsin ama bir devlete dönüştüğü an her kademeyi, herkesi ikna etmek gerek. Diyanet de devlete dönüştüğü için donmuş vaziyette; yeni fikirler üretemiyor, yeni içtihatlar yapamıyor. Çağı takip edemiyor. Bir taraftan da reforma, güncellemeye ihtiyaç var ama onu becerebilecek zihniyete, hazırlığa ve kadroya sahip değil. 

Ama cumhurbaşkanı da reform yapılması gerektiğini söyledi zaten.

Reform ihtiyacından dolayı onu söylemedi, onu siyasette kullandı ve paçavra gibi bir kenara attı her zamanki gibi. Nurettin Yıldız diye birisi çıktı, Ak Parti tabanında da tepki çeken laflar etti. Asansöre yalnız binmeyin, yorganı şöyle çekiştirin, ketçap yemeyin gibi şeyler söyledi, insanlar da ‘neler oluyor yahu, bu ne, bize maledeliyorlar’ dedi. Bu nedenle CB ona tavır koydu, bu bizden değil, buna bakıp biz oy vermemezlik etmeyin demek istedi. Siyaset işte. Ak Parti genel merkezinde asansöre kadın erkek binilmiyor mu yani? 

Hocam bu tip söylemlerin dışında, insanların kolayca vatan haini ilan edilmeleri de var. Yani en son ‘Über kullanan vatan hainidir’ bile dendi bu ülkede. Neler oluyor, deliriyor muyuz?

Bu söylemler iktidarda olanların telaş içinde olduklarını, paniğe kapıldıklarını gösteriyor. İktidarın giderek ellerinden kaydıklarının farkında olduklarını gösteriyor. Bu da onlarda paniğe sebep oluyor, panik de bu tip söylemlere… Nurettin Yıldız böyle bir şey söyleyince, Cumhurbaşkanı da buna mesafe koyma zorunluluğu hissetti. Onun gibi düşünmediğini ve bunların partiye mal edilmemesi gerektiğini söyledi. ‘Ben öyle düşünmüyorum, buna bakaraktan bana oy vermeyi düşünüyorsanız vazgeçin’ dedi. Bu bile bir panik göstergesidir.

Allah’a inananlar bile yalan söylüyor, hırsızlık yapıyor, dolandırıyorsa dine niye inanalım? Hatırlayın Kabataş yalanını; o yalanı Allah’tan korkanlar, inananlar söylemedi mi? Bile bile!

Yok yahu, inanmıyor bunlar Allah’a. İnanan insan bunu yapar mı? İnansa bunu yapamaz, söyleyemez. Allah’a inanmak ‘Allah’ diye bir kavrama inanmak değildir; bilakis yapıp etmek, edip eylemekle ilgilidir. Yani davranışlarınla ilgilidir. His değil davranış. Sen yalanı söylüyorsan, hırsızlık yapıyorsan, iftira atıyorsan, kul hakkı yiyorsan Allah’a inanmıyorsun.

Erken seçim tarihi belli oldu şimdi. Devlet Bahçeli dile getirdi ve arkası geldi.

Zaten şu anda yapılan araştırmalarda oy oranlarının bir türlü artmadığını gördüler. Devlet Bahçeli 2001 yılındaki rolünün aynısını tekrarlıyor. Zaten Devlet Bahçeli bir yerde konuşuyorsa, kendi adına konuşmuyordur. Bir yerlerde karar verilmiştir. Bahçeli de o kararın siyasetteki ifadesi oluyordur. 

Peki, niye hala lider?

Çünkü devletin içinde birileri tarafından destekleniyor. Yaşar Okuyan ya da Namık kemal Zeybek gibi eski MHP geleneğinin duayenleri bile TV’lerde onun MİT görevlisi olduğunu açıkça söylüyorlar. Kendileri söylüyor yani. Tek başına olsa indirirler ama görev icabı orada…

Gittiğiniz her seminer ve toplantılarda yüksek meblağlar istediğiniz söyleniyor. 

Kuyruklu yalan. Gittiğim yerlerde, yaptığım konuşmalarda, katıldığım TV programlarında din adına ne yapıyorsam parasız yapıyorum ve böyle bilinen birisiyim. Sadece kitaplar parayla. O da tekrar bastırabilmek için. Bir şey biriktirdiğim yok. Son 40 yıldır bu hep böyle oldu. Ya ne yalanlar var; benim toplantılara CIA helikopterleriyle gittiğimi söyleyenler bile var, dilin kemiği yok, salla gitsin.
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi