Doğan Özgüden

Doğan Özgüden

Bayrak yarışları ve Nazım’ın komünistliğine sansür!

Kan kokan bu bayrak kutsaması özellikle Türkiyeli göçünün yoğun olduğu yabancı ülkelerde, özellikle de AKP iktidar olalı beri, bir çılgınlık düzeyinde…

Bir bayrak yarışıdır gidiyor... Kılıçdaroğlu’nun bir kilometrelik Türk bayrağını Maltepe sahilinde dalgalandırmasına iki gün kaldı. Guiness’in rekorlar kitabına girer mi bilmem. Biraz sabırlı olup Tayyip’in 11 Temmuz’da yurt çapında başlatıp 15 Temmuz’da hitama erdireceği "çakma darbeye darbe" yıldönümü gösterilerini beklemek gerek.

 

Geçen yıl Külliye çevresinde toplanıp "Vatan sana canım feda" sloganı atarak 4 metre eninde, 1 kilometre uzunluğunda dev Türk bayrağıyla AKP Genel Merkezi'ne yürüyen Tayyip tosuncukları bu yıl CHP’nin gerisinde kalmamak için herhalde ellerinden geleni yapacaklardır.

 

Aslında şanlı bayrağı arşına vurma yarışı yeni de değil... Bir ara "Adalet" yürüyüşüne katılarak Kılıçdaroğlu ile yanyana poz veren CHP’nin eski Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül değil miydi 2004’te 3 bin 600 metre uzunluğunda ve 4,5 metre genişliğinde bir bayrak yaptırarak adını milliyetçilik tarihine altın harflerle yazdıran?

 

Anlayamadığım şu: CHP aynı CHP, Sarıgül aynı Sarıgül… Ama nasıl olmuş da bayrağın boyu 13 yılda 2,5 kilometre kısalıvermiş?

 

Partiler arası savaşta bayrak devreye girer de ırkçı-milliyetçiliğin imtiyaz sahibi MHP geride kalır mı? 20 Nisan 2013'te  MHP İzmir’de düzenlediği barış düşmanı mitinge bir TIR dolusu Türk bayrağı göndererek çözüm sürecinde yeralanlara hadlerini bildirmemiş miydi?

 

Hele hele bugünlerde lideri Tayyip’in dış politika ve "terörle mücadele" konularında başdanışmanlığına soyunan Vatan Partisi değil mi MHP’den daha has milliyetçi olduğunu kanıtlamak için her fırsatta  boy boy bayrakları fora edip Anıt Kabir’e koşan?

 

Evet, bayrak o denli kutsal ki, Türkiye’deki tüm öğrenim yaşamımızda Mithat Cemal Kuntay’ın şu dizeleri bir Kuran ayeti gibi beyinlerimize enjekte edilmemiş miydi:

 

Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır,

Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.

 

Kan kokan bu bayrak kutsaması özellikle Türkiyeli göçünün yoğun olduğu yabancı ülkelerde, özellikle de AKP iktidar olalı beri, bir çılgınlık düzeyinde… Tayyip bir ülkeye ayak mı basacak? Açılsın bayraklar…

 

Öyle ki Tayyip’in sadık diplomatlarından Fuat Tanlay 9 yıl önce Avrupa’nın başkentinde yaptığı bayrak kutsamasıyla diplomatik skandala yol açmıştı.  2008 yılında Brüksel Büyükelçiliği’ndeki Atatürk’ü anma töreninde Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül Rumların ve Ermenilerin Türkiye'den tehcir edilmesini övdükten Büyükelçisi Fuat Tanlay da aşka gelerek Arif Nihat Asya’nın Türk bayrağını öven kin ve vahşet dolu şiirini okumuştu:

 

Sana benim gözümle bakmayanın mezarını kazacağım.

Seni selamlamadan uçan kuşun yuvasını bozacağım.

 

TC Büyükelçiliği’ndeki bu rezaleti İnfo-Türk’te Avrupa kamuoyuna açıklamam üzerine Tayyip’in hizmetindeki Türkçe medyada bana karşı linç kampanyası açılmış, Belçika Devleti beni koruma altına almak zorunda kalmıştı.

 

Şimdi beklemedeyiz… Bu engelli bayrak yarışı daha ne boyutlara ulaşacak?

 

Son anayasa referandumunun «hayır cephesi»ni partiler dışı yürüyüş aldatmacasıyla yol boyu MYK ve Parti Meclisi toplantıları organize ederek CHP’ye bendetmeye çalışan Kılıçdaroğlu’ndan bakalım yeni ne sürprizler gelecek?

 

Hayır cephesinin ikinci kitlesel örgütü HDP’nin eş başkanları ve çoğu yöneticileri zındanlardayken Maltepe Mitingi sonrası ne tavır alınacak?

 

Kandıra kavşağında olup bitenler anlayana ya da anlamak isteyenlere çok şey söylemekte… CHP’nin «partiler dışı» bu yürüyüşü parti propagandasına dönüştürme ve dev bayraklarla «milliyetçi uyanış» gösterisi kılma çabalarına rağmen HDP yöneticileri büyük bir özveriyle Kılıçdaroğlu’na destek vermişlerdir. Üstelik de aynı gün HDP eşbaşkanı Figen Yüksekdağ’ın hapis yattığı Kandıra Cezaevi’nde basın açıklaması yapmalarına kolluk kuvvetleri tarafından izin verilmemesine rağmen…

 

Bir sorudur: Yürüyüş boyu kendilerine gösterdikleri anlayıştan dolayı kolluk kuvvetlerine teşekkürü eksik etmeyen Kılıçdaroğlu, hadi Edirne’ye kadar gidip HDP’nin öteki eşbaşkanı  Selahattin Demirtaş’ı ziyaret etmesini beklemekten vazgeçtik, Kandıra kavşağına kadar varmışken bir zahmet edip oranın hapishanesinde yatan diğer HDP eşbaşkanı Figen Yüksekdağ’a bir ziyaret girişiminde bulunamaz mıydı?

 

Engellenirse de kıyameti koparamaz mıydı ?

 

Tüm bu soruları dev bayrak yarışmasının CHP açısından 9 Temmuz’da sonuçlanmasından sonra tekrar tekrar soracağız.

 

«Adalet» isteminin sadece Enis Berberoğlu için mi, zındandaki tüm siyasal tutuklu ve mahkumlar için mi olduğunu göreceğiz.

 

Ve de «adalet»in sadece Tayyip’in mahkemelerinde mi arandığını, örneğin Kürt halkının hak ve özgürlüklerini ayaklar altına alan adaletsizliğe, Ermeni, Asuri, Rum, Ezidi, Alevi’lerin soykırımını inkar eden adaletsizliğe karşı da «adalet» aranıp aranmadığını sormaya devam edeceğiz.

 

Türkiye’dir bu… Nâzım da tahrif edilir, hem de sol geçinenlerce!

 

Ülkemizin siyasal, sosyal ve eğitsel yaşamındaki tüm adaletsizlikler ve haksızlıklar sadece iktidarı elinde tutan siyasal güçlerin yapageldikleriyle mi sınırlı?

 

Pek öyle olmadığının bir kanıtı, «adalet» yürüyüşünün gelişmelerine yoğunlaştığımız günlerde araştırmacı Ulvi İçli’nin Sol’da yayımlanan bir yazısısında…

 

Sözü kendisine bırakıyorum:

"Nâzım, özel bir değer verdiğini bildiğimiz ‘Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim’ adlı romanını 1962 yılında tamamlıyor. Roman, bilebildiğimiz kadarıyla, ilk önce SSCB’de bir dergide Rusçaya çevrilerek yayınlanıyor.

"Türkçe olarak muhtemelen ilk kez Bulgaristan’da, 1964 yılında basılıyor. Aynı yıl, SSCB’de kitap olarak yayınlanıyor. Tabii yine Rusça. Aynı yıl, Fransa’da Fransızca olarak. 1966 yılında Türkiye’de yapılan, muhtemelen Türkiye'deki ilk basım. Romana 1967’de Bulgaristan’da yapılan Türkçe toplu eserler baskısı içinde de yer veriliyor. Bunlar romanın 1960’lardaki başlıca basımları.

"Türkiye dışında, Bulgaristan, SSCB ve Fransa’da yapılan bütün bu basımlarla, Türkiye’de 1960’lı yıllardan itibaren yapılan ve bugün de yapılmakta olanlar arasında, oldukça önemli bir farklılık var.

"Romanın sonunda bir şiiri var Nâzım’ın. Türkiye dışındaki bütün baskılarda bu şiir şöyle:

Komünistim,

Sevdayım tepeden tırnağa,

sevda: görmek, düşünmek, anlamak,

sevda: doğan çocuk, yürüyen aydınlık,

sevda: salıncak kurmak yıldızlara,

sevda: dökmek çeliği kanter içinde,

Komünistim,

sevdayım tepeden tırnağa…

"Aynı şiirin Türkiye’de 1960’lardan itibaren bugüne kadar yapılmış ve bugün de yapılmakta olan istisnasız bütün basımlarında ilk ve son iki dizesi şöyle:

Emekçiyim,

Sevdayım tepeden tırnağa…

 

"Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim’in Türkiye’de 1960’lardan itibaren yapılan basımlarındaki farklılık, kısmen yasalardan kısmen de yayıncılardan kaynaklanıyor.

 

"’Komünizm propagandası’ olduğu gerekçesiyle Nâzım’ın diğer eserleri gibi, bu romanın da, değiştirilerek yayınlandığı anlaşılıyor. Ancak, şiirlerdeki ‘komünistim’, ‘komünizm’ gibi sözcükleri komünizm propagandası oldukları gerekçesiyle yasaklayan yasalar kalkalı uzun zaman oldu.

 

"Örneğin, Yapı Kredi Yayınları bu ortamda, 2002 yılının Temmuz ayından başlayarak 2017 yılının Nisan ayına kadar ‘Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim’in tam 20 baskısını yapmış ve de roman Türkiye’deki onbinlerce okura, hiç gereği kalmamışken, aslına uygun olmayan haliyle sunulmuş."

 

Yani "komünistim" kelimesi sansür edilerek…

 

Başucumuzdan eksik etmediğimiz Sofya baskısı toplu eserlerin yedinci cildinde yer alan romanda "komünist" kelimesi var. 1976’da Moskova’da şahsen tanıştığımız, Nazım’ın evini ve anıtkabrini ziyaretimizde bize mihmandarlık eden, Nâzım’a sevgisine ve saygısına bizzat tanık olduğumuz Ekber Babayev’in kelime değişikliği yapmış olduğunu düşünmemiz mümkün değil.

 

Ya Fransızca baskısı? Çevirmeni Münevver Andaç’ı düşünüyorum…  Sürgünümüzün ilk yılında Paris’te tanışarak dost olduğumuz, 1980 darbesinden kısa bir süre önce Normandie’de Fahrettin Petek ve Mina Urgan’la birlikte iki hafta kavgayı ve özlemi paylaştığımız bu çilekeş insanı… Kitabın Fransızcası’na «komünist» kelimesini bir dayatmayla koyması mümkün mü?

 

Hem de Nâzım Hikmet’i Türkiye’de zındandayken bir komünist şair olarak sevmişken…

 

Ulvi İçli haklı olarak soruyor:

"Bu, aynı zamanda, Nâzım’ın yurttaşlarına, halkına, Türkçe okuyan okurlarına da yapılmış büyük bir haksızlık ve saygısızlık.

"Ancak, dahası da var.

"Nâzım’ın romanının bugün satılmakta olan 2013 tarihli ve İngilizce’deki ABD basımı da, Nâzım’ın orijinal yazımını değil, Türkiye’deki aslına uygun olmayan basımı esas alıyor. Bu basımda, İngilizcesi ile, şiirde, ‘I’m a communist’ yazılı olması gerekirken, ‘I’m a worker’ yazılı.

"Bu, dünyanın dört bir köşesinde Nâzım’ı tanıyan ve İngilizce okuyan okurlara, Nâzım’ın eserinin değiştirilmiş haliyle sunulması anlamına geliyor.

"Nâzım’a ve Nâzım’ın Türkçedeki okurlarına yapılan haksızlık ve saygısızlık, İngilizce gibi bir dildeki basım ile uluslararası bir ölçeğe yerleşiyor. Nâzım’ın romanını bütün dünyada İngilizcesi’nden okuyan milyonlarca insanın, eseri aslına uygun olarak okuma hakkına saygı duyulmuyor.

"Nâzım, kendisi eserlerini nasıl yazdı ise, öyle okunabilmelidir.

"Hiçbir şahsın ya da kurumun, Nâzım’ın eserlerinin içeriğini değiştirme hakkını kendinde bulamaması gerekir.

"Bu, Nâzım’ın, en temel hakkıdır.

"Bu, Nâzım’ın yurttaşlarının, dünyanın dört bir yanındaki okurlarının, dostlarının ve kardeşlerinin hakkıdır."

Gazeteci, yayıncı ve insan hakları savunucusu olarak aynen katılıyorum…

 

 

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
Doğan Özgüden Arşivi