Bediüzzaman’dan Nurcu kamuoyuna ikaz!

Ey Nurcular ey Müslümanlar! Bediüzzaman gibi manayı lafza, hakkı güce, aklı algıya, doğruyu yalana, adaleti zulme tercih edemiyorsanız bari tuttuğunuz oruçlarınızı bozmayın.

Menzil Tarikatı, Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı, Erenköy Cemaati, İsmailağa Cemaati gibi tarikatlardan sonra Nur Cemaatinin ana kolları sayılan Meşveret Cemaati ve Hayrat Vakfı da bu kervana katılarak 24 Haziran seçimlerinde Cumhur İttifakı’nı, Yeni Asya Cemaati ise Millet İttifakı’nı destekleyeceklerini yayımladıkları birer bildiri ile kamuoyuna ilan ettiler. Sosyo-siyasal meselelere ‘din-devlet-vatan’ merkezli yaklaşan ve medyada ana akımın dışında sayılıp görece medyatik olmayan Nurcular ve tarikatlar ise müntesiplerinin iradelerini bağlayıcı bildirilerden uzak kalıp olup biteni sessizce izlemekle yetiniyorlar.

Tabi ki bireyin iradesine ipotek koymadan herkes(im)in istediği parti veya ittifakı desteklemek için basın bildirisi yayımlamakta özgür olması gerekir. Bu, normal olandır. Fakat konu, sevenleri ve okuyucuları milyonları bulan, tüm insanlığın malı olan Risale-i Nur olunca beyanat, tavır ve duruşlarımızın Bediüzzaman’ı doğru temsil etmesi gerektiği hem bir dini-ahlâki görev hem de O’nun değerli emeğine, anısına bir vefa borcumuz olduğunu da unutmamamız lazım.

Bu yazıda tarikatları dinleyici, Nurcuları muhatap aldığımı belirterek Seîdê Kürdî nam-ı diğer ile Said-i Nursi’nin İslâm Şeriatı’nda siyasete ayırdığı yüzde birlik yerin ne anlama geldiğini, siyaseten durduğu bir yer varsa o yerin otoriter değil özgürlükçü, çoğunlukçu değil çoğulcu özetle kanun-adalet-özgürlük endeksli bir İslâm olduğunu konu edinecek uzun bir makaleye de şimdilik girişmeyeceğim.

Bu yazıda vurgulamaya çalıştığım şey; Nursi’nin Adnan Menderes ve Celal Bayar şahsında tüm siyaset erbabına yazdığı önemli mektuplarında öne çıkan üç mesaja başta Nurcuların olmak üzere kamuoyunun dikkatlerini çekmektir.

Birinci Mesajda: Kur’an’ın asırlardır haykırdığı ‘adalet ilkesine’ ikaz vardır. ‘Suç ve cezanın şahsiliği’ (Fatır: 18, Necm: 38) olarak tanımlanan ve modern hukukun da gereği olan bu temel kanunun anayasada referans olarak kabul edilmesinin zaruretine parmak basmıştır. Aksi takdirde bir cani yüzünden bireyin akrabalarını hatta bağlı bulunduğu aşiretini, köyünü, partisini suçlu gösterip bir hatayı, bir cinayeti binlere çıkararak kırk masumu kesecek, bir köyü yakacak gibi dehşetli zulümlere meydan açarsınız diyor ve mesela sorguluyor: "İki yüz adamın kurşuna dizilmesini 20 senedir niye nazara almıyorsunuz..!"

İkinci Mesajda: Hz. Peyğamber’in 1400 yıl önce vurguladığı ve modern toplumların da kabul ettiği siyasetin topluma hizmet veren bir kurumdan ibaret olduğu gerçeğine ihtar etmiştir. Yani: Reislerin, bakanların, valilerin ‘memurluk halka bir hizmetkârlıktır.’ Prensibiyle hareket etmeleri şarttır. Aksi takdirde memuriyete, bürokrasiye büyük rüşvetler verip o koltuk ve makamlara geçici emanetler değil ğasp edilmiş mallar olarak konup buyurgan, emredici, kibirli bir dille halka tepeden bakan bir anlayış egoperest ve firavnmeşrep memurlar, ağa ve reisler doğurması kaçınılmazdır.

Üçüncü Mesajda: Türkiye ve İslam alemine yine ölümsüz ve anlamlı bir çağrı vardır: "Türkçülük ve Arapçılık yerine İslâmın kutsi Milliyeti’ni esas seçin!" Yani yargılamalarda ve idarede, serveti, imkân ve fırsatları paylaşmada milliyetçilik yapmayın! ikazıdır. Pekiyi, haklı olarak kutsi İslâm Milliyeti nedir? Diye sorabilirsiniz. Bizim Nurcu ve Dinci mahallenin hoşuna gitmeyecek ama belirtmeliyim ki her zaman dem vurmaktan geri kalmadığınız ve Üstad’ın ise içini doldurarak egemen olmasını istediği kutsi İslam Milliyeti kavramı; hiçbir aile, zümre, sınıf, parti ve nihayet hiçbir ırka ayrıcalık tanınmadan tüm renklerin eşit olarak kabul edilmesine tekabül ediyor. Yani bir ülkenin anayasasında ve pratik hayatta tüm diller, ırk ve renkler hukuk önünde eşit kabul görmüyorsa orda İslâm Milliyeti egemen değildir dolayısıyla kardeşlik, hak, ehliyet ve liyakat değil yolsuzluk, kayırma, ırkçılık, ayırımcılık ve zulüm egemendir demektir.

Şimdi bu üç altın mesajı dikkate almadan "Bu Fetöcüdür, Bu Bölücüdür, Bu Dinsizdir!" gibi güncel kutuplaştırıcı, demonize edici dil ve üslubu sorumsuzca kullanan ehl-i siyaset ve onlara körü körüne tabi olan toplum için bir de öngörüde bulunuyor Bediüzzaman:

"Bir taifeden, bir cereyandan, bir aşiretten bir ferdin hatasıyla o taifenin, o cereyanın, o aşiretin bütün ferdleri mahkûm ve düşman ve mes'ul tevehhüm ediliyor. Bir hata, binler hata hükmüne geçiriliyor. İttifak ve ittihadın temel taşı olan kardeşlik ve vatandaşlık, muhabbet ve kardeşliği zîr ü zeber ediyor…

Birisinin hatasıyla başkası mes'ul olamaz. Kardeşi de olsa, aşireti ve taifesi de olsa, partisi de olsa o cinayete şerik sayılmaz. Olsa olsa o cinayete bir nevi tarafgirlikle yalnız manevî günahkâr olup âhirette mes'ul olur; dünyada değil. Eğer bu kanun-u esasî çabuk düstur-u esasî yapılmazsa, toplumsal yaşam, iki Dünya Savaşı’nın gösterdiği yıkımın benzeriyle esfel-i safilîn olan o vahşi gericiliğe düşecek. (Emirdağ Lahikası)

Ben de diyorum ki;

Ey Nurcular ey Müslümanlar! Bediüzzaman gibi bu ilkeleri savunamıyorsanız, O’nun gibi manayı lafza, hakkı güce, aklı algıya, doğruyu yalana, adaleti zulme tercih edemiyorsanız yani doğru, onurlu bir tavır takınamıyorsanız bari tuttuğunuz oruçlarınızı bozmayın ve Üstadımızın sizin bizim gibi acemileri hakikaten ahlâk ve değerlerimizi aşındıran kirli ve beşeri siyaset vartalarından korumak için keşfettiği "Eüzü Billâhi mineş-Şeytani wes-Siyaseti" düsturuna sığının. Hiç olmazsa taraf gözetmeden yürütmekle sorumlu olduğumuz elmas iman hizmetine avdet edin!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Muhammed Salar Arşivi