Bir kitap: Hey Garson!

Bir kitap: Hey Garson!
Murat Sevinç usta bir aşçı gibi mutfakta tek tek hazırladığı yemekleri, yani yazılarını, bu kez garsonluk deneyimiyle tepsi içinde, yani kitap haliyle masaya servis ediyordu.

Mustafa TİGREK


Ankara yolculuğum için internetten biletimi alırken, ince eleyip sık dokumuştum. Gün ortasında yola çıkacaktım. Ön koltukta oturacaktım. Bir yandan etrafı seyredecek, arada bir iki fotoğraf çekecek, belki bir ikisini eşe dosta gönderecek, arada sırada da internete bakacaktım. 

Bolu tünelinin Ankara istikametine kapalı olduğunu okumuştum. Henüz ortalık aydınlıkken, Bolu Dağı'nı da aşacaktık.

Peki ben ne yapıyorum? Tamam yoldayım, otobüsteyim, 2 numaralı koltukta oturuyorum. Ama Murat Sevinç'in "Hey Garson!" kitabını okuyorum. 

Evdeki hesap otobüse uymadı. 

***
Yola çıkmadan önceki akşam, internete bakarken, kitaptan haberim oldu. Murat Sevinç’in yazılarını Duvar ve Diken sitelerinden zaten takip etmekteydim. 

Bu sebeple Duvar’da yazmış olduğu garsonluk anılarını zaten okumuş olmalıyım. Ama Murat Sevinç, usta bir aşçı gibi mutfakta tek tek hazırladığı yemekleri, yani yazılarını... bu kez garsonluk deneyimiyle tepsi içinde, yani kitap haliyle… masaya servis ediyordu.

Bu fırsatı kaçıramazdım.

Kadıköy’de servise binmeden önce, hemen yakındaki kitapçıya sordum. Orada bulamasaydım, ikinci bir kitapçıya soracak kadar zamanım yoktu.

Otobüse binerken, yanımda "Hey Garson!" kitabı da vardı.

***
"Neden Ankara'yı seviyorsun? diye soruyorlar. Hadi sevmeyin bakalım" diye biten ilk öyküyü okuduğumda, Ankara uzaktaydı. Gebze’ye yeni varmıştık.

***

Servis masasını açtığımda, önceki yolculardan kalan çay ve meşrubat lekeleri, ön camdan gelen ışık nedeniyle, olduğundan daha fazla dikkat çekiyordu.

Henüz Fransız lokantasının Mısırlı sahibinin faşist ruhlu Alman karısının, lavabonun temizliğini, ıslattığı parmağıyla ovarak kontrol etme yönteminden haberim yoktu. Onu ancak Adapazarı civarındayken öğrenecektim.

Bu yüzden, dilimle ıslatıp, masayı bir iki ovduktan sonra, parmağımı bizim garsonun gözüne doğru uzatmak aklıma gelmedi.

Garson dediğim, bizim muavin. Biz otobüste garsona, muavin diyoruz.

"Kağıt mendil veya benzeri bir şey var mı acaba?" diye sorup, aldığım peçetenin bir tarafını ıslatarak, kendim sildim.

***
Bir ara başımı kitaptan kaldırdığımda, sağımdaki denizi, solumda gördüm. Ne ara İzmit’i geçmişiz, Sapanca'ya varmışız… farkında değilim.

***
Otobüste, ben müşteri oluyorum, tamam. Muavin de garsona tekabül ediyor.

Burası anlaşılıyor.

Sürücüye takıldı kafam.

Sürücü, Türk lokantasındaki "menıcır" mı, yoksa Fransız lokantasının Mısırlı sahibi mi oluyor? 

İlk etapta bilemedim. Sonra şu sonuca vardım:

Sürücü, aynı zamanda, aracın sahibi ise belli bir komisyon karşılığında, şirketin logosunu taşıyorsa, Fransız lokantasının Mısırlı sahibi olmaya daha yakın.

Yok eğer, zaten ücreti karşılığında sürücülük yapıyorsa, garson sayılır. 

Şef, "menıcır" vs. gibi farklı bir isimle adlandırılabilir, ama bence garson.

En azından patron değil.

***
Tabii lokantada müşteri olmak veya otobüste müşteri olmak biraz farklı.

Lokantada hesabı, işiniz bittiğinde ödüyorsunuz. Otobüste ise önceden.

Dolayısıyla, lokantada parmak şıklatmak, hey garson diye seslenmek, arkadaşım bakar mısın? diye el sallamak için manevra alanı daha geniş.

O yüzden, bu tür davranışlara, otobüslerde daha az rastlanır.


Tamam, müşteri profili farklı olabilir... Lokantada yemek yiyen, muhtemelen otobüse daha az biniyor olabilir.

Ama lokantadaki "Hey garson" diyen kişi, otobüste henüz ödemeyebileceği hesap olmadığı için, yani elinde bir koz olmadığı için… muhtemelen çekingen bir el hareketiyle servis düğmesine basıp, gelen muavine meramını alçak sesle aktarıyordur.

***
Neyse ki otobüste, muavin ya da sürücünün müşterileri numaralandırıp, dedikodusunu yapacak ortam yok. 

Dar bir alan. Her konuşma birileri tarafından duyuluyor.

Yani, önce, öyle zannettim

***

Mola yerindeyiz, çay içiyorum. Sürücülerin ve muavinlerin yemek yediği, paravanla ayrılmış, özel bölüme takıldı gözüm.

"Tabii ya!.." dedim. Ben şimdi o paravanın arkasında, 2 numara oldum. 

Artık ne 21’in peruğu, ne 18’deki kadının göz alıcı dekoltesi, ne 29’daki delikanlının şımarıklıkları, ne 11’deki yaşlı adamın bitmeyen istekleri kalmıştır, konuşmadıkları.

***
Son yolcunun ardından otobüse atlayan muavinle göz göze geldik.

Ters ters baktım. 

Bana, 2 numara muamelesi yaptığım için olduğunu anladı mı? Bilemedim.

***
20’li yaşlarda bir gencin lisan öğrenmek için gittiği Londra’da garsonluk yaparken, deneyimleri anlatılıyor kitapta.

Yaşandıktan çeyrek yüzyıl sonra anlatılıyor olması, bir garsonun anılarından çok daha fazla, katman katman deneyim barındırıyor.

Bu deneyime eşlik etmek isterseniz, alın, okuyun derim.

Kendi deneyiminizi oluşturun.

Ben öyle yaptım. Keyifle.

(Hey Garson!, Murat Sevinç, April Yayıncılık, 2018)

 

Öne Çıkanlar