Bir vapur geçer Varna önünden…

Büyük ozanımızın sürgün yaşadığı kentlerden Varna'da Türkiye'nin bugünkü islamo-faşist diktatörüne utanç verici ağırlamanın ardından…

Nazım Hikmet'in sürgün şiirleri içerisinde en duygusal olanlarındandır Bulgaristan'ın Varna sahil kentinde yazdıkları… 1957 yılının Mayıs ayı sonlarında Münevver’in doğduğu ıhlamur kokan Sofya üzerinden Varna’ya gelmiştir...

Bir vapur geçer Varna önünden,
uy Karadeniz'in gümüş telleri,
bir vapur geçer Boğaz'a doğru.
Nazım usulcacık okşar vapuru,
yanar elleri...

Sonra geride bıraktığı oğlunu düşünür:

Karşı yaka memleket,

sesleniyorum Varna’dan,

işitiyor musun?

Memet! Memet!

Türkiye'de Menderes diktasının iyice kurumlaşmaya başladığı yıllardayız… Biz sol düşünceli genç gazetecilerin milliyetçi-islamcı DP iktidarına karşı gazeteciler cemiyetleri ve gazeteciler sendikalarında örgütsel mücadelenin temellerini atmaya çalıştığımız yıllar…

O yıllarda henüz sosyalist ülkeler safında bulunan Bulgaristan'ın ve Macaristan'ın Türkiye'de de çok izlenen Sofya ve Peşte radyolarının Türkçe yayınlarında Nazım Hikmet'i kendi sesinden dinlemeye çalışıyor, şiirlerini çalıştığımız gazetelerde olamasa da, örgütsel toplantılarda, dost sohbetlerinde yansıtmaya çabalıyoruz.

                                                                       …

İnci'yle birlikte bir sürgün olarak Nazım'ın Varna'sıyla tanışmamız 1975 yılı yazında…

Soğuk savaşın son yılları… ABD yıllardır sürdürdüğü Vietnam savaşında yenik düşmüş, ülkenin kuzeyi ve güneyi tek sosyalist devlet bayrağı altında birleşmiş, Kamboçya ve Laos'ta da sol güçler ülke yönetimlerini ele geçirmiş...

Sanırım Sovyet halkının 1943'teki Stalingrad zaferi, Kızılordu'nun 1945'te Reichtag'a Sovyet bayrağını dikmesi, 1949'da Çin Halk Cumhuriyeti'nin kurulması, 1957'de uzaya Sputnik'in fırlatılması, 1959'da Küba Devrimi'nden beri dünya solu 1975'te yeniden uluslararası arenadaki en destansı dönemlerinden birini yaşıyor.

Davetlisi olduğumuz Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (IOJ)'un Varna'daki tatil yerinde Sovyetler Birliği ve Demokratik Alman Cumhuriyeti dahil sosyalist ülkelerden gelmiş gazetecilerle söyleşiyoruz. Çoğu ABD'nin başını çektiği kapitalist sistemin çöküşünün son derece yakınlaştığı beklentisi içinde...

Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET)'nin ve NATO'nun genel merkezlerinin bulunduğu Brüksel'den geldiğim için Batı dünyasının bu iki kurumunun son gelişmeler karşısındki tepkisinin ne olduğu, bunalıma girip girmediği soruluyor.

Sovyetler Birliği'nin başını çektiği ve diğer sosyalist ülkeleri bünyesinde birleştiren Karşılıklı Ekonomik Dayanışma Konseyi (COMECON) ve de askersel Varşova Paktı'nın ergeç uluslararası planda daha ağır basacağı üzerine bahse giriliyor.

Ben Avrupa ve Amerika'daki basın sendikalarını ve derneklerini bir çatı altında toplayan Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (FIJ)'in 60'lı yıllardan beri üyesiyim. Gazetecilerin ifade özgürlüğü ve sosyal güvenlikleri açısından o soğuk savaş yıllarında iki taraflı neler yapabileceğimizi tartışıyoruz.

Herşey iyi hoş da, ya iki yıl önce Şili'deki ABD destekli askeri darbe, Bulgaristan ve Sovyetler Birliği'nin sınır komşusu Türkiye'de sol güçlere karşı sürüp giden baskı ve engellemeler?

Hele hele Ağustos'ta Sovyetler Birliği'nin ABD, Kanada ve 35 Batı ülkesiyle birlikte imzalayacağı Helsinki Sonuç Belgesi?

Türkiye'de ya da Şili'de olup bitenlere duyarlılar, ama onlar için güncel sorun Batı-Doğu yakınlaşmasının önümüzdeki yıllarda kaydedeceği gelişmeler… Herkes son derece iyimser… Böyle bir belge imzalansa da son çözümlemede sosyalist sistemin ağırlığını taşıyacak.

Leonid Brejnev henüz iktidarda…

Kafamda binbir soruyla dönüyorum Brüksel'e… Yıllarca SSCB Komünist Partisi çizgisine yakın Türkiye Komünist Partisi ve Türkiye İşçi Partisi yöneticilerinin Helsinki açılımını göklere çıkartan ateşli mesajlarını dinliyoruz.

                                                                          ….

Ve de Türkiye'de 1980 Darbesi…

Faşist askeri cunta tüm sol güçleri sendikaları, sivil toplum kuruluşlarını ve Kürt direniş örgütlerini vuruyor… Kitlesel tutuklamalar, işkenceler, vatandaşlıktan atmalar…

Onlar için pek de dert değil… Varsa yoksa Helsinki ruhu… Daha önce de defalarca yazmıştım…

TKP taraftarlarının Kurtuluş Gazetesi 15 Nisan 1981 tarihli sayısının birinci sayfasında Evren ile Brejnev'in yanyana fotoğraflarını "Türk-Sovyet Dostluğu 60 yaşında" başlığı altında yayınlıyor.

O da yetmiyor, cunta şefi Evren 25-28 Şubat 1982'de Bulgaristan'a yaptığı ziyarette "Büyük Balkan Yıldızı" nişanıyla taltif ediliyor.

Fizik özürlü Brejnev'in 10 Kasım 1982'de görevden çekilmek zorunda kalması üzerine Helsinki sürecini onun yerine arka arkaya parti genel sekreterliği görevini üstlenen yaşlı parti bürokratlarından Yuri Andropov ve Konstantin Çernenko yürütmeye çalışıyor.

Ama 1975'te Vietnam halkının zaferiyle prestijinin zirvesine ulaşan Sovyetler Birliği, on yıllık aradan sonra artık kapitalist sisteme son darbeyi vurması beklenen süper güç değil.

11 Mart 1985'te başlayan Mihail Gorbaçov dönemi 1991'de sadece Sovyetler Birliği'nin değil, aynı zamanda COMECON ve Varşova Paktı'yla birlikte dünya sosyalist sisteminin de çöküşüne tanık oluyor.

Nedenleri ayrı bir tartışma konusu… Özellikle de SBKP'nin en sadık destekçisi olan o dönemin sol partiler yöneticilerinden hayatta kalanlarının tartışmaları gereken bir konu.

                                                                    ….

Konuya Varna'yla girmiştim…

Varna'yı son görüşüm, Bulgaristan'da Todor Jivkov yönetiminin tüm Türk kökenlileri Bulgarlaştırma, Türk isimlerini Bulgar ismine dönüştürme operasyonunun en acımasızca uygulandığı 80'li yılların sonundaydı. Daha önceki gidişlerimde sosyalist sistemin verdiği çeşitli güvencelerle mutlu yaşayan Türk'lerin bu "isim değiştirme" zorlamasından dolayı çektikleri acıya içim burkularak tanık oldum. Varna'dan Sofya'ya dönüşümde partili Bulgar meslekdaşlarımla tartıştım.

"Bu Jivkov deli mi? Türk Devleti'nin kendi azınlıklarına yıllardır uyguladığı ırkçı baskılara mı özeniyor? Unutmayın… Her yıl yüzbinlerce göçmen işçimiz ülkelerine tatile gitmek için sizin topraklarınızdan geçiyor. Biz yıllardır örgütlerimizle, yayınlarımızla sosyalizmin insan onuruna en yakışır sistem olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Sizin yöneticilerinizin yaptıkları Türk Devleti'nin Kürt halkına ve diğer azınlıklara yaptığı ayrımcılık ve baskılar kadar utanç verici…"

Gözlerinde acılı bir ifade, susuyorlardı…

Devran değişti… Artık ne Sovyetler Birliği'nde Türkiye'nin 1971 ve 1980 darbesi kurbanlarıyla hiçbir dayanışma göstermeyen Brejnev, ne de Bulgaristan'da Evren'e "büyük Balkan nişanı" verip Türkleri Bulgarlaştırmaya çalışan Jivkov var…

Onlar yok ama, Bulgaristan'da Avrupa Birliği dönem başkanı sıfatıyla o güzelim Varna kentinde AB yöneticilerini Erdoğan faşistiyle buluşmaya zorlayan, adı binbir yolsuzluk olayına ve mafya ilişkisine karışmış olan Boyko Borisov var….

Borisov malum da, AB kurumları yöneticilerinin, Afrin'i islamcı çapulculara işgal ettirerek Kürt halkının yaşamını, varlığını ve tüm tarihsel değerlerini ayaklar altına alan Türk Ordusu başkomutanı Recep Tayyip Erdoğan'la o güzelim Varna'da bir ziyafet masasında bir araya gelmesine, ardından da kırk yıllık dostlar gibi sarmaş dolaş fotoğraf çektirmelerine ne demeli?

Kaç kez yazdım, tekrarlıyorum… Bunun 1938'de Britanya Başbakanı Chamberlain'ın dünyayı kana boyamaya hazırlanan Hitler sapığının ayağına giderek Münih'te sarmaş dolaş olmasından farkı ne?

Evet, görüşmede Ege sorunu ve Afrin işgaliyle ilgili bazı değinmelerde bulunmak zahmetine katlanmışlar… Ama ertesi gün Erdoğan havuzundaki Türk medyasının birinci sayfaları "Ortak çıkar buluşması", "Varna'da bahar havası", "Zorlu günler geride kalsın", "Güçlü Avrupa'yı birlikte inşa edelim" manşetleriyle donanmıştı.

Temel hak ve özgürlüklere, insan haklarına saygıyı temel düstur ilan eden Avrupa Birliği'nin ağa babalarının, bu manşetlerin çevirilerini okuyunca, yüzleri bir nebze kızarmış mıdır?

Hemen ardından ABD başkanı Trump, Türkiye konusunda zaman zaman eleştirel açıklamalar yapan Fransa Cumhurbaşkanı Macron'a telefon ederek Suriye'deki ortak stratejik zorluklar konusunda Türkiye ile işbirliğinin güçlendirilmesi gereğini dayatıyor.

Afrin'deki Kürt halkını çoktan Tayyip'e satmış olan Rusya devlet başkanı Putin'in de artık söyleyebileceği yeni bir şey yok… Nasıl olsun ki ABD ve AB üyelerinin çoğunluğu Rus diplomatlarını ardarda sınırdışı ederken Putin'in dostu Erdoğan "Bir iddiaya istinaden bazı ülkeler bir adım attı diye, biz de aynı adımı atalım şeklinde bir anlayış içinde olmayız" diyerek kuzey komşusunun bundan sonraki desteğini de garantiye alıyor.

Tüm bunlar olurken, başta Kürt örgütleri olmak üzere Türkiyeli demokratik kuruluşların oluşturduğu Afrin Platformu Avrupa Birliği'nin ve NATO'nun merkezi Brüksel'in meydanlarında ve caddelerinde ardarda işgali protesto ve Afrin halkıyla dayanışma gösterileri düzenliyor.

Belçika medyası suskun… Belçika siyaseti, en sol geçinenleri dahil, suskun…

Nazım Hikmet'i dinliyorum yine Varna'dan:

Yürek değil be, çarıkmış bu, manda gönünden,
teper ha babam teper
paralanmaz
teper taşlı yolları.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi