bu sefer enseyi karartsak mı acaba?

beni en şaşırtan, muharrem ince’den, taraftarlarını sokağa çağırmasının, onlara öncülük, liderlik etmesinin beklenmesi oldu.

bir konuda ısrarlıyım; hayatın amacı umutlanmak değil, mutlu olmaktır; kendini gerçekleştirerek, sevdikleriyle birlikte olarak, yaşam kalitesini istediği noktaya getirerek, hedeflerine ulaşarak, ilgilendiği bir konuda başarı kazanarak… bunun binbir yolu var ama insan ümit eden hayvan değil arkadaşlar. o yüzden ara sıra "enseyi karartma"nın da bir mahsuru yok. ve sanırım o anlardan birindeyiz.

hdp’nin barajı aşması şu seçimde birçoğumuzun dileğiydi ama barajı kaçıncı aşışı bu ve daha önce de parlamentodaydı. ve pek bir işlevinin kalmamış olmaması gerçeğini bir yana bıraksak bile, meclis’le ilgili umut duyulacak bir şey göremiyorum. malum, akp’nin milletvekili sayısının düşmüş olması sevindirici ve bir sürecin başladığına işaret ediyor ama bu onu mhp ile birlikte hareket etmeye zorlayacak. şunu hatırlatmak istiyorum, mhp bir dönem merkez sağ bir parti olmaya niyetli olduğunun işaretlerini vermişti. ama o dinamik bugün iyiparti’de. (iyi yanından bakarsak, chp ekmelettin gibi münasebetsizliklere yeltense bile yapamaz.) mhp’nin akp’ye dayatacağı şeyler akp’yi mumla aratabilir. nitekim, bahçeli tehditler içeren "teşekkür" ilanıyla ufak ufak ısınmaya başladı. iyiparti’nin özellikle mevzu kürtler oldu mu, bütün gerilimleri teferruat sayıp cumhur ittifakına yedeklenmesi ihtimalini de unutmamak gerek.

seçim öncesini de kapsayan ve yarına uzanan bir dönemde yapılabilecek hataların başında meselenin merkezine chp-hdp rekabetini koymak geliyor bence. nitekim muhalefet içinde akp’nin kaması gibi işlev görenler seçim öncesi bunu denedi. iki gündür yürüyen, kim kime emanet oy verdi tartışması da çok farklı değil. seçmen kendi sağduyusuyla bir yordam bulmuşken ve istatistikler muğla’nın hdp’den, diyarbakır’ın ince’den oy esirgemediğini gösterirken bu tartışma ancak siyasi hırsla açıklanabilir.

bugün yapılabilecek ikinci yanlış da, bence bu seçimlerde olup biten her şeyi seçim gecesini merkeze alarak düşünmek olacak. dünyanın pek çok yerinde her kritik anda halktan gizlenen şeyler olur ama bu özel anda, bunun gidişatı değiştirecek çapta olduğuna inanmıyorum. sandıkların korunması meselesinin ne kadar hayati olduğunu biliyorduk, referandum’da o ıslak imzalı tutanakların önemini anladık çünkü onlar olmayınca itiraz edilemiyor ve siz de takdir edersiniz ki referandum’un ardından itiraz edebilmek çok daha önemliydi. üstelik sokak günler boyunca boş kalmamıştı. durum bu kadar açık ve yapılacak iş sınırlı ve belliyken, bu konuda neden bu kadar çok sayıda birbirinden ayrı çalışma yapıldığını, neden tek bir çalışmaya bütün deneyimin, gücün ve bilginin aktarılmadığını ve neden bu önemli işe enerji ayrılmadığını, örneğin birkaç eylemden vazgeçilip o gün dinlenmiş, işe hakim insanların iş başında olmasının sağlanamadığını anlayamıyorum.

seçimlere yönelik baskı ve müdahale çuvallarla, tutanaklarla sınırlı değil tabii ki. ülkenin batısında yaşayanların bölgede seçimlerde neler olup bittiğini, seçimlerin nasıl geçtiğini idrak etmesi konusunda bugüne kadar zorluk yaşanıyordu. fakat bu seçimde, suruç’ta seçim öncesi olanların sosyal medyaya yansıması ve daha sonra oraya giden müşahitlere yapılan saldırı, durumu değiştirdi. suruç’a giden ekibi örgütleyen mehmet ali çelebi’nin ergenekon davasından hapis yatmış olması zaten dikkate değer, öte yandan türkiye’nin batısı, olup biteni ondan dinlemeseydi inanır mıydı acaba? bunun da önümüzdeki günlere dair fikir veren bir işaret olabileceğini düşünüyorum. 

bana sorarsanız, iktidar karşıtı mücadele açısından, chp’de kemal kılıçdaroğlu yerine muharrem ince’nin tarzının, çizgisinin egemen olması daha hayırlı. ama cumhurbaşkanlığı için, matematik bunu gerektirmediği halde ona oy veren hdp seçmenleri, o malum basın toplantısında demirtaş’tan "şahıs" diye bahsettiğinde sanırım bir sorgulama yaşamışlardır.

ama beni en şaşırtan, muharrem ince’den, taraftarlarını sokağa çağırmasının, onlara öncülük, liderlik etmesinin beklenmesi oldu. gezi yaşanmamış olsaydı, süper-liderlere dayanan siyasete bel bağlanması yine biraz olsun anlaşılabilirdi. fakat gezi’den, halkın ancak kendi kendisini örgütleyerek harekete geçtiğini de öğrenmediysek, ne öğrendik arkadaşlar? bırakın bir kişiyi, çok taze bir lideri; bir örgüt dahi, "sudaki balık" kadar halkın parçası olduğunda bile, ancak halkın hareketine yön verebilir. "lenin’in işaretiyle ayaklanan partizan" ancak marşlarda. o da lenin ve işareti kendisinin değil, örgütün yetkili kurullarının kararı. ve ayaklanan da partizan!

bir kere daha gördük ki seçmen kararını mitinglerle, parti arabalarından yükselen marşlarla vermiyor. bunlar en fazla kendini hatırlatma, gövde gösterisi anlamına geliyor. seçmen, medya ve siyasal olmayan kamusal alanda yaptığı sohbetlerle yönünü çiziyor. yani akşam televizyon izliyor, ertesi gün tezgâh başında, büroda, kabul gününde, kahvede sohbet ediyor. ilki elimizden alındı ama bize benzemeyen kimseyle sohbet imkânımız yoksa, bırakın siyaset tarzımızı, hayat tarzımızı sorgulamakta yarar yok mu? halkı seçimden seçime selamlaşılacak seçmenler olarak görmek adında halk geçen partilerin işi olabilir mi?

daha önemlisi şu bence: başta hdp olmak üzere solun, kilit pozisyonda bulunmasıyla yetinecek miyiz yoksa anahtarın ta kendisi olmayı mı hedefliyoruz?

hdp ve onun omurgasını oluşturan partiler, bugün oldukları güç haline gelirken, her mahallede, her sokakta halk toplantıları yaparak, insanlarla birebir ilişki kurarak örgütlendi. hdp’nin aynı şeyi istanbul’da, izmir’de, manisa’da ve oy aldığı tüm illerde yapmaması için bir sebep yok; sadece kürtler arasında örgütlenmesi için de bir sebep yok. ama şunu da unutmamalı; bugün, hdp’ye azıcık uzaktan bakanlar, siyasetinin merkezinde akp karşıtlığının yanında, halkların kardeşliğini görüyor; bir de kadınların güçlü temsilini. ama bunlar yeterli değil. akp iktidarı karşısındaki kararlılığın ve demirtaş’ın hitabetinin çok şeyi değiştirdiğini gördük. ama şu bıktırıcı "pkk ile bağlarını kesmeleri gerek"ten kurtulmak zor. ve çaresi de kürt meselesiyle ilgili siyaseti değiştirmek değil. bunun yolu parti siyasetinin merkezine, "bir arada yaşama"nın dışındaki temaları taşımaktan geçiyor bence. hdp, yoksulluktan, grevlerden, khk’lara karşı direnişten söz etmeye başlasın, çevresindeki "baldırı çıplaklar" sadece kürtler olmasın, çok şey değişir ve bu hiç de imkânsız değil.

eskisi gibi olmuyorsa yeni yollar bulalım, yeni yollar açalım. umut da, eğer bunu düşünmemizi engelliyorsa, bizden uzak dursun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
ayşe düzkan Arşivi