Demek ki CHP'nin 'fıtrat'ında var!

Strasburg rezaletinden sonra medyaya yansıyan Anayasa Mahkemesi töreni görüntüleri daha da bir iç karartıcı… Özetle al gülüm ver gülüm…

Geçen haftaki yazımda 1971 ve 1980 darbelerinden sonra Avrupa kurumlarının Türkiye’deki faşist yönetimlere karşı ödün verici tutumlarını anımsattıktan sonra "referandum rezaletinin yarattığı ilk tepkiler yatışınca ‘al gülüm ver gülüm’ günleri tekrar başlayacaktır" demiştim.

Gerçekten başladı da, ama henüz Avrupa kurumları canibinde değil, "orta sol" maskeli olanları da dahil bizim siyaset bezirganları canibinde.

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi13 yıl önce siyasi denetimden çıkardığı Türkiye’yi salı günü yeniden denetime alırken aynı meclisin üyesi 4 CHP milletvekilinin de AKP ve MHP’li milletvekilleriyle birlikte karşı oy kullanması üzerine Koray Düzgören "Al gülüm ver gülüm ülkeyi yönetiyorlar. Niye şikayet ediyoruz bilmem ki? Ülke sanki bir tiyatro sahnesi. Biri kötü polisi oynuyor, öteki iyi polisi. Milletle kafa buluyorlar adeta…" diyerek tepkisini dile getiriyor.

Yavuz Baydar da CHP’nin bu utanç verici tavrı karşısında teşhisini koyuyor: "Eğer AKP demokrasi yolunda herkesi 2002 gerisine savurdu ise; gayet net anlaşıldı ki CHP de 2002'den bu yana Türkiye'nin tükenmek bilmeyen demokratik direnç azmini rehin alıp devletin çıkarlarına emdiren, yalıtan, rayından çıkaran, değişim ruhunun simsarlığını sürdüren tavrında kararlı."

Bu yazıyı 12 Mart cuntasının 11 ilde sıkıyönetim ilan ederek sosyalistler ve Kürtler başta olmak üzere Türkiye’nin tüm demokratik kurum ve kişilerinin kafasına kukla başbakan Nihat Erim’in ifadesiyle "balyoz"u indirdiği, benim ve İnci’nin illegale geçmek zorunda kaldığımız 26 Nisan’ın 46. yıldönümünde yazıyorum.

Koray’ın dediği gibi "iyi polis"i oynamak, Yavuz’un dediği gibi "demokratik direnç azmini rehin almak" CHP’nin "fıtrat"ında var.

43 yıl geriye gidiyorum.

Demokratik Direniş Hareketi adına Cunta’nın insanlığa karşı işlediği tüm cürümleri belgeleriyle ortaya koyan Türkiye Dosyası’nı (File On Turkey) Avrupalı parlamenterlere ulaştırmamızdan sonra Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Siyasal İşler Komitesi 14 Mayıs 1973’te Türkiye için bir alt-komite kurulmasını gündeme alıyor.
Avrupalı demokrat milletvekillerinin istisnasız hepsi böyle bir komite kurulmasından yana. Örneğin ilerideki yıllarda Avrupa Parlamentosu başkanlığı da yapacak olan dostumuz Hollandalı sosyalist milletvekili Piet Dankert "Türkiye Parlamentosu olağanüstü devlet güvenlik mahkemeleri kurulmasına ilişkin görüşmeler yaparken Türkiye için alt-komitenin hâlâ kurulmamış olması üzücüdür. Türkiye’nin en önemli illerinde sıkıyönetim halkı ağır baskı altında tutmağa devam etmektedir. Türk Hükümeti tarafından sık sık ileri sürüldüğü gibi bir ‘uluslararası komünist komplo’nun mevcudiyetine dair kesin bir delil yoktur" diyerek alt-komitenin derhal kurulmasını savunuyor.

Bunlara yanıt vermek üzere AP’li (Adalet Partisi) ve CGP’li (Cumhuriyetçi Güven Partisi) milletvekillerinin yaptıkları konuşmalar tam bir skandal... 12 Mart cuntasının sözcülüğünü üstlenen CGP’li Turhan Feyzioğlu, Dankert’in bizimle dostluğunu ima ederek kendisini teröristlere alet olmakla suçluyor: «Burada yapılan eleştiriler, ülkemin Avrupa Konseyi ile ilişkilerini kopartmak isteyenler tarafından yönetilen kuvvetli bir propaganda mekanizmasından kaynaklanmaktadır... Bay Dankert’in Türkiye ile ilgili bilgileri, Avrupa’da dolaşan yıkıcı elemanlarla, başka ülkelere sığınma olanağı bulmuş teröristlerle kurduğu ilişkilere dayanmaktadır."

Asıl skandal ise CHP Milletvekili Mustafa Üstündağ’ın Ecevit’ten aldığı talimatla yaptığı konuşmada Türk Ordusu’nu savunması:

"Bay Dankert benim ülkemi Yunanistan’la kıyasladığı zaman duygularım rencide oldu. Geçmişte Türk subayları demokrasiye olan saygılarını göstermişlerdir. Bu, uzun deneylerle ispatlanmış bir gerçektir. Özel güvenlik mahkemelerinin kurulmasına CHP olarak karşı değiliz. Sadece bu mahkemelerin hakimlerinin tayin biçimine karşıyız."

Tüm bu engelleme çabalarına rağmen AKPM Siyasal İşler Komitesi 18 Mayıs 1973’te Türkiye için bir alt-komite kurulmasını kabul ederek bu komitenin kuruluş ve çalışma prosedürünü belirlemek üzere İngiliz milletvekili Fitzroy MacLean’ı görevlendiriyor.

CHP’nin alt-komite kurulmasına asıl darbesi 3-5 Temmuz 1973 tarihlerindeki Floransa toplantısında geliyor.

O sırada Bülent Ecevit’in yasama dokunulmazlığının kaldırılması ve kendisinin askeri mahkemede yargılanması girişimleri nedeniyle AKPM üyelerinin çoğunluğu Türkiye için mutlaka özel bir alt-komite kurulmasında ısrar ediyor, ancak Türk parlementerler Turhan Feyzioğlu, Cevdet Akçal ve Orhan Oğuz böyle bir komitenin sadece Türkiye’de değil, tüm Konsey üyesi ülkelerde insan hakları ihlallerini incelemekle görevli olmasında ısrar ederek Ankara rejimini hedef olmaktan çıkarmaya çalışıyorlar.

Tam da bu sırada CHP Milletvekili Mustafa Üstündağ tekrar devreye giriyor. Ecevit’in yasal dokunulmazlığının kaldırılması girişiminin askerlerden değil, CHP’nin gelecek seçimleri kazanmasından endişe eden sağ partilerden geldiğini ileri sürerek Türkiye için özel bir alt-komite kurulmasına karşı çıkıyor, Ecevit’in de bizzat bu görüşte olduğunu, "Demokratikleşmeyi bana bıraksınlar, dışarıdan müdahalelerle benim bu yöndeki gayretlerimi sabote etmesinler" dediğini anlatıyor.

Ve de Siyasal İşler Komisyonu’nun çoğunluğu Ecevit’in şantajına boyun eğerek alt-komitenin Türkiye’nin adını zikretmeksizin kurulmasına karar veriyor.

Ecevit’in iktidar olduktan sonra Türkiye’yi ne denli "demokratikleştirdiği" de cümle alemin malumu…

Bitmedi... Bunun bir 12 Eylül sonrası da var.

12 Eylül 1980 darbesinden sonra Avrupa Ekonomik Topluluğu, Avrupa Konseyi, hattâ NATO Parlamenterler Meclisi, parlamenter rejimin yok edilmesi karşısında eleştirel bir tutum takınırken, üyesi bulundukları parlamento lağvedilmiş, mensup oldukları partiler kapatılmış olan Türk parlamenterlerinin yüz karası tutumu…

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin darbeden sonra Strasbourg’ta yaptığı ilk toplantıya, dört düşük parlamenter Cunta’nın talimatı ve de kapatılmış partilerinin liderlerinin onayıyla Türkiye’yi temsilen katılmakta beis görmüyorlar.

AP’li Cevdet Akçalı’nın bu utanç verici misyonda yer almış olması hiç de şaşırtıcı değil. Acı olan bu teslimiyetçiler arasında CHP’li milletvekili Turan Güneş’in, CHP’li senatör Besim Üstünel’in ve de paşa damadı kontenjan senatörü Metin Toker’in de yer alarak Avrupa parlamenterleri önünde 12 Eylül darbesinin gerekliliğini savunabilmiş olmaları.

İlginç bir saptama: 25 Nisan 2017’de AKPM’de, AKP’lilerle birlikte oy veren CHP’li milletvekillerinden Gülsün Bilgehan da 37 yıl önce aynı kurumda cuntanın savunuculuğunu yapan Metin Toker’in kızıdır.

Daha da acısı, AKPM’nin 26 Mart 1981’de La Haye’de yaptığı bir komisyon toplantısında AP’li, CHP’li parlamenterlerin utanç verici cunta fedailiği…

Hayatımın en üzüntü verici günlerinden biridir.

Demokrasi İçin Birlik Avrupa Komitesi başkanı olarak La Haye’e 12 Eylül cuntası tarafından Türk vatandaşlığı kaybettirilen ve Brüksel’de bizim misafirimiz olan TİP Genel Başkanı Behice Boran’ın 12 Eylül rejimini şiddetle eleştiren bir mesajını götürmüş, Türk delegasyonunun itirazına rağmen komisyon toplantısında okumuştum.

Ben konuşmaya başlayınca hâlâ Türkiye’yi temsil etmek iddiasındaki Türk parlamenterler alelacele toplantı salonunu terkettiler.

Beni en çok sarsan ise terkedenler arasında İstanbul’da yakından tanıdığım, zamanında Demirel iktidarına karşı birlikte mücadele verdiğim Prof. Muammer Aksoy’unda bulunmasıydı… Kendisi o sırada CHP İstanbul milletvekiliydi…

Herhalde CHP’nin kendisine yüklediği misyondan o da son derece rahatsızdı ki, yüz yüze gelmememiz için özen göstererek toplantı salonundan hızla uzaklaşacaktı.

Cunta’nın ve onun emrine giren AKP’li, CHP’li parlamenterlerin tüm gayretlerine rağmen cunta tarafından yokedilmiş bir parlamentonun temsilcilerini adam yerine koyma komedisine AKPM 14 Mayıs 1981 tarihli kararıyla son verecek, Türk delegasyonuna Strasbourg’un kapılarını kapatacaktı.

Ne yazık ki tarih tekerrür etmekte…

Türkiye’nin sözüm ona ana muhalefet partisi CHP, Yavuz Baydar’ın dediği gibi, Türkiye'nin tükenmek bilmeyen demokratik direnç azmini rehin alıp devletin çıkarlarına emdiren, yalıtan, rayından çıkaran, değişim ruhunun simsarlığını sürdüren tavrından asla vazgeçmiş değil…

Hileli hurdalı referandumda "hayır" cephesinin performansı, özellikle de İstanbul, Ankara, Eskişehir, Adana gibi metropollerin Tayyip diktatörlüğünü reddetmesi, Türkiye’nin demokratikleştirilmesi mücadelesi yürütenlere tabii ki büyük umut verdi.

Ne var ki, böyle bir ana muhalefet partisiyle ne yapılabilir? Nereye kadar gidilebilir?

Strasburg rezaletinden sonra medyaya yansıyan Anayasa Mahkemesi töreni görüntüleri daha da bir iç karartıcı… AKP’li Binali Yıldırım, CHP’li Kemal Kılıçdaroğlu ve de bu arslan sosyal demokratın Türkiye Cumhurbaşkanlığı’na layık gördüğü MHP’li molla Ekmeleddin İhsanoğlu birlikte gülücükler saçmakta… Özetle al gülüm ver gülüm…

Neyse ki bu ülkede AKP-CHP-MHP triosunun dokunulmazlıklarını kaldırarak zindana attırdığı Demirtaş’lar, Yüksekdağ’lar ve daha nice yürekli, ilkeli gerçek halk çocukları var.

Ve de ödün vermeyen gazeteciler, akademisyenler, sendikacılar, STK militanları…

"Fıtrat"ında Koray’ın tabiriyle "iyi polislik" olmayanlar…

 

[email protected]

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi