Fadıl Öztürk

Fadıl Öztürk

Demirtaş’ı okumak

Adımızı kanla yazsa bile bütün gazeteler, ölüm çaldığında bile kapımızı, yüzümüzde bir tebessümle açacağız kapımızı. Çünkü onlar, ‘Gül açmasın diyecekler’

Bak, büyüdük işte. Ağacı meyvesinin adıyla, suyu kenarında kurulan kentleriyle, havayı birbirine benzemeyen mevsimleriyle adlandırıyoruz, bir dilimiz var artık. İyiyi kötüden, dostu düşmandan, geleceği geçmiş husumetten ayıracak olgunluğa erdik. Hiç kolay olmadı canım kardeşim. Başlayan ve biten bir gün kadar kısa olmadı elbet. Elimizi uzattığımızda tutacağımız kadar yakın değildi dalda kızaran elma gibi. Bu insan olma halini durduğu raftan indirip de vermediler bize. Yazıla, siline kurulan cümle gibi geldik yan yana. Her birimiz anlamını içinde taşıyan birer cümleyiz aslında. Bu nedenle kelimemiz yaralıdır, acılarımızın fiilini çekiyor bütün zamanlar. Acının kırk bin tadıyla büyüdük, taşınanı vardı, taşınmayacak kadar ağır olanı. Kimini toprağa, kimini kalbimize gömerek geldik bugüne. Başlayıp bitmez hiçbir şey, devam eder öğrendik ‘Bulaşıcı cesaret’

Annemiz bizi o büyük ıssızlıkta doğururken ölmüş, bir canı varmış da, onu da bize verip gitmiş sanki. Babamız yollandığı savaştan bir daha dönmemiş. Üstümüze yağan kar tanelerini emerek içimizi aydınlatmışız o uzun karanlıkta. Sanki biz olmasak bıçak icat edilmeyecekti. Süngüler dövülmeyecekti örste, namlu dökülmeyecekti kumdan kalıplara. Gez, göz ve arpacık sabırsız kılıp düşürmeyecekti tetikleri. Varlığımız ölüme armağan, yokluğumuz cümleden sökülmüş kelime. Bırakın sesimizin dudaklarımızdan çıkıp, bir şarkıya beden olmasını, tahammülleri yok, ‘Çıt çıkmasın diyecekler.’

Bu böyle gitmeyecek elbet. Başını sudan çıkaran balık, güneşi toprağın derinliğinde sezen tohum, kalbini yüzünde taşıyan gül, akarak bitmeyen nehirler ve o nehirlerden hiç çıkmayan çocuklar, güneşin saçlarını taradığı derin göller ve başına hep bela saran dağlar, meydan okuyarak hayatın zapt edilmesine, hep beraber ‘Renk olmasın diyecekler’

İçerde olsak bile suratı asık değildir zulmün önüne kendimizi atışımız. Birini daha kurtarmak içindir kardeşim, birinin daha evinde sabahlaması, çocuklarına ‘günaydın’ demesi içindir. Kimsenin hayatından an, ömründen gün almamışız canım kardeşim. Hasretini şerbet yapıp içmektir, duvarlara can verip, duvarlarla dostun gibi konuşmaktır. Zamanla bütün görüntüler gün gün silinirken, senin oturup resim çizmendir direnmek adına. Çünkü ‘Gülerek isyan etmişsin’

Kendimi sizsiz, sizi kendimsiz düşünmediğim kardeşlerim. İyi şeyler istiyoruz, güzel şeyler. Yeniden yarattığınız bir şey değil, herkesin binlerce kere yaşadığı şeyler. Bir çocuk evinin yolunu kaybetmemiş, evine dönmüş, annesi bağrına basmış gibi sevinçli şeyler. Böyle giyinecek, böyle çıkacağız dışarıya. Kendimize değil bizi görecek olanlara iyilik edeceğiz. Adımızı kanla yazsa bile bütün gazeteler, ölüm çaldığında bile kapımızı, yüzümüzde bir tebessümle açacağız kapımızı. Çünkü onlar, ‘Gül açmasın diyecekler’

Sırtımızda koca bir tarihle geldik bu güne. Öldürülenlerin, asılanların, teslim olmayanların ve kendini uçurumlardan atan kızlarımızın, hayata verdikleri sözler var omzumuzda. Evine dönememiş oğul ve kızların bulut arasında yüzünü gösteren güneşli sözleri var, hep içimizi ısıtan. Durduğumuz yerin farkındayız canım kardeşlerim. ‘Gülelim o zaman’

Ben sana göz, sen bana uzanan sıcak bir el, o bizi evinde barındıran sevgi, diğeri bizi kendine dert edinen canım kardeşim. Gördük işte, bir başına yaşanmıyor. Şantiyelerde tuğla taşıdık beraber. Mısra döktük kalemle defterin kalbine. Biri okudu onu kalbine işler gibi; Diğeri ses verdi ona alanlarda, kuşlarla havalandı sesimiz. Sevgimizle hep beraber büyüttük. Hiçbir şey yapamıyorsan bir şarkı mırıldan, ‘Öksüz kalmasın isyanın’

İçimizden geçen insana dairdir kardeşim. Ağaç bunun dışında değil, kirletilen sular, yağacak yağmur, açacak güneş bunun dışında değildir. Dersi kıran öğrenci, uçurtmasının ipi kopan çocuk, hal ve gidişteki pek iyilerine rağmen, karnedeki kırık bizimdir. Hayat ne iyilerin toplamı, ne de kötülerin iyilerden çıkarılmasıdır. Hayatı normal akışında kabul etmek ‘Suçsa suç kardeşim’

Bir bahar günü, bir bayırdan aşağı, çiçeklerin arasında neşeyle koşarak inen sanmayın beni. Düşüp kimsenin değil, kendimin ellerinden tutarak kaldırdığım yalnız günlerim de oldu. Bilirim sevgiliye gitmenin o büyük ve devrimci heyecanını. Bilirim yenilmek mümkündür, bu tek kişilik hayatta. Ah canım kardeşlerim, ben sadece doğarak var olmadım. Sen de mutlulukların toplamı değilsin elbet. Ne senin derdin sensin, ne benim derdim benim. Bütün amacımız, ‘Gülüşü solmasın insanın’

Eğildim bir kardeşimi duymak ister gibi, iğde ağacına eğildim. Kokusundan bir hatıra verdi size ulaştırmam için. Hiç binmeden atıma, yularını bile tutmadan, bir arkadaş gibi, ben önde o arkamda, bazen o önde, ben arkasında geldik bu çağa. Kimseyi yormadan geldik. İşte görüyorsunuz kardeşlerim, ‘hoş geldin’ diyen bile yok. Bununla kalmayacaklar üstümüzdeki ışıktan gömleğimizi de çıkaracaklar. Tenimizde karanlık buz tutsun, ‘Gün doğmasın diyecekler’

Benim senin tanıklığın şurada oturup dinlensin, o bizdendir. Dağ şahittir, dağdaki uçurum, yeni açmış çiçek ve suların kaynağı şahittir. Rüzgâr gördüğünü alıp götürdü de, dindi yorulduğu için. Bırakın gövdemizi, aklımız uçmaya hazır sevince, özlem ki hiç terk etmedi bizi, umut ediyoruz her türlü özlem bitsin. Ama biliyoruz ‘Umuda silah çekecekler’

Kimse bilmiyorsa, zalim biliyor yerimizde hiç durmadığımızı ve koşar adım şarkılardan geçtiğimizi. Kabından taşmış sözü yol, bıçağın bile önünü kesemediği bir dili ten olarak giymişiz. Ve biliyorsun kardeşim, bu sadece senin davan değil; Değil patlayan bombalar; Değil yıkılmış kentlerin altında kalmış asla solmayacak kır çiçekleri; Değil geleceği uzağa fırlatmak, nafile, ‘Koşarak isyan etmişsin’

Biliyorsun ağrının bir ağırlığı var, sevmenin, bahar başladığında ve güneş karları erittiğinde sırtını bir duvara vererek, tabakanı cebinden çıkararak bir sigara sararsın. Sardığın sigarayı iki parmağının arasında dudaklarına götürür ve muhtar çakmağıyla yakar, dumanını içine çekersin. Dumanı ciğerlerine çekerek dinlendirirsin içinde. İçinde dinlenmiş dumanını verirsin dudaklarının arasından dışarıya, dünyaya. Dünya rüzgârdan dağılıp giderken, ‘Suçu sana yükleyecekler’

Dışarıdan bize bakanlar ‘bunların aklından zoru var’ diyecekler, ‘ömürlerinde fazla gün’. Hayıflananlar, arkamızdan kuyumuzu kazanlar, görüldüğümüz satırda bizi polise ihbar edenler olacak. Ölümün çalmadığı kapı kalmadı. Hayat su gibi avuçlarımızdan kayıp gidiyor. İnsanlar doğdukları yerde yaşlansınlar diye, neredeysek orada‘Koşalım o zaman’

Bize hayatı hatırlatan o ilk taşı yontup alet yapanın hakkı için, o tohumu yere ekip büyüyünce biçenin, harmana götürenin, değirmende un yapanın ve unu hamur yapıp, sacda ekmek pişiren analarımızın hakkı için, ‘Yalnız kalmasın isyanın’

Kaynağından yeryüzüne çıkan çeşmelerin berrak suyu gibi akmak, çağırmasak bile gelip geçen mevsimler gibi, farklı, bizi bir yerden bir yere taşıyan trenlerin raylardaki tıkırtısı nasıl doğalsa, bir perondan inip elindeki tahta bavulla bir şehre inmek, ‘Suçsa suç kardeşim’

Mil çekilmiş gözlerin, dibinden kesilmiş ağrısıyla geldik bugüne. Elinden evi, barkı, hayatı alınmış, şehirlere tutunmaya çalışan, kovsan gidecek yeri olmayan uluslardan bahsediyorum. Yıllardır giydire giydire bir türlü eskitemediğiniz ölümü alıp kendinizle beraber cehennemin dibine gitmenizi istiyoruz. Anlayın artık, ‘Tepesini attırmayın insanın’

...

Bulaşıcı cesaret

Çıt çıkmasın diyecekler

Renk olmasın diyecekler

Gülerek isyan etmişsin

Gül açmasın diyecekler

Gülelim o zaman

Öksüz kalmasın isyanın

Suçsa suç kardeşim

Gülüşü solmasın insanın

Gün doğmasın diyecekler

Umuda silah çekecekler

Koşarak isyan etmişsin

Suçu sana yükleyecekler

Koşalım o zaman

‘Yalnız kalmasın isyanın

Suçsa suç kardeşim

Tepesini attırmayın insanın

...

Selahattin Demirtaş

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fadıl Öztürk Arşivi