Dersim gelmiş Selanik'e

Geçen akşam 58. Uluslararası Selanik Festivalinde Kazım Öz'ün ''Zer'' filmini izledik. Tıklım tıklım dolu bir salon ve bir saatlik tartışma.

''Bu festivalde filmler bittikten sonra, yönetmenlerle birlikte düzenlediğimiz soru-cevap bölümünde en kalabalık salonla karşı karşıyayız. Kaldığınız için teşekkürler'' diyerek başladı söze tartışmanın yöneticisi. İki kez gösterilen filmde her iki seansta da boş koltuk yoktu.  Film bittiğinde ayakta alkışladı izleyiciler.

Selanik nüfusunun belki yüzde 70'i zaten Anadolu kökenli. Ayrıca Erdoğan Türkiye'sine büyük ilgi var Yunanistan'da. Tartışmada gündeme gelen sorular ve konular da izleyicilerin Türkiye ile ve Kürt meselesiyle içli dışlı olduklarını gösterdi.

''Zer'', Kazım Öz'ün altıncı filmi. Dersimli yönetmen kendi topraklarını,  yörenin coğrafyasını ve insanlarını, sorunlarını, kimliğini bence şahane bir yolculuk filminde anlatmış.

Şimdi burada uzun uzun filmi anlatacak değilim. Film zaten, görüntüleriyle, kurgusuyla, ritmiyle, müziği, diyaloglarıyla ve daha bir çok boyutu ile anlatılamaz, görülür.

Sağolsun Neşe Hoca (Özgen) filmden sonra Kazım Öz'le bizim küçük arkadaş grubunu, rembetiko dinlerken bir şeyler atıştırdığımız güzel bir mekana götürdü. Buzuki, gitar, akordeon eşliğinde kırmızı elbiseli genç bir kadının şarkılarını dinlerken Öz'le muhabbet etme fırsatını buldum.

Sakin, ağırbaşlı, efendi, bilgili bir arkadaş. Aslında filmde çok zor birkaç şeyi başarmış: Dersim'in üç kuşağını bir araya getirmiş; Bölgenin üç mevsimini beyaz perdeye yansıtmış; New York-Afyon-Dersim güzergahında, ''Zer'' şarkısı adlı lokomotifle güzel bir yolculuk tasarlamış. Dersim 38 Tertelesi (Soykırımı) gibi trajik bir olay da, Dersim'deki deliler kahvesindeki muhabbet de,  sokak düğünü gibi çoşkulu-neşeli bir sahne de ve filmin sonundaki su altında kalmış köy sahnelerinin sürrealist görüntüleri de çok iyi, yumuşak, uyumlu bir şekilde bir araya getirilmiş.

Sözü şimdi Kazım Öz'e bırakıyorum:

''Evet yerel halktan amatör oyuncularla profesyonel oyuncuları bir arada yönetmek zor. Filmde oynayanların çoğu benim tanıdıklarım, arkadaşlarım hatta babam da oynuyor. Çekimler sırasında, 'Kazım'ı kırmamak için bu işe girdik ama buradan bir şey çıkmaz' diye düşünüyorlardı sanki. Çünkü biliyorsunuz ayrı ayrı, sahne sahne çekiyoruz filmi. Ama film bitip Dersim'deki gösteriye geldiklerinde oyuncular, seyirciler, filmin tümünü gördüklerinde büyülendiler''.

''Neden mi New York'u seçtim? Seyahat için uzak ve yabancı bir yer olması gerekiyordu. Gerçi Istanbul ya da Berlin de olabilirdi. Ama New York'u biraz da kapitalizmin vitrini olduğu için tercih ettim''.

''Senaryo kafamda oluşmuştu ama bir türlü kağıda dökemiyordum. Sonunda bir defa Haydarpaşa-Batman tren yolculuğuna çıktım. Kurtalan ekspresi. 48 saat sürüyor. O seyahatte yazmaya başladım. Sonra yazım durdu. Galiba toplam 6 kez Istanbul-Batman tren yolculuğu yaptım ve senaryo yazımını bitirdim''.

''Favori sahnem mi? Evet benimki de o. İki trenin karşılaşma sahnesi''.

Seyit ailesi, Rıza ailesi ve Cemal Süreya'nın sürgün treninden indirildikleri sahne... Filmin başlangıç jenereğinde de zaten yine Cemal Süreya'nın bir mektubundan alıntı var: Tarih öncesi köpekler havlıyordu.

Kazım Öz'le sohbette bu aşamada, esinlendiği, örnek aldığı yönetmenlerden Angelopulos, Antonioni, Yılmaz Güney üzerine konuştuk.  Bergman ile Yılmaz Güney'in filmlerinden birer tren sahnesi üzerinde durduk. Sonra devam etti.

''Film Barış Süreci döneminde çekildi. Ayrıca ilk başta Kültür Bakanlığının desteğini aldığımız için çekimlerde pek güçlükle karşılaşmadık. Ama sonra Bakanlık, filmin dört sahnesini kesti''.

''Hayır ben sinema okumadım. Yapmadım hiç ama inşaat mühendisiyim.''

Filmin yapısında, dokusunda, ritminde, kompozisyonunda bir inşaat mühendisinin parmağı seziliyor.

''Evet  film inşaatı!''.

Bir ara iktidar-sinema bağlantısı konusuna değinmişken, elitist, gizli muhafazakâr, bireyci,  Tarkovski özentisi filmler yapan yönetmenlerin post-modernist olup olmadıklarını, bu filmlerin Türkiye toplumunda bir karşılığı olup olmadığını sordum:

''Bu tür filmlerin gerici-islamcı iktidarın yükselme döneminde piyasaya çıkması tesadüf değil. Özgün bir sinema dili oluşturmaya çalışsalar da bence Türkiye'de herhangi bir karşılığı yok. Yani mesela iktidar yanlılarının koşarak, severek, kitleler halinde izlediği filmler değil bunlar''.

Sonra ''Zer''in öyküsü ve çekim teknikleriyle ilgili bazı ayrıntılara girdik.  Kazım Öz, tartışmada da söylediği üzere, öyle her şeyi bas bas bağırarak, kör gözüm parmağına söylemekten/göstermekten yana değil: ''İzleyiciye bırakmak lazım bazı şeyleri... Onlar nasıl anlarsa öyle anlayabilir...''.

Bu tür filmlerde kolayca düşülebilecek, olumsuz anlamda militantizmden de kaçınmış  Öz. En basiti,  gerilla sahnesi mesela, çok sade çok doğal. 

Filmde başrolü Arnavut bir aktör oynuyor. Nik Xelilaj, çekimler bittikten sonra Arnavutluk'a gitmiş. Döndüğünde Öz'e demiş ki: ''Yahu Kazım, memlekette annem babamla konuştum. Biz de Aleviymişiz!''. Balkanlarda yaygın bir Bektaşi örgütlenmesi olduğunu biliyoruz.

Zer, şimdiye kadar ABD ve Batı Avrupa'nın bir çok Festivalinde gösterilmiş. Yankılar tepkiler genel olarak olumlu.

''Dikkat ettim,  burada Selanik'deki izleyici, Paris, Berlin ya da Amsterdam'daki izleyiciden farklı tepkiler veriyor. Buradaki izleyici Istanbul ve Dersim'deki izleyicinin güldüğü yerlerde güldü, aynı sahnelere tepki gösterdi''.

Selanik'deki gösterim sonrası tartışmada, Yunanca, İngilizce, Zazaca ve Türkçe sorular cevaplar uçuştu salonda. Alevileri, Kürtleri merak ediyor insanlar.

Filmin doğallığını ve sıcaklığını kanıtlayan bir his de şu oldu benim için: New York'a da gittim, Afyon'a da, Dersim'e de en son bir yıl önce gitmiştim. New York ve Afyon sahneleri öyle aman aman cezbetmedi beni ama Dersim ekrandayken, kendimi orada, o gırgır, mağdur, direnen insanların arasında buldum.

Kazım Öz şimdilerde köy-kent arka planlı bir aşk hikayesi üzerine çalışıyormuş. Hayırlısı...

''Zer'', Türkiye sineması, Kürt sineması, Dersim sineması açısından çok önemli bir aşama.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi