Diyanet, cemaat ve tarikatları denetleyecek mi?

Diyanet, cemaat ve tarikatları denetleyecek mi?
İstanbul Müftüsü Prof. Dr. Hasan Yılmaz, cemaat ve tarikatları denetlemek için Diyanet İşleri Başkanlığı altında Meclis-i Meşayih benzeri bir kurum oluşturulmasını önerdi.

Ayşe ÇAVDAR


Gülen Cemaati’yle yaşadığı kriz sonrası AKP yönetimi, bu türde yeni vakalarla karşılaşmamak için tarikat ve cemaatleri denetlemeye hazırlanıyor. Tarikat ve cemaatleri denetleyecek Osmanlı’daki Meclis-i Meşayih benzeri bir kurum oluşturulması İstanbul Müftüsü Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz tarafından tartışmaya açıldı.

Meclis-i Meşayih’in Diyanet’in İslam yorumunu "tek doğru" olarak kabul etmesi ihtimali bir yana, kendisinin de Nakşibendi Erenköy Cemaati’nden olduğu ifade edilen Müftü Yılmaz’ın konuya ilişkin konuşmasında örnek olarak Şeyh Bedreddin’i vermesi, denetimin Sünni cemaatlerin yanı sıra çok heretik olarak adlandırılan ve İslam’ı Sünniliğin dışında bir bakış açısıyla yorumlayan İslami geleneklere yönelik bir baskıya dönüşmesi ihtimali endişe verici.

Öte yandan Sünni tarikatların, heretik geleneklere yönelik itirazlarını denetim araçlarını ve sonuçlarını meşrulaştırmak için kullanacak bir Meclis-i Meşayih uygulaması Sünniliğin içeriğinin de yine devlet tarafından belirleneceği bir "devlet İslam"ı tarifinin ortaya çıkmasına yol açabilir. "Devlet İslam"ının içeriğinin ne olacağı konusu ise yeni siyasi tartışmalara ve bölünmelere sebebiyet verebilir.

Müftü Yılmaz, geçtiğimiz Çarşamba günü Pendik Haseki Dini Yüksek İhtisas Merkezi’nde düzenlenen Yol Ahlakı konulu konferansta yaptığı konuşmada tarikat ve cemaatlerin denetlenmesi konusundaki önerilerini dile getirdi. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın "en büyük avantajı"nın denetlenebilirliği olduğunu söyleyen Müftü Yılmaz, İslam adına faaliyet gösteren tüm cemaat ve tarikatların da şeffaf ve denetlenebilir olması gerektiğini söyledi. Osmanlı döneminde bu tip yapıları denetlemek üzere Meclis-i Meşayih adlı bir kurum oluşturulduğunu hatırlatan Yılmaz, denetimsizliğin ortaya çıkarttığı problemlere örnek olarak da Şeyh Bedreddin isyanını gösterdi. Şeyh Bedreddin’in "şeyhliği şahlığa" çevirmeye çalıştığını öne süren Yılmaz, Fetret Devri’nin İslam’ın farklı şekillerde yorumlanmasından çıktığını söyledi.

‘FETÖ’ GÜNDEMLİ KARARLAR TÜM CEMAATLERİ İLGİLENDİRİYOR

15 Temmuz’dan sonra yapılan Din İşleri Yüksek Kurulu Olağanüstü Toplantısı’nda, cemaat ve tarikatların denetlenmesi yolunda bir karar alındığını hatırlatan Yılmaz, kurulacak Meclis-i Meşayih benzeri bir kurumun, tarikat ve cemaatlerin mensuplarını, ekonomik faaliyetlerini, hedeflerini denetlemesi gerektiğini söyledi. Müftü Yılmaz, "Bu yapıların meçhul, gölgeli kalması problemdir" dedi.

3-4 Ağustos 2016 tarihinde, Gülen Cemaati’ne karşı alınacak önlemleri konuşmak ve karara bağlamak üzere olağanüstü toplanan Din Şurası’nda doğrudan Gülen Cemaati’ni ilgilendiren kararların yanı sıra, iki önemli başlık daha yer alıyordu. Bunlardan ilkinde şu ifadeler kullanıldı: "Din alanında gizli faaliyet gösteren, denetime kapalı olan ve özellikle mali kaynakları şeffaf olmayan yapı ve organizasyonların, her türlü şaibe ve karanlık ilişkiyi içinde barındıracağı muhakkaktır. Bu noktada kendince dini argümanlar üreterek meşruiyet sağlamaya çalışan bir hareketin takip ettiği siyaset ve stratejinin hiçbir sağlam ve sahih temeli yoktur. Dolayısıyla bu yapı insanların dini duygularını istismar ederek kendi amaçları doğrultusunda kullanmıştır."

Benzer yapıların oluşmaması için STK’larla ortak çalışmalar düzenleneceğini ifade eden ikinci başlık ise, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Din İşleri Yüksek Kurulu marifetiyle yapılacak bir dizi çalışmaya işaret ediliyordu: "Özgürlüklerine müdahale edilmeksizin, Türkiye’de din hizmetine ve din eğitimine destek veren sivil dini-sosyal teşekküllerle, İslam’ın tarih boyunca medeniyetler kuran ana yolundan ayrılmamaları, her türlü ifrat ve tefritten uzak kalmaları, daha şeffaf ve denetlenebilir yapılar olması yönünde olarak ortak çalışmalar yapılmalıdır. Ayrıca dini ve ilmi denetim ve rehberlik için Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde üst kurullar oluşturulmalıdır.

Şura’nın karar bildirgesinde ayrıca Gülen Cemaati benzeri "dini yapıların toplumu bir kez daha aldatmasına fırsat vermemek için, din eğitim ve öğretim politikaları yeniden değerlendirilmeli ve bu çerçevede her seviyede din eğitimi ve öğretimi gözden geçirilmelidir" deniliyordu.

MECLİS-İ MEŞAYİH NEDİR?

Tekkelerin denetlenmesi ve idari işlerinin düzenlenmesi amacıyla 1866 yılında (III. Selim döneminde) şeyhülislamlığa bağlı olarak kurulan Meclis-i Meşayih, Osmanlı İmparatorluğu’nun modernleşme ve merkezi devlete dönüşme sürecinde şekillenen kurumlardan biriydi. Yeni Kapı Mevlevihanesi Şeyhi Osman Selahaddin başkanlığında oluşturulan ilk Meclis-i Meşayih’te (1868), Sa’diyye, Kadiriye, Sünbüliyye, Halvetiye ve Nakşibendiye’nin birer temsilcisi bulunuyordu. Ertesi yıl bu üyelere Rıfaiye de eklendi. Zamanla meclis bir nazır (bakan), bir medrese kökenli katip ve bir de kayıt memuru eklendi. Etrafında oluşan tartışmalar ve meclis üyelerinin birbirleriyle anlaşamamaları nedeniyle sık sık yapısı değiştirilen Meclis-i Meşayih, uzunca bir süre tekkeleri merkezileştirmeye çalıştı. Buna göre her bir tarikat merkezi bir tekkeye bağlanacak ve işler buradan idare edilecekti. Meclis-i Meşayih’in en çok tartışılan yönü de babadan oğula ya da hilafet usulüyle belirlenen "şeyhlik" makamının, bu kurum tarafından düzenlenecek olmasıydı. Meclis her ne kadar tarikatlardaki eğilimleri göz önünde bulundursa da, tasavvuf geleneğinin iç dinamiklerinin bürokratikleştirilmesi ciddi tartışmalara neden oluyordu. Meclis-i Meşayih şeyhülislamlığın kaldırılmasıyla birlikte son buldu.

PROF. DR. İLHAMİ GÜLER: DEVLET TEOLOJİK DENETLEME YAPAMAZ

İlahiyat Profesörü İlhami Güler ise, bir hukuk devletinin, tarikat ve cemaatleri ancak insan hakları, yasalara uygunluk ve mali şeffaflık gibi açılardan denetleyebileceğini ifade ederek, "Devlet ideolojik ya da teolojik açıdan denetleme yapıp, sen doğru ya da yanlış yoldasın diyemez" dedi. "Devlet, FETO benzeri emareler gösteren yapıların ortaya çıkmasının önüne geçmek için, haklı olarak bunların politik eylemliliklerinin olup olmadığını, devleti ele geçirme çabası içinde olup olmadıklarını, topluma yönelik bir politik söylem oluşturup oluşturmadıklarını denetleyebilir" diyen Güler, bunun dışındaki meselelerin devletin yetki alanına girmeyeceğini kaydetti.  

Müftü Hasan Yılmaz’ın kendisinin de bir tarikat üyesi olduğuna dikkat çeken Güler, "Hayatı orada geçmiş birisinin böyle bir açıklama yapması anlamsız bir şey. İyi niyetli bir bakışla güzel karşılayalım ama bu meselenin Diyanet İşleri Başkanı ve ilgili bakan nezdinde tartışmaya açılması gerekir. Daha önceki Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez bu konuda çalışmalar başlatmıştı, ama gidişiyle ortada kaldı. Bu çalışmaların sürdürülmesi gerekir" dedi.

Güler ayrıca, İslam’ın kim tarafından nasıl yorumlanacağı meselenin tarih boyunca çözülememiş bir sorun olduğuna da dikkat çekti. Güler şunları söyledi: "İslam tarihi boyunca din politik erkin kontrol ettiği, manipüle ettiği bir alan oldu. Oysa İslam dini böyle bir kontrol ve manipülasyona uygun değildir. İslam’da nihai otorite ulemadır. Ama ulemanın otoritesi de mutlak değildir. Nisbidir, bilimsel kritiğe açıktır, yanlışlanabilir. Bir alimin söylediğini, bir başka alim başka bir bakış açısıyla ele alarak yanlışlayabilir. Kilise veya tekkelerde olduğu gibi bir temsiliyet ilişkisi yoktur İslam’da. Kelamcılar, fakihler, tefsirciler kendi alanlarında yaptıkları araştırmaların sonuçlarını tartışır ve söylerler. Fakat söyledikleri hiçbir şey de mutlak sonuç olarak görülmez. Ulemanın bugünkü temsilcileri de ilahiyat fakülteleridir. Dolayısıyla dinin ne olduğu sorusu yoruma açık bir şekilde ilahiyat fakültelerinin ortaya koyduğu performansla tartışılır. Siyasi erkin bu soruya cevap vermek gibi bir gücü yoktur. Fakat ne yazık ki tarihten gelen siyasi gelenek devam ediyor. Aynı çelişkiler sürüyor."

PROF DR. İŞTAR GÖZAYDIN: DİN ALANINDA ÇOĞULCULUK DÖNEMİ BİTTİ

Diyanet İşleri Başkanlığı’na ilişkin çalışmalarıyla bilinen Prof. İştar Gözaydın ise, Diyanet’in bir şekilde dini kontrol altında tutmak için kurulmuş bir kurum olduğunu hatırlatarak, "Tarikat ve cemaatleri kontrol altına alacak böyle bir girişimde bulunurlarsa hiç şaşırmam" dedi. Gözaydın, idarenin başından itibaren dini alanı kontrol altında tutmak gibi bir siyaseti olduğunu, ancak bunu bir kurum aracılığıyla yapacağını telaffuz etmesinin yeni bir durum olduğunu kaydetti. Diyanet yöneticilerinin zaman zaman "gerçek İslam", "doğru İslam", "sağlıklı İslam" gibi tamlamalar kullandıklarına da dikkat çeken Gözaydın şunları söyledi: "Bunlar Diyanet bürokrasisinin konuşmalarında geçen kelimeler. Demek ki akıllarında bir ‘doğru’ ya da ’resmi’ İslam tarifi var.

Onu gerçekleştirmek için her şeyi yaparlar. Ama o ‘resmi İslam’ nasıl tanımlanıyor kısmı ilginç. Bence her zaman Sünni-Hanefi İslam’ın içinden tarif edildi, ama onun içinde de kendince bir yol belirlenmeye çalışıldı. Bu tam olarak Selefileşme şeklinde olmadı. Fakat mevcut hükümet ve Diyanet için bir müddettir önemli olan, daha dindar görüntülü bir yaşam tarzı üretmek. Bunun yanında çeşitli faaliyetlere dini referans verebilmek. Örneğin şimdi evlere gitmek gibi programlar yapılıyor. Fakat önemli olan şu: Kendi doğru bildikleri dinin dışında bir dine yer vermeyecekler. Din alanında da çoğulculuk dönemi bitti.

İLK KARŞI ÇIKAN ADNAN OKTAR

Tarikat ve cemaatlerin denetimi için düzenleme yapılması gerektiği konusundaki tartışmada, bu fikre ilk karşı çıkan "tarikat" lideri ise Adnan Oktar oldu. Oktar, adnanoktardiyorki.org sitesinde yayınladığı yazısında şu ifadelere yer verdi: "Cemaatler tarikatlar denetim altında tutulmalı, şeffaflaşmalı diyenlerin İngiliz derin devletinin Müslümanları baskı altına alma oyununa destek verdiklerini fark etmeleri gerekir. Menzil camiası, Nur talebeleri, Nakşibendiler, Kadiriler, Süleymancılar ve tüm cemaatler devlete sadık ve bağlıdır. …Cemaatleri tek hedef olarak görüyorlar, gerekçe olarak da FETÖ’yü örnek gösteriyorlar. FETÖ bir cemaat değildir, İngiliz derin devletinin piyonudur. Şeffaflaşma projesi ise Soros tarafından destek verilen, Açık Toplum adı altındaki oluşumlar tarafından telkin edilen, Müslümanları küçük küçük etkisiz parçalar haline getirmek için ortaya atılmış bir İngiliz derin devleti projesidir."

Öne Çıkanlar