Dünyaca ünlü festivallerin en iyileri Filmekim'de

Dünyaca ünlü festivallerin en iyileri Filmekim'de
Venedik ve Cannes Film Festivallerinde gösterilen filmler 29 Eylül'den itibaren bir hafta boyunca İstanbul'da sinemaseverlerle buluşacak.

KÜLTÜR-SANAT- 29 Eylül - 8 Ekim arası 'Filmekimi' başlıyor. Gösterilecek filmlerin programı açıklandı. Cannes ve Venedik Film Festivalleri bu yıl ünlü yönetmenlerin filmleriyle doluydu. Haneke, Coppola ve del Toro gibi usta yönetmenlerin filmlerinin yanısıra, Safdie Kardeşler gibi yeni yetenekler de keşfedildi.  Bu yıl ayrıca Ruben Östlund ya da Lynne Ramsay gibi sevenlerinin yollarını gözledikleri yönetmenlerin de filmleri var. Sinemaseverler için gazete ve dergilerde haberleri okunan, ünlü festivallerde gösterilen, o meşhur filmlerini Filmekim'le izleme vakti geldi. Bu yılın en iyilerinden 10 film:

THE SHAPE OF WATER (AŞKIN GÜCÜ)
Yönetmen: Guillermo del Toro

2006 yılında vizyona giren Pan’s Labyrinth’in ardından Hellboy ve Pacific Rim gibi gişe filmlerine odaklanan Guillermo del Toro, uzunca bir süreden sonra sinema tarihine yeni bir başyapıt armağan etti. Soğuk Savaş döneminde geçen bu tuhaf canavar filmi, 74. Venedik Film Festivali’ndeki pek çok iddalı rakibini geride bırakarak festivalin en iyi film ödülü olan Altın Aslan’ı kazandı. Yaratıklara, hayaletlere ve canavarlara olan düşkünlüğüyle tanınan del Toro’nun beş yılı aşkın bir süredir üzerinde çalıştığı The Shape of Water’ın tıpkı Pan’s Labyrinth gibi hikayesinin arka planına tarihsel bir gerçeklik yerleştirip, bu gerçekliğin etrafını da masalsı öğelerle çevirmiş olması filme olan merakı daha da artıyor.

 



THE KILLING OF A SACRED DEER (KUTSAL GEYİĞİN ÖLÜMÜ)
Yönetmen: Yorgos Lanthimos

The Lobster ile karşımıza çıkan Yunan yönetmen Yorgos Lanthimos, çektiği ikinci İngilizce filmiyle sinemaseverleri yine tekinsiz bir atmosfere davet ediyor. 70. Cannes Film Festivali’nden en iyi senaryo ödülüyle dönen The Killing of a Sacred Deer’ın seyircisini rahatsız etmekten çekinmeyen ve içinde oldukça absürt anlar barındıran bir film olduğu yazılıyor. Öyle ki The Lobster’dan sonra bir kez daha Lanthimos ile çalışmayı seçen Colin Farrell, The Killing of a Sacred Deer’ın senaryosunu ilk kez okuduğunda oldukça tiksindiğini ve midesinin bulandığını bile itiraf ediyor. Yine de Lanthimos’un dünyası beyazperdeye ne kadar yakışıyor.
 



THE BEGUILED


THE BEGUILED
Yönetmen: Sofia Coppola


Sofia Coppola, 2006 yapımı Marie Antoinette’den sonra ilk kez bir dönem filmiyle karşımızda. Don Siegel’ın yönetmenliğini üstlendiği ve başrolünde Clint Eastwood’un yer aldığı 1971 yapımı aynı adlı filmden uyarlanan The Beguiled’ın orijinal filmin erkek egemen bakışını nasıl yorumladığı filmle ilgili en çok merak ediliyor. Eleştirmenlerce Coppola’nın Somewhere ve The Bling Ring’in ardından uzun bir süre sonra ürettiği en iyi film olarak anılan The Beguiled, yönetmene 70. Cannes Film Festivali’nde en iyi yönetmen ödülü kazandırmış ve festivalin tarihinde son 50 yıldır bu ödülü kazanan ilk kadın yönetmen olarak Coppola’nın sinema tarihine geçmesini sağlamıştı.
 


IN THE FADE (PARAMPARÇA)
Yönetmen: Fatih Akın

Fatih Akın, In the Fade ile geçtiğimiz yıl Cannes Film Festivali’de  Altın Palmiye için yarışmıştı. Almanya’daki bir terör saldırısı sırasında öldürülen kocasının ve oğlunun intikamını almak isteyen ana karakteri Katja’nın izini süren filmin en kuvvetli yanının, bu karaktere hayat veren Diane Kruger’in oyunculuğu olduğu batıda uzunca bir süredir konuşuluyor. In the Fade’in Akın’ın filmografisinde ortalama bir film olarak hatırlanacağı da ayrıca yazılıp çiziliyor. Fakat tüm bu eleştirilere rağmen sinema perdesinde bir Fatih Akın filmi izleyecek olma fikri sevenlerini heyecanlandırmaya yetiyor.
 



mother! (anne!)
Yönetmen:  Darren Aronofsky

Sinema yazarlarını ikiye bölen, bir kesim seyirci tarafından yuhalanıp bir kesim seyirci tarafından ise alkışlara boğulan bir Aronofsky filmini herhalde en son bundan tam 17 yıl önce, 2000 yılında izlemiştik. O zamanlar henüz çiçeği burnunda bir yönetmen olan Darren Aronofsky, Requiem for a Dream ile adeta bugünlerin sinyallerini vermiş olacak ki mother!’ın 74. Venedik Film Festivali’ndeki ilk gösterimlerinin ardından kopan tartışma fırtınası dinmek bilmiyor. Kimileri filmi Roman Polanski klasiği Rosemary’s Baby’e benzetiyor, kimileri son yarım saati öve öve bitiremiyor, kimileri de filmin ne hakkında olduğunu dahi anlamadık ve katlanamadık diye yakınıyor. Fakat şunu biliyoruz ki bu kadar büyük fikir ayrılığı filmi ister istemez daha çekici hale getiriyor. Filmekimi de bu sene mother! ile açılıyor.
 



YOU WERE NEVER REALLY HERE
Yönetmen: Lynne Ramsay


We Need to Talk About Kevin ile sinema tarihinin en tuhaf ve derinlikli anne oğul ilişkilerinden birini perdeye yansıtmayı başaran Ramsay’nin yeni filmi You Were Never Really Here, polisiye türüne yakın duran hikaye yapısıyla ve Taxi Driver benzetmeleriyle 70. Cannes film festivalinde adından sıkça söz ettirmişti. Başrol oyuncusu Joaquin Phoenix’e en iyi erkek oyuncu ödülü kazandıran ve en iyi senaryo ödülünü The Killing of a Sacred Deer ile paylaşan bu sessiz sakin başyapıtla  Ramsay’nin adı herhalde artık usta yönetmenler arasında anılmaya başlanacaktır.
 


HAPPY END (MUTLU SON)
Yönetmen: Michael Haneke

Yaşayan en büyük yönetmenler listesinde adı yer alan Michael Haneke; Funny Games, The White Ribbon ve Amour gibi sinema tarihine geçecek pek çok başyapıta imza atmış, ürettiği her yeni filmle heyecan yaratan bir isim. 2012 yılında vizyona giren ve biz izleyicileri tepe taklak eden Amour’un ardından uzunca bir süredir sessizliğini koruyan Haneke’nin yeni filmi Happy End, yönetmenin filmografisinden alışık olduğumuz üzere karanlık ve hüzünlü bir film değil bu kez! Filmin ilk gösteriminin yapıldığı 70. Cannes Film Festivali’nin ardından; Happy End’in ağır bir burjuva ve Avrupa eleştirisi yapıyor olmasına rağmen içinde son derece sağlam bir mizah barındırdığı ve bu kez perdede daha hafif bir Haneke filmi olduğu konuşuluyor. Bu kez bir Haneke filminin içinde laptop bilgisayarlar, akıllı telefonlar ve mülteciler var.
 

 

THE SQUARE (KARE)
Yönetmen: Ruben Östlund

2014 yılında vizyona giren Force Majeure, Avrupa’da beklenmedik bir övgü yağmuruna tutulmuştu. Östlund, Force Majeure’de; büyük bir kayak merkezinde kar tatiline çıkan mutlu bir ailenin üzerine resmen çığlar düşürüyor ve aile kurumunu paramparça ediyordu. Force Majeure’ün başarısının ardından Östlund’un yeni filminin daha büyük ve gösterişli olması elbette bekleniyordu. Ancak yönetmenin The Square ile 70. Cannes Film Festivali’nin büyük ödülü olan Altın Palmiye’yi kazanacağını ve Cannes’da senenin en iyi filmi seçileceği tahmin edilmiyordu. Östlund bu kez eleştiri oklarını özellikle belli bir toplumsal sınıfa ve sanat dünyasına yöneltmiş durumda. Filmi izleyenler arasında The Square’i oldukça sıradışı ve yenilikçi bulanlar da var son derece çok bilmiş ve didaktik bulanlar da...
 


GOOD TIME (SOYGUN)
Yönetmen: Joshua ve Ben Safdie

Joshua ve Ben Safdie Good Time filmiyle  seyircinin aklına kazınacak. 70. Cannes Film Festivali’nde dakikalarca ayakta alkışlanan ve övgülere boğulan sürpriz bir film Good Time. Sinema tarihinde pek çok örneğine rastlayabileceğimiz ters giden bir soygun hikayesi anlatan Good Time’ın benzerlerine kıyasla son derece dinamik, gerçekçi ve sürprizli olduğu konuşuluyor. Tek bir gecede geçen öyküsü ve New York’u tekinsiz bir kent olarak ele alış biçimiyle bu seneki festival sezonunun güzel sürprizlerinden birini keşfetmek isteyenler bu filmi kesinlikle kaçırmamalılar!
 


CALL ME BY YOUR NAME (BENİ ADINLA ÇAĞIR)
Yönetmen: Luca Guadagnino

2009 yılında sessiz sedasız bir başyapıta, I am Love’a imza atan İtalyan yönetmen Luca Guadagnino aradan geçen yıllarda birçok belgesel ve kısa film üretmiş ve geçtiğimiz yıl belirli bir övgüyle karşılanan A Bigger Splash ile yeni uzun metrajına imza atmıştı. Şimdi karşımızda en az I am Love kadar güçlü, yepyeni bir başyapıt var. Call Me by Your Name, neredeyse tüm sinema yazarlarının hakkında hemfikir olduğu, tüm gösterimlerinden övgülerle dönen bir film. Eşcinselliği ve aşkı ele alış biçimiyle bugüne dek sinemada izlediğimiz pek çok filmden daha gerçekçi ve detaycı bir film olduğu söylenen Call Me by Your Name’in kapanış jeneriği akarken insanın boğazını düğümlediği de filmle ilgili sıkça bahsi geçen bir gerçek.
 

 

Öne Çıkanlar