gaste

gaste o isimden o isme, o binadan öbürüne taşındı, her binanın bir odasının duvarında onlarca insanın fotoğrafı oldu hep; gaste’nin şehitleri.

gaste’yi 1990’lı yılların başında, ilk çıktığı sırada, bir ege kasabasında tanıdım. göç yeni başlamıştı, elinde gaste olanlar birbirlerinin gözlerinin içine bakardı. böylece başka insanlarla tanıştım; 8 yaşındaki leyla mesela, şimdi koca bir kadın olmuştur. bayram harçlıklarını "parti"ye bağışlıyordu, elimde gaste’yi görünce, bizde televizyon olup olmadığını sordu. onlarda vardı, başkan’ı seyrediyordu, "ne tatlıydı, tombul tombul yanakları var"dı.

o zamanlar gaste’nin satışı fena değildi, oradaki haberler başka hiçbir yerde yoktu. yine öyle. birçok önemli entelektüel, gazeteci ya orada çalışıyor ya destek veriyordu. artık pek öyle değil. daha sonra anaakım basında önemli yerlere gelen bazı gazeteciler de orada -ve evrensel’de- yetişmişti. artık anaakım basın yok neredeyse. 

sonra gaste kaç defa kapandı, adı kaç kere değişti, hatırlayamıyorum. daha 1992 eylülünde gaste’nin yazarlarından ama kürtler için kimliği bunun çok ötesinde bir anlam taşıyan musa anter diyarbakır’da öldürüldü, kasım’da yine diyarbakır’da, gaste’yi satan bir stand kundaklandı. 1994’te istanbul’daki binası bombalandı, emri dönemin başbakanı tansu çiller’in verdiğine dair belgeler bulundu sonradan, o sırada binada olan ulaştırma görevlisi ersin yıldız ölmüştü.

gaste o isimden o isme, o binadan öbürüne taşındı, her binanın bir odasının duvarında onlarca insanın fotoğrafı oldu hep; gaste’nin şehitleri. aralarında faili meçhul cinayetlere kurban gitmiş muhabirler, editörler, gazete dağıtımcıları var. ilk iki yılda tam 27 çalışanı katledilmişti. (bu süreç, senaryosunu bayram balcı’nın yazdığı press filminde çok etkili bir biçimde anlatılır, görmeyenlere tavsiye ederim.) binalar değişirken telefon numaraları da değişir ama yakınları biraz da tedbirden, genellikle "gazete" olarak kaydederdi.

bilirsiniz, sarık kefendir aslında ve kefenini başına sarmak, ölümün ne kadar yakın olduğunu hatırlayarak yaşamayı simgeler. (kadınlar için böyle bir düzenlemeye gerek görülmemesi dikkate değer, tabii.) gaste’de çalışmak da, özellikle "bölge"de hep böyle oldu, ölümün ne kadar yakın olduğunu bilerek yaşamak, bu ihtimalle evden çıkmak, bu ihtimalle habere gitmek, sokakta dolaşmak…

basın mensuplarına yönelik faili meçhul cinayetler azaldıysa bile çok uzakta değil, azadiya welat dağıtımcısı kadir bağdu’nun öldürülmesinin üzerinden dört yıl bile geçmedi, onun geride kalan devrilmiş bisikletinin görüntüsü hâlâ aklımızda.

faili meçhuller seyrekleşti ama gaste ile ilintili herkesin kriminalize edilmesi süreci deyim yerindeyse şahlandı; iş matbaa çalışanlarına kadar uzandı. özgürlükçü demokrasi’nin basıldığı gün matbaacılığın sahibi kasım zengin’in yanı sıra yirmi çalışanı tutuklandı; erdoğan zamur, kemal kurt, musa kaya, ihsan sinmiş, cemal tunç, kemal daşdöğen, irfan karaca, kazım göçer, mehmet emin sümeli, saadettin demirtaş, necat hizarcı, polat aslan, mahmut abay.

gaste’nin imtiyaz sahibi ihsan yaşar ve sorumlu yazıişleri müdürü ishak yasul da o sırada tutuklanmıştı. bugün aynı süreçte gözaltına alınan çalışanlardan mehmet ali çelebi, reyhan hacıoğlu, hicran ürün ve pınar tarlak’ın da tutuklandığını öğrendik. benim de editörüm olan ve yazı konularına zaman zaman birlikte karar verdiğimiz hicran dikkatli, titiz bir gazetecidir.
feministlerin bu ara sosyal medyada kullandığı ve çok sevdiğim bir slogan var: bunlar da geçer!

geçer, geçecek.

geçen baskında, gazetede çalışan kadınların güzel, uzun saçlarını yolmuşlardı. oysa gaste’nin saçlarını kesseler de, daha gür, daha canlı çıkıyor. onlarca kere denendi, olmadı. o saçlar yine heyecan ve cesaretle dalgalanmaya devam ediyor, edecek. bazen kürtçe bazen türkçe konuşacak ama konuşacak, yazacak işte. başka kimsenin ulaşamadığı haberlere ulaşacak, başka bir mecrada yer bulamayacak görüşleri ağırlayacak.  

bir yandan da demokrasi turnusolu gibi, her yeni ismin kaç yıl ayakta kaldığına bakarak, ülkenin o dönemki haliyle ilgili fikir sahibi olabilirsiniz.

şunu da mutlaka eklemeliyim, gaste’de farklı zamanlarda birkaç dönem yazdım. en dikkatli, en ilgili okurlarla, en ilginç eleştirilerle orası aracılığıyla karşılaştım, diğer yandan, başta ender öndeş olmak üzere mutlaka okumak istediğim yazarlar var, yani o kadar çok teşekkür borcum var ki gaste’ye.

o yüzden bir dahaki sefere, kağıt baskıyı daha sık alma sözü veriyorum, kendime. çünkü sonuçta, gerçekten bunlar da geçer ve türk’ün kürt’ten başka dostu yok şu hayatta.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi