'Libya'ya savaşçı ithal edildiği iddiaları Türkiye'yi zora sokacak'

'Libya'ya savaşçı ithal edildiği iddiaları Türkiye'yi zora sokacak'
ARTI TV'de yayınlanan Söz Sırası programında Ahmet Faruk Ünsal Libya meselesi, Kanal İstanbul ve 15 Temmuz darbe girişiminden sonra yargılanan erlerin durumunu değerlendirdi.

Ahmet Faruk ÜNSAL


ARTI GERÇEK-2020 yılı Türkiye'nin hem iç politikasını hem de dış politikasını birkaç yılını radikal bir şekilde etkileyecek olaylarla geldiğini hatırlatan Ahmet Faruk Ünsal. "Geçen günlerde bir korgeneralin İstinaf mahkemesinde beraat alması ile ilgili Sayın Cumhurbaşkanı FETÖ yargılamalarında istediğimiz sonuçları olmuyor. Yargıya gerekli talimatları verdim, demek suretiyle FETÖ yargılamalarında doğrudan bir etkisinin olduğunu açıkça ifade etti. Oysa şu anda mer'i olan anayasanın 138. maddesi henüz yürürülükten de kalkmadığı için Sayın Cumhurbaşkanını da bağlamaktadır" değerlendirmesinde bulundu.

Ünsal'ın konuşmasının devamı şöyle: 

"Açıkça hiçbir markanın Türk yargısına talimat veremeyeceğini söylemektedir. buna rağmen sayın cumhurbaşkanı yargılanması ile ilgili ona Beraat veren mahkemeye doğrudan etki ederek, HSK üzerinden mahkemeden hakimlerini bir başka yere tayin ettirdi. yeni bir mahkeme heyeti ile tekrar sözkonusu Korgeneral hakkında tutuklama kararı çıkartılarak, muhtemelen önümüzdeki günlerde de müebbet hapsi ile ilgili Sayın cumhurbaşkanının talebine uygun bir karar çıkacak.

Bir başka yargılama konusu da askeri öğrenciler ve erlerle ilgili. 15 Temmuz sürecinde Tabii komuta kademesinde olup görev alanlarla ilgili kimsenin çok fazla bir itirazı olmamakla beraber, erlerin ve askeri öğrencilerin müebbetle yargılanması ve müebbet almaları gerçekten vicdanı çok Yaralayan bir durum. Bununla ilgili bir askeri öğrenci annesinin Ankara'dan başlatmak istediği adalet yürüyüşü. Anayasa tarafından garanti altına alınmış olan gösteri ve toplantı hürriyetinin açıkça ihlali olmasına rağmen polis tarafından engellenerek gözaltı yapılmak suretiyle bu anayasal hakkın kullanılmasına maalesef izin verilmemiştir. Hem sayın cumhurbaşkanının mahkemeye talimat verdiğini açıkça söylemesi, hem bir anayasal hak olan gösteri ve ifade özgürlüğünün polis zoruyla açıkça engellenmiş olması içinde yaşamakta olduğumuz başkanlık rejiminin ne kadar büyük bir felaketle Türkiye toplumuna karşı karşıya getirdiğini gösteren önemli örneklerden.

İç politikada bir başka önemli husus da Kanal İstanbul meselesi. Bu Sayın cumhurbaşkanının günlerde kendisine bir siyasi çıkarttığını Belki de farkında olmadan ortaya koyduğu bir tartışma konusu. yılbaşından itibaren Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin parsel sorgulama yetkisini kaldırarak Kanal İstanbul güzergahında Kimin ne kadar gayrimenkulü satın alındığını adeta gizledi. sadece Tapu Kadastro Genel Müdürlüğünün bu uygulaması bile Aslında Kanal İstanbul güzergahı nereden geçeceğinin bazı kulakları fısıldandığı, ve buradan arsa almaları sağlanarak rant değiştirildiğini ortaya koyan çok önemli bir gösterge.

Bunun suç olduğunu ahlaken hukuken çok açık ortada olmasına rağmen, pervasız bir şekilde bu suç Türkiye'de işleniyor. Kanal İstanbul'un ekolojik felaketinin ne olacağına dair bilim adamlarının geniş açıklamaları oldu. Türkiye'de bağlı idari kurumlarında bir takım ÇED raporları doğrultusunda vermiş olduğu olumsuz kanaatler daha sonra baskılarla değiştirilmiş de olmasına rağmen, bir ekolojik felaket adeta görmezden gelinerek sadece Kent rantı yaratmak bu rantın bir kısmını Tanıdıklara eşe dosta devretmek, devşirmek, bir kısmıyla da bütçeyi doğrultmak için, yapılan bir projesi olduğu açıkça ortada.

Oysa bir ülke arazisi arsaya dönüştürerek pazarlamak suretiyle ekonomisini ayakta tutması üretim olmaksızın ihracat olmaksızın Turizm olmaksızın  ekonomisinin sadece Kent Counter üreterek ayakta tutmasını İmkansız olduğu ortada. öyle anlaşılıyor ki Kanal İstanbul projesi Hem Türkiye'nin askeri operasyonlarına bir kaynak oluşturmak hem cari bütçe açığını bir şekilde kapatmak üzere  ekolojik felaketi göze alarak yapılmakta olan bir rahat projesi.

Sürdürülebilir değil bu tartışma. Sayın Ekrem imamoğlu'nun da bir yerel politikacı olmaktan öte Türkiye siyasetine taşıyan ve Cumhurbaşkanı ile doğrudan aynı klasmanda bir politikacı yapan bir süreç oldu. Sanırım sayın cumhurbaşkanı önümüzdeki günlerde kendisine bir rakip olarak çıkarttığı Ekrem imamoğlu'nun mücadeleden herhalde pişman olacaktır diye düşünüyorum.

Dış politikada ise Suriye meslesi, özellikle çatışmayı azaltma bölgesi olarak İdlib'te yaşanan çatışmaların artması ve Türkiye'nin 12 gözlem noktasını neredeyse muhasara altına alınarak Türkiye'nin bir anlamda Suriye'den çıkartılmaya yönlendirilmesi  Bütün bunların Rusya'nın dostluğuna rağmen yapılabiliyor olması Türkiye için gerçekten çok sıkıntılı.

Nitekim Libya'ya asker gönderme tezkeresi meclisten geçtikten sonra gerek sosyal medya mecralarında gerekse de Fransız cumhurbaşkanı Türkiye'nin İdlib'ten Libya'ya savaşçı ithal ettiğini açıkça gösterdi, açıkça ortaya koydular. Bu süreç Libya meselesi ile ilgili olarak Türkiye'yi önümüzdeki günlerde ciddi olarak zora sokacak görünüyor.  

Nitekim Ateşkes sevgili olarak Moskova'da yapılan toplantı General Hafter'in toplantıyı oturmadan terk etmesiyle bir fiyasko olarak sonuçlanmıştı.  Berlin Konferansı da Türkiye'nin bütün beklentilerini boşa çıkartacak şekilde. Çünkü Türkiye'nin beklentisi orada en azından asker bulundurmasına uluslararası camia tarafından meşru görüldüğü bir süreç olarak bekliyordu.

Türkiye aynı zamanda bir Ateşkes Gözleme de kendi askerlerinin bulunmasını istiyordu fakat General hafter açıkça buna itiraz etti. Kırılgan bir ateşkes süreci Berlin'de ortaya kondu.  Sayın Cumhurbaşkanı Berlin Konferansı'nın planlanandan 2 saat önce terkederek orada alınan kararlara dahil memnuniyetsizliğini ortaya koydu.  Öyle anlaşılıyor ki, tabii temenni etmiyorum Berlin Konferansı'nın ortaya koyduğu Ateşkes süreci bu kadar itirazlar ve memnuniyetsizlikler karşısında çok uzun sürmez gibi geliyor. Tabii bu bir temenni değil, bir  öngörü olarak bunu söylüyorum.  

Bütün bu süreçlerde Türkiye'nin eğer politik pozisyonu değiştirmesi, yani savaşan taraflardan birinin çok açıkça yanında, diğerine de düşmanca bir dil kullanarak Libya meselesine müdahil olması durumunda Türkiye'nin herhangi bir arabuluculuk rolünün diğer taraf tarafından kabul edilmeyeceği çok açık ortada.  Bu da Türkiye'yi hem Libya'da beklediğinin dışında bir şekilde oyunun dışına itebilir. Eğer oyuna müdahale edecek olur ise de hem de Libya için hem de Türkiye'nin uluslararası itibarı için  çok olumsuz bir sürecin başlayacağı anlamına gelmektedir."

Öne Çıkanlar