Alman gazeteci Brauns: İnce teslim olmayı uygun gördü

Alman gazeteci Brauns: İnce teslim olmayı uygun gördü
Seçim sonrasındaki gelişmeleri Artı Gerçek'e değerlendiren Brauns, 'İnce seçim gecesi gerçek yüzünü ortaya çıkardı ve zafer için sonuna kadar mücadele etmeye hazır olmadığını gösterdi' dedi.

Süheyla KAPLAN


ARTI GERÇEK- Alman gazeteci ve tarihçi Dr. Nick Brauns, CHP'nin cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce'nin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a teslim olmayı uygun gördüğünü ifade ederek, "Muharrem İnce seçim gecesi gerçek yüzünü ortaya çıkardı ve sadece bir palavracı olduğunu, zafer için sonuna kadar mücadele etmeye hazır olmadığını gösterdi" dedi.

Artı Gerçek'e seçim sonrası Türkiye'deki gelişmeleri değerlendiren Brauns Türkiye ve Ortadoğu'yu yakından tanıyan bir araştırmacı gazeteci...

1971 Münih doğumlu olan Brauns, Ludwig- Maximilian Üniversitesi'nde tarih eğitimi aldı, aynı üniversitede doktora eğitimini tamamladı. 10 yıldan beri Berlin'de Federal Meclis Sol Parti Milletvekili Ulla Jelpke'nin bürosunda danışman olarak çalışıyor. 

Brauns aynı zamanda günlük yayınlanan Junge Welt gazetesinde Türkiye ve Ortadoğu konularında yazılar yazıyor. Kürt siyasal hareketi ile de yakından ilgilenen Brauns'in, yayınlanmış bir kitabı ve çok sayıda makalesi var. Suriye ve Irak'ı da yakından tanıyan Brauns'un Türkiye'deki sol hareketler üzerine hazırladığı bir kitabı yayına hazırlanıyor.

Dr. Nick Brauns'ın sorularımıza verdiği cevaplar şöyle: 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başkanlık seçimini ilk turda kazandı. Parlamentoda AKP ve MHP birlikte mutlak çoğunluğa sahip. Böyle bir sonucu bekliyor muydunuz?

Faşizmin seçimle ortadan kaldırılabileceğine inanan kişi tarihten hiç ders almamıştır. Eski bir anarşist söylem var; "Seçimler gerçekten bir şeyler değiştirilebilseydi, yasaklanırdı." Bu söylem Türkiye'deki diktatörlük sistemi için de geçerli. Erdoğan ve AKP devletin tüm gücünü kendi seçim kampanyaları, seçimleri yürütmek ve de seçim manipülasyonu için kullanabildiler. Özellikle Kürtlerin yaşadığı bölgelerden seçim manipülasyonu hakkında, tehdit ve muhalefetin seçim gözlemcilerine AKP yandaşları tarafından yapılan fiziki saldırı ve yakılmış oy pusulaları haberleri var. Çok sayıda düzensizlik ortaya çıktı. Doğrudan seçim hilesinin yanı sıra, AKP'nin medya tekelini elinde bulundurması, neredeyse tüm televizyon kanallarını kontrol etmesi, bunların özellikle HDP hakkında hiç haber yapmamaları seçimler için belirleyiciydi.

Bir çok AKP seçmeni dinci ve milliyetçi bir karışımdan oluşan propagandadan ve asparagas haberlerden oluşan ve 24 saat her kanalda sunulanın dışında başka bir realite bilmiyorlar. Çok sayıda ilk kez oy kullanan genç seçmenlerin AKP okul sistemi içinden yetiştiğini ve Erdoğan hükümeti dışında hiç başka bir şey görmediklerini de unutmayalım. Seçim sonuçlarına baktığımız zaman, referandumda olduğu gibi neredeyse eşit iki blok görüyoruz: Erdoğan'ı isteyenler ve istemeyenler. Burada muhalefet bloku da kendi içinde bölünmüş. Oy kaymaları anlaşılan sadece bu bloklar içinde oldu. Hoşnut olmayan AKP seçmenleri MHP'ye oy verdi, CHP seçmenleri ise HDP veya İYİ Parti'ye. Hükümetin medya tekeli yüzünden muhalefetin, AKP ve MHP'den oluşan hükümet bloku taraftarlarına seçim kampanyasında ulaşma şansı hemen hemen hiç yoktu.

Seçim kampanyası sırasında bayağı bir umut var gibi görünüyordu. Muhalefetin büyük mitingleri vardı.

Hem CHP, hem HDP kendi taraftarlarını mobilize etmeyi başardılar ve seçim kampanyasında yoğun şekilde onları sokaklara çağırdılar. Milyonlarca kişinin katıldığı Muharrem İnce'nin İzmir ve İstanbul'daki mitingleri şüphesiz muhalefetin son yıllardaki en büyük seçim kampanyalarıydı. HDP de kendi tarihinin en büyük mitingini düzenledi. Gerçekten Türkiye'de bir değişim rüzgarı havası vardı. Geçen yaz yapılan Adalet Yürüyüşü'nde, bu yılki 8 Mart Dünya Kadınlar Günü gösterilerinde, Newroz kutlamalarında ve 1 Mayıs'taki işçi gösterilerinde muhalefet görünür oldu.

Bunun en önemli sonucu bir çok muhalefet taraftarını adeta felç eden korkunun birden kaybolmasıydı. Korkarım ki birçok muhalefet taraftarı seçim sonucundan sonra Muharrem İnce'nin sergilediği rezalet tutum nedeniyle cesaretlerini kaybedip hiç bir perspektif görmez hale gelmezler. Bu özellikle Türkiye'nin batısı için geçerli. Kürtler onlarca yıl süren direniş mücadelesi nedeniyle cesaretlerini kaybetmemek için yeterli tecrübeye sahipler. Ayrıca Kürtler, Türkiye'nin batısında muhalefette olanlardan farklı olarak daha iyi organizeler.

Bu durumda HDP'nin aldığı seçim sonucu nasıl değerlendiriyorsunuz?

HDP seçim başarısıyla gurur duyabilir. HDP binlerce kadrosunun tutuklanmasına ve yoğun baskıya rağmen yine de yüzde 10'luk barajı aşacak güçte olduğunu gösterdi. Bir çok Kürt ilinde HDP en güçlü parti oldu. Bu Kürt nüfusun savaşa ve devlet terörüne rağmen hala da kendi kimliklerini koruyarak ama Türkiye sınırları içinde, Kürt sorununa demokratik çözüm istedikleri yönünde net bir sinyaldir. Son yıllarda ordu tarafından harap edilen HDP kaleleri Diyarbakır-Sur'da, Cizre'de, Nusaybin'de, Şırnak'da vs. yaşayanlar etkileyici bir şekilde "Biz hala buradayız. Evlerimizi, şehirlerimizi yıkabilirsiniz ama moralimizi değil" dediler.

HDP'nin bu kez Türkiye'nin batısında da çok seçmene ulaşması nasıl bir önem taşıyor?

Barajı geçmesinde etkili olan, HDP'nin normalde CHP'ye oyunu veren Türkiye'nin batısındaki sosyal demokrat ve liberal seçmenlere hitap edebilme başarısını göstermesiydi. Bu önemli bir sinyal. Eğer bu seçmenler HDP'nin bir "terörist" parti olduğuna inanmış olsalardı, HDP'ye oylarını vermezlerdi. Daha kısa süre öncesine kadar Kürtlere veya Kürt hareketine karşı çok mesafeli, hatta düşmanca tavır içinde olan laik yaşam ortamındaki kent insanlarının bir kısmının HDP'ye yaklaşması olumludur.

Parlamento, AKP ve MHP'nin çoğunluğa sahip olduğu bir başkanlık sisteminde zaten daha da güç ve önemsizleştiği için direniş daha çok parlamento dışı olmak zorundadır.

CHP'nin ve Muharrem İnce'nin Erdoğan'ın seçim zaferine ilişkin reaksiyonunu nasıl açıklıyorsunuz?

İnce, seçim kampanyasında kendisini Erdoğan'a meydan okuyan güçlü biri olarak ortaya koydu. Bu bir çok insana umut verdi. Ama seçim gecesi gerçek yüzünü ortaya çıkardı ve sadece bir palavracı olduğunu, zafer için sonuna kadar mücadele etmeye hazır olmadığını gösterdi. Bazıları Ince'nin daha oy sayımı tam bitmemişken Erdoğan'ın seçim zaferini kabul etmesine şantaja maruz kalmış olma ihtimalini gerekçe gösteriyorlar. Bence İnce şahsen tehdit edilmedi. İnce sadece, bu durumda bir sosyal demokrat veya Kemalisten beklenen tavrı sergiledi.

"HİTLER DÖNEMİNDE ALMAN SOSYAL DEMOKRASİSİNİN LİDERLERİ DE FARKLI REAKSİYON GÖSTERMEDİLER"

CHP kendini Kemalist ve sosyal demokrat bir parti olarak görüyor. Pratikte bu şu demek oluyor; bu iki siyasi geleneğin en kötü özelliklerini, yani devlet tutkunluğunu, halk kitlelerinin faaliyetlerinden korkuyu ve milliyetçiliği birleştiriyor. 1933'de Hitler başbakan olduğunda, Alman sosyal demokrasinin liderleri de pek farklı reaksiyon göstermediler. Tabanda bir çok sosyal demokrat, komünistlerle birlikte Nazilere karşı greve ve mücadeleye girmek isterken, sosyal demokrasinin liderleri hiç bir gücü olmayan parlamentoyla tabanı avuttular. Ne yazık ki tüm dünyada sosyal demokrasinin ruh yapısı bu şekilde.

İnce için başka alternatif ne olabilirdi?

Tüm oyların sayılmasından çok önce açıklanan resmi seçim sonucunu reddedebilirdi. Seçimlerdeki çok sayıdaki usülsüzlüğe, seçim manipülasyonlarına ve olağanüstü hal şartları altında yapılan adil olmayan seçim kampanyasına dikkat çekerek, taraftarlarını protesto için sokağa çağırabilirdi. Böyle bir durumda HDP taraftarı, Kürtler ve başka muhalefet edenler de sokağa dökülürdü. Erdoğan'ın silahlı milisleri, Osmanlı Ocakları, Sadat Çeteleri kullanma tehlikesi ciddi olarak vardı. Bu muhtemelen iç savaşın çıkması anlamına gelirdi. İnce, devletin ve ulusun adamı olarak, sokağa dökülen kitlelerin desteğiyle Erdoğan'a karşı sonuç getirecek bu mücadeleye girme yolunu aramadı. Hele hele Kürtlerle birlikte devlet gücüne karşı sokağa çıkmayı hiç istemedi. Teslim olmayı daha uygun gördü. Aynı Kılıçdaroğlu'nun geçen yıl referandum sonrası seçim hilesine karşı yapılan gösterilerle arasına mesafe koyup, protestoları boğduğu gibi.

Erdoğan, Başkanlık sistemiyle inanılmaz bir güce sahip oldu. Erdoğan'dan kurtulmak ve Türkiye'yi demokratikleştirmek için şans var mı?

Diktatörlük zaten çoktan beri var. Bunun temelleri, 2010 Anayasa Referandumu'nda hatta saf solcular ve liberallerin desteğiyle atıldı. Darbe girişimi sonrası olağanüstü hal ve geçen yılki referandum geldi. Şimdi yaşadığımız, bazı Batılı yorumcuların ve Türk liberallerin sandığı gibi, kaderin gücü değil. Bu Erdoğan'ın otoriter hakimiyetini, ulusal ve uluslararası zeminde seçimle meşrulaştırma girişiminden ibarettir. Erdoğan tüm siyasi ve askeri kuvvete sahip. Ama aslında hakimiyeti çok zayıf zemin üzerine kurulu. Erken seçimler için en önemli neden, kaçınılmaz şekilde gelecek olan ağır ekonomik krizdir. Liranın düşüşü, yabancı yatırımların gerilemesi, enflasyon ve işsizliğin artması, gıda maddelerine yapılan zamlar, ekonomik çöküş tehdidi için göstergelerdir. Seçim öncesi AKP konjonktürü suni şekilde hızlandırdı.

AKP hükümeti seçim öncesi uluslararası sermaye piyasası önünde verdiği sözleri şimdi yerine getirmeli. Erdoğan ülke ekonomisinin istikrarı için çaba harcamalı. Üstelik de halk kitlelerinin gereksimlerini gözönünde bulundurarak değil, uluslararası finans sermayesinin, alacaklıların, yatırımcıların istekleri doğrultusunda. Bu da neoliberal reformların devam edeceği, konjonktürün çökmesi, sosyal katılık, yoksulluk anlamına geliyor. Kısa ve orta vadede bu AKP ve MHP'nin küçük burjuva ve orta direkten oluşan sempatizan kitlesini vuracak. Erdoğan ve AKP'nin kendi halkına karşı, hatta kendi sempatizanlarına karşı bu politikayı yürütebilmesi için Başkanlık sisteminin tüm yetkilerine ihtiyacı var.

Nasıl 12 Eylül 1980 askeri darbesi, Dünya Bankası ve IMF'nin istediği neoliberal reformları, o zamanki güçlü işçi hareketine ve solculara karşı zorla kabul ettirmek için gerekliydi ise bugün de bunun için Başkanlık sistemi kullanılacak. Bu konuda ne yazık ki Türkiye solu içinde yanlış değerlendirmeler var. HDP'de ekonomik çöküntünün nedeninin sadece demokrasi eksikliği ve yolsuzluk olduğuna dair yanlış bir inanç var. Ama sermayenin demokrasiye ihtiyacı yok, tam tersi geçerli. Bunu TÜSİAD ve diğer sermaye kuruluşlarının Erdoğan'ın seçilmesine verdikleri reaksiyonlar gösteriyor. Sermayenin ihtiyaç duyduğu güvenlik, yatırım güvencesidir. Bu ikisi son yıllarda Erdoğan'ın ne yapacağının belli olmaması, Gülen sermaye grubunun varlıklarının çalınması nedeniyle kaybolmuştu.

HDP ve CHP"nin seçim programındaki işçiler, emekliler ve çiftçiler için para yardımı ve vergi indirimi vaadleri ve yolsuzlukla mücadele yeterli değildi. Paranın nereden geleceği söylenmeliydi. Bu bağlamda, AKP'nin özelleştirdiği sektörlerin ve altyapıların, bankaların ve şirketlerin kamusallaştırılması, çalışanların çıkarları için planlı bir ekonomik gelişme için kapitalizme alternatifler yaratılması konuşulmalıydı. 

Öne Çıkanlar