Arap Baharı, Tunus’ta başlamadı ama anlamadık

Erdoğan’ın resmî sıfatı olmadan Beyaz Saray’a kabulünü iyi açıklayamadık ama İsrail’e giden Marmara gemisine cemaatten gelen eleştiriyi de çok yerli yerine oturtamadık.

Dün (Pazar) Tunus’ta başkanlık seçimi yapıldı; ilk turda kimse yüzde elliyi bulamayacak, elli dolayında aday çıktı ilk turda, en erken on beş gün sonra ikinci tur yapılacak, gündemde Tunuslu Berlusconi’ler var galiba.

Tunus başkanlık seçimleri nedeniyle Ocak 2011 senesinde Yasemin Devrimi diye bilinen, Ben Ali’nin ülkeden kaçmasına neden olan hareket başladı; dünya da bu harekete Arap Baharı adını verdi.

Ben bu görüşe katılmıyorum.

Arap Baharı denen süreç kanımca 2002’de Türkiye’de AKP’nin iktidara gelmesiyle başladı; adını ister Türk baharı, ister Arap Baharı koyun, meselenin özü değişmiyor.

Türkiye, henüz daha bu konuyu konuşmuyor, 1999-2002 Kasım ayları arasında ülkede neler yaşandığını, başta MHP’nin erken seçime giden süreci başlatması olmak üzere, analiz etmedi.

Askerî vesayet boyunduruğunda Türkiye kişi başına 3 bin beş yüz doları geçemedi, dünya ekonomisi ile tüketim düzeyinde bile bütünleşemedi.

AKP ile, 2002 sonrası AB müzakere süreci başladı, elli yılda gelen net doğrudan yabancı sermaye miktarı bir senede, mesela 2007, geldi, kişi başına gelir on bin dolara geldi, cep telefon numara adedi toplam nüfusu çok aştı.

Unutmayalım, Erdoğan, hiçbir resmî sıfatı yokken, Beyaz Saray’a kabul edildi.

Obama başkan olunca önce Mısır’a, sonra da hemen Türkiye’ye geldi ama yine bir süre sonra elinde beyzbol sopası Erdoğan ile telefon fotoğrafları servis edildi.

Erdoğan ve ekibi (?) maalesef bu gelişmeleri iyi analiz edemediler.

Mısır’da da Mubarek indirildi, İhvan iktidara geldi daha sonra.

ABD bu süreçte vahim bir hata yaptı, bu hata hem Mısır’da hem Türkiye’de çok netleşti, ABD demokrasiyle yani sandıkla iktidara gelmeyi hukuk devleti, mülkiyet hakları, ifade özgürlüğü ile eşanlamlı zannetti ama bizim coğrafyalarda durum pek öyle değil.

Erdoğan sandık anlamında dünya demokrasi şampiyonu sayılabilir, 23 Haziran’a kadar 12 seçim (merkez artı yerel) ve referandumdan arka arkaya zaferle çıktı ama aynı zamanda da temel hak ve özgürlükler ihlali şampiyonluğunu da eline geçirdi bu süreçte.  

Bu birlikteliğe, demokrasi (seçim-sandık) şampiyonluğu ve hukuk devleti ihlal şampiyonluğu birlikteliğine illiberal demokrasiler deniyor son senelerde.

Bu durum çok tehlikeli, mesela açık diktatörlüklerden bile tehlikeli, çünkü illiberal demokrasi yönetimleri sistemlerini, hak ve özgürlük ihlallerini sandığa dayanıp meşrulaştırma hevesine giriyorlar ve kısmen de başarılı olabiliyorlar.

Önce Türkiye baharı çöktü (2011 sonrası), hemen arkasından da Arap Baharı başladı ama bu süreç de İhvan’ın Mısır Anayasası arayışı ile çöktü.

Türkiye ve bölge (Ortadoğu) kanımca çok büyük bir fırsat kaçırdı bu süreçte.

Rusya ve İran’ın bölgede hakimiyetleri de arttı bölgede yine aynı süreçte.

Bu şans bir kez daha bölge haklarının, Türkiye’nin önüne çıkar mı bilemiyorum.

ABD’nin ulusal çıkarları, en büyük şirketlerinin çıkarıdır denir her zaman (What is good for Ford Company, is also good for USA), 2000 sonrası Apple’ın, Microsoft’un çıkarı yani, tarihte ilk kez Ortadoğu halklarının çıkarı ile bir ölçüde çakışmaya başlamıştı, ABD çıkarı Mısır fellahının zenginleşmesi demek idi bir anlamda.

Model çökünce Türkiye de orta gelir tuzağa denen kapana girdi, 2008’den günümüze kişi başına dolar bazında gelirimiz artmıyor, ekonomik büyüme negatif, tarım dışı işsizlik yüzde on beşi geride bıraktı.

Bu durum bizim için berbat bir durum ama ABD’nin de bu süreçten çok mutlu olmadığı kesin çünkü büyük pazarları alım gücü yitiriyorlar.

Keşke Türkiye 2002 sürecinin Türkiye baharı anlamına geldiğini resmî sıfatı olmayan Erdoğan’ın Beyaz Saray’a kabulü ile anlayabilse idi.

Kimse kızmasın, alınmasın ama Erdoğan ve AKP bir ABD projesi idi, bunu görmek lazım, benim de bu projeye Türkiye’yi özgürleştirdiği, zenginleştirdiği ölçüde bir muhalefetim yoktu doğrusu.

Cemaat denen yapı da bir anlamda bizim eski dernekler yasasındaki hükümet komiseri gibi idi; hangi hükümet olduğunu da takdirlerinize bırakıyorum.

Erdoğan’ın resmî sıfatı olmadan Beyaz Saray’a kabulünü iyi açıklayamadık ama İsrail’e giden Marmara gemisine cemaatten gelen eleştiriyi de çok yerli yerine oturtamadık.

15 Temmuz’u da biraz böyle açıklamak lazım belki.

Erdoğan proje sınırlarını geçtiği ölçüde kriz büyüdü ve büyümeye devam ediyor hâlâ.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi