Beka Oyun, Kardeşlik Oyum (2)

Beka Oyun, Kardeşlik Oyum (2)
Propaganda faaliyetlerini ve baş propagandacısını bu düşmanlık üzerinden çalıştıran otoriter bir iktidar ortamında her şeyin her an ne kadar tehlikeli boyutlara varacağını kestirmek güç.

Suat TAŞKESEN


İlk bölümde otoriter devletlerde, devletin çıkarı ile otoritenin çıkarları arasında kesin bir ayrım yapmanın oldukça güç olduğuna dikkat çekmiştim. Bu güçlük, kurulan ittifakla (devlet millet ve lider odaklı otoriter yapı) ilgili olduğu kadar, ittifakın meşruiyetinin propagandalar yardımıyla halka yayılması ve derinliklerine nüfuz ettirilmesiyle olur. Böylece ittifak bir gizeme, bir kutsiyete bir beka teminatına dönüşür.    

Bilindiği ama çok sınırlı ortamlarda sıklıkla dillendirildiği üzere Erdoğan/AKP-MHP/Ergenekon/Ulusalcılar ittifakı 2014’te biçimlenmiş ve 2015’te özellikle 7 Haziran seçimlerinden sonra milli ve yerli beka projesi olarak yürürlüğe sokulmuştur. O tarihten beri ittifak "beka" için canhıraş bir mücadele vermektedir.

Erdoğan/AKP için bu dönüşümün kimilerince nedeni çok açık. Buna göre Erdoğan/AKP siyasi başarının formülünü Milli Görüşten öğrenmiştir. Bu öğretinin özü halkın inanç ve duygularını yakın markaja alarak, halka siyaset götürmek yerine halkın siyasetini merkeze konumlandırmak biçiminde özetlenebilir. Bu aslında Menderes’ten beri Türk sağınca uygulana gelen bir siyaset geleneğidir. Bu anlayışa Erbakan önderliğindeki Milli Görüşün eklemlediği yenilik, laikliğe meydan okuma pahasına din vurgusu yapmak ve bunu sosyal adalet söylemleriyle dengeleyerek kendini merkezin dışında bırakılmış hisseden kitleleri harekete geçirmekti.

Böylece denilebilir ki siyasi başarıyı nasıl elde edeceğini büyük oranda Milli Görüşten öğrenen Erdoğan/AKP iktidarı, devleti nasıl ele geçirip kadrolaşacağını dünün Cemaati bugünün FETÖ’sünden öğrenmiştir. Bunu öğrenmenin bedelini ise bütün bir ülkeye ödettirmiş ve en az 30 yıldan beri devlet kademelerini ince ince dokuyarak ele geçiren FETÖ’nün 2002 yılından sonra zincirlerinden boşalırcasına devletin kadrolarına çullanmasının kapılarını sonuna kadar açmıştır.

FETÖ’ye dağıtılan makam ve ayrıcalıklar bir yandan onu devlet içinde devlete dönüştürürken diğer yandan Erdoğan’ın kontrolünden ya da mutlak işbirlikçisi olma rolünden uzaklaştırmıştır. Ne oldu nasıl oldu gibi soruların en azından bizler için bugün bir anlamı yok. Bizim için önemli olan bu paralel devlet yapısının uzaklaşmasının Erdoğan siyaseti üzerindeki doğrudan etkisi. Öyle ki böylesine devasa bir yapıyla iktidar da olsanız tek başınıza savaşma olasılığınız pek mümkün değildir. Nitekim 17/25 olayından sonra konuşmaları dinlenen, neredeyse her hareketi takip edilen ve çevresindeki herkese kuşkuyla bakan bir Erdoğan’ın çalacağı çok fazla kapı yoktu. FETÖ doğrudan ya da dolaylı olarak aynı zamanda Amerika ve NATO (ki NATO AB seçeneğini de sakatlayan bir unsur olarak düşünülebilir) anlamına geldiği içindir ki Erdoğan ya içine doğup büyüdüğü Siyasal İslam’ın Milli Görüş yorumuna dönüş yapacak ya da yeni ittifaklar kuracaktı.

Ne var ki Siyasal İslam’a ve/veya Milli Görüş’e dönmesi önünde iki engel vardı. İlki, Milli Görüş’e dönmesi AKP çizgisinden geri adım atıp fabrika ayarlarına dönmesi bir yana küçülmesi ve hatta yok edilmesi olasılığını arttırmaktaydı. İkinci olarak, Siyasal İslam’ın Arap Baharı’yla yeşeren umutları kısa zamanda karamsarlığa döndü. Bir şekilde iktidara gelen İslamcı hareketlerin, ezilenlerin adalet ve vicdan arzusunu ateşleyen duygularını kullanmaktaki başarılarını pratikte herhangi bir söyleme, ideolojiye, stratejiye ya da idari kabiliyete dayandıramadıkları açıkça görüldü. Siyasal İslam’ın bu "küresel" çöküşü Türkiye’deki siyasal İslamcıları, yapıları ve onlara bakışı doğrudan etkilemiş ve FETÖ ile mücadele eden Erdoğan/AKP kanadı için seçenek olmaktan çıkmıştır. Buna bağlı olarak Osmanlıcılık (aslında siz onu Neo-Türk-İslamcılık diye okuyun) vizyonu da Suriye bataklığına saplanmış ve darbeci General Sisi’yle Arap dünyasında yeniden söz sahibi konumuna gelen Mısır’ın meşhur Nil Nehri’nde boğulmuştur.

Bu seçeneklerin imkânsızlığı "Yerli ve Milli" stratejilerin toplumsal hafızayı yok ederek, kısa zamanda etkin bir biçimde benimsenip, sindirilip, hem yandaşlara hem de muhalefete dayatılmasını gerekli kılmıştır. Suriye’de yükselen Kürt gerçeği ve 2014 Kobani olayları Kürtleri bir kez daha milli hassasiyetin ve devletin bekasının merkezine almış ve FETÖ’den muzdarip Erdoğan/AKP ile MHP/Ergenekon/Ulusalcılar ittifakının önünü açmıştır.

Dikkat edilirse bu ittifak ilişkisinde söylem ve eylem düzeyinde değişen, dönüşen ya da ödün veren ne Bahçeli, ne MHP, ne Ergenekon ne de ittifakta yer alan Ulusalcılar olmuşlardır. Hatta onların ittifakın başlangıcından bugüne ne dedilerse ittifaktan önce de hemen hemen aynı şeyleri söyledikleri ortadadır. Örnek verecek olursak Bahçeli’nin bir vakitler ağzına geleni saydırdığı Erdoğan bu Erdoğan değildi, ama o Bahçeli bu Bahçeliydi. Aksine değişen, dönüşen ve ödün veren hemen her konuşmasında 3-5 yıl önce yaptığı konuşmalarını inkâr eden, çevresinde birlikte yola çıktığı hiç kimse kalmayan ve kurulan ittifakın propaganda bakanı gibi davranan Erdoğan’ın ta kendisi olmuştur. Nitekim sadece AKP’ye yakın durmuş Kürtler içinde değil aynı zamanda AKP ve cemaatler içinde de giderek büyüyen rahatsızlığın en büyük kaynaklarından biri de Erdoğan’ın bu tavizkar hatta kimilerince teslimkar tavrıdır.  

Bugün gelinen noktada Erdoğan/AKP-MHP/Ergenekon/Ulusalcılar ittifakı devleti, medyayı, sivil toplumu ve iş dünyasını elinde tuttuğunu düşünerek kurduğu otoriter yapının nimetlerinden faydalanıyor gibi görünmektedir. İttifakın yerel seçimlerin tartışılmasından çok önce geliştirdiği "yerlilik ve millilik" stratejisi bugün için büyük ölçüde Kürt düşmanlığına evirilmiştir. Kutsal Üç’lüye (devlet-millet-otoriter ittifak) sahip olduğunu düşünen Cumhur İttifakı’nca ekonomik krizin gölgesi altında belirlenen günlük siyasi söylemlerin hedefinde Kürt düşmanlığı ve muhalefeti bu düşmanlık üzerinden sindirmekten başka bir şey yok gibi görünüyor. Burada Kürt düşmanlığı, ekonomik kriz lobileri (faiz lobisi, göz yaşartıcı soğan lobisi vs.) üzerinden geliştirilen küçük yalanların beka sorunu olduğu büyük yalanını örtmede kullanıldığını söylememe gerek yok. Özellikle beka sorununun ne menem bir çelişki olduğunu şu tek örnekle açıkladığımızda ne büyük bir yalan/giz olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Bilindiği üzere S-400 savunma füzelerinin alınması NATO’ya rağmen Rusya ile askeri ve stratejik bir ortaklığın geliştirildiği anlamına gelir. Bu da demektir ki "beka" Rusya ile böyle bir stratejik ortaklığın kurulmasını zorunlu kılmaktadır. Peki, ABD, AB ve NATO’nun sert tepkilerine karşın S-400 füzelerini "çatlasan da patlasan da alacağız" diyen bir irade aynı Rusya’ya karşı Fener Rum Patriği Bartholomeos’a Ukrayna Kilisesine bağımsızlık veren imzayı neden attırdı. Çünkü bu imzayı binlerin önünde duyuran Ukrayna Devlet Başkanı Poroşenko aynen şunu dedi: "Bugün tarihe kutsal bir gün olarak geçecek. Bugün Rusya'dan nihai bağımsızlığın elde edildiği gün. Bu, Putin’siz ve Kirill’siz (Moskova Patriği) bir kilisedir." Şimdi soru şu; NATO, ABD ve AB’ye rağmen Rusya’dan savunma füzelerini alan irade ile Rusya’ya rağmen Ukrayna Kilisesine bağımsızlığını verdiren iradenin "beka" tanımı ve içeriği aynı mıdır? Öyle ise görüldüğü üzere bir çelişki söz konusu ve sıkıntı var. Yok öyle değilse daha büyük bir sıkıntı var ki buna göre İttifak’ın ana unsurları devlet iradesini birbirlerinden ayrı ve bağımsız olarak kullanabilmektedirler ya da basitçe İttifak Türkiye’sinin temel stratejisi stratejik karmaşadır. 

Ezcümle, 31 Mart akşamına kadar devam edecek gibi görünen bu puslu ve şiddete gebe ortamın bugüne kadar kanlı ve büyük çatışmalara ve Kürt-Türk linçleşmelerine dönüşmemesi bizler için ve hala bir şeyleri umut edebilmemiz için büyük bir şans. Ne var ki bütün propaganda faaliyetlerini ve baş propagandacısını bu düşmanlık üzerinden çalıştıran otoriter bir iktidar ortamında her şeyin her an ne kadar tehlikeli boyutlara varacağını kestirmek oldukça güç. Yaklaşan Newroz’da kanlı bir olay yaşanması birkaç yıldır devlet imkânlarıyla yürütülen propagandalarla aidiyeti istismar edilen Türk ve pervasızca dışlanan Kürt halklarını nereye götürür belirsizdir.

Burada İslamcı, solcu, liberal, demokrat ya da hayata dair herhangi bir ortak değeri savunan herkese devlet destekli otoriter ittifakın bölücü ve kutuplaştırıcı söylemlerine karşı, insani ve birleştirici yanıtlar geliştirme ve halkları olası çatışmalardan uzak tutma görevi düşüyor. Ayrıştırıcı büyük propagandayı birleştirici küçük adımlarla boşa çıkarmak mümkün.  

Beka Oyun, Kardeşlik Oyum!


*Dr., Siyaset Bilimi

Öne Çıkanlar