Boratav: Bu kriz AKP’nin eseridir

Boratav: Bu kriz AKP’nin eseridir
Prof. Dr. Boratav, 'İçinden geçtiğimiz kriz finans kapitale teslimiyeti nedeniyle bizzat AKP’nin eseridir. Ağırlaştıkça iktidarı da sarsması gerekir' tespiti yaptı.

Prof. Dr. Korkut Boratav, sistemle ve ekonomiyle ilgili önemli açıklamalar yaptı. İçinden geçmekte olduğumuz ekonomik krizin finans kapitale bağımlılığı, teslimiyeti nedeniyle bizzat AKP’nin eseri olduğuna dikkat çeken Boratav, "Ağırlaştıkça temsilî demokrasinin normal koşullarında iktidarı da sarsması gerekir. Yeni rejim, kurumsallaşamama güçlükleriyle karşı karşıyadır. Türkiye’nin gelişkinlik düzeyindeki kapitalist bir ekonomi, bugünkü alaturka başkanlık rejimi ile yönetilemez. Meşrutiyetten bu yana kamu yönetiminin tarihsel birikimi emir-komuta zinciri içinde çalışmaya müsait değildir. Bu kadro yeni baştan kurumsallaşma gerçekleştiremez" değerlendirmesi yaptı.

Türkiye'nin çok tartışılan IMF ile yeni bir anlaşma yapıp yapmayacağı meselesine de değinen Boratav, "Kriz çok derinleşirse mecburen IMF’yi getirecekler; bir gerekçe bulurlar. Kamu yönetiminde yapısal reform için de Dünya Bankası... Aksi halde bugün yarım-yamalak uygulanan "IMF’siz IMF programı"nı, ekonomiyi küçülterek, işsizliği artırarak düşe kalka sürdürürler" dedi.

Cumhuriyet gazetesinde yer alan röportajında Boratav, şu açıklamalara yer verdi:

- Gezi çok önemli bir itirazdı, nasıl okumak gerekir o günleri?

Gezi’ye katılanların ortak simgesinin kalpaklı Mustafa Kemal bayrağı olduğunu hatırlayalım. Temel ideolojik konumları Cumhuriyetçiliktir. Gezi mitingleri de, Türkiye’nin Cumhuriyetçi ve demokrat insanlarını bir araya getirmiştir. Zira, Cumhuriyetçi, aslında demokrattır; çünkü aydınlanmacıdır. Aydınlanma, düşün dünyasında sınırsız özgürleşme demektir. O sayede Hasan Âli Yücel’in Tercüme Bürosu’nun Türkiye düşün ve edebiyat hayatına getirdiği ışıktan yararlandık. Köy Enstitüleri’nde de hem klasik müzik, hem klasik dünya edebiyatı köy çocuklarının olgunlaşmasına katkı yaptı.

Gezi’ye katılanların toplumsal profiline bakalım. Ağır basan özelliğini bugünün ve geleceğin ücretli çalışanları diye tanımlayabiliyoruz. Böylece de işçi sınıfını işaret etmiş oluyoruz. Beyaz yakalı ücretli ne demek? Hayatını kafa emeğini satarak kazanan insandır; yani işçidir. Engels açıkça söylüyor, emeğini satan herkes işçidir. Bu tespiti, Gezi için "orta sınıf eylemi" küçümsemesine karşı yapıyorum.

İşçilerin dışında kim katılmıştır? Birincisi öğrenciler... Öğrenciler tümüyle yarınki işçi sınıfının yedek emek ordusudur; üniversiteyi bitirdikleri anda yedek emek ordusunu besler; adım adım da aktif emek ordusuna katılırlar. Dolayısıyla onlar yarının işçi sınıfıdır.

İşçilerin dışında Gezi’ye katılan ikinci grup da beyaz yakalı profesyoneller. Yani avukatlar, doktorlar, mali müşavirler katılıyor. Mühendislik bürosunun patronu, büro çalışanlarıyla birlikte katılmadı mı? Katıldı. İşçi sınıfı çekirdeğinin dışında bu katman da var. Toprak ağası, fabrikatör, müteahhit, tüccar Gezi’ye katılmadı; tekil istisnalar hariç.

Ancak Gezi, ücretlerin yükselmesi, fazla mesainin, çalışma koşullarının düzenlenmesi gibi işçi sınıfının günlük talepleri için yapılmadı. Nümayişler sırasında bu konuda doğru tespiti Ali Babacan yaptı. O günlerde Brezilya’da toplu taşıma zamlarını protesto eden gösteriler başlamıştı. Babacan sorguladı: "Gezi gösterilerinde Brezilya’daki gibi ekonomik talepler yok; ne istiyorlar?" Tespit doğru; ama Gezi’deki insanların, işçilerin daha olgun bir sınıfsal talebini algılamıyor. Ortak teşhis ve talep şuydu: "İktidar, bizlerin Taksim’deki ortak varlığımızı vurguncu, kapkaççı sermayedarlarla paylaşmak üzere talan etmektedir ve karşı çıkmalıyız..."

Bu algılama, işçi sınıfının güncel, sendikal refleksini aşan; kamuculuğu içeren daha olgun bir dünya görüşüne açılıyor. Zira, sosyalizm aydınlanmanın uzantısıdır, türevidir. Keza, Gezi’de bir araya gelenler, nevalenin ihtiyaca göre dağıtıldığı komünist paylaşım ilkesini de uyguladılar.

Bu tespitler bir araya getirilirse, Gezi, Türkiye toplumunun olgun; ancak örgütsüz, kendiliğinden bir sınıf kalkışması olarak görülebilir.

- Krizin göbeğindeyiz, sizce nasıl bir süreçten geçiyoruz?

İçinden geçmekte olduğumuz kriz, finans kapitale bağımlılığı, teslimiyeti nedeniyle bizzat AKP’nin eseridir. Ağırlaştıkça temsilî demokrasinin normal koşullarında iktidarı da sarsması gerekir.

Yeni rejim, kurumsallaşamama güçlükleriyle karşı karşıyadır. Türkiye’nin gelişkinlik düzeyindeki kapitalist bir ekonomi, bugünkü alaturka başkanlık rejimi ile yönetilemez. Meşrutiyetten bu yana kamu yönetiminin tarihsel birikimi emir-komuta zinciri içinde çalışmaya müsait değildir. Bu kadro yeni baştan kurumsallaşma gerçekleştiremez.

Kriz çok derinleşirse mecburen IMF’yi getirecekler; bir gerekçe bulurlar. Kamu yönetiminde yapısal reform için de Dünya Bankası... Aksi halde bugün yarım-yamalak uygulanan "IMF’siz IMF programı"nı, ekonomiyi küçülterek, işsizliği artırarak düşe kalka sürdürürler.

- İçinde bulunduğumuz rejimi tarif etmek gerekse, ne dersiniz?

Şunu söyleyeyim bir kere, rejim değişti. Ben İslamcı faşizm diyorum, geçiş son cumhurbaşkanlığı seçimiyle tamamlandı. Meclis bitti. Ama birçoğumuz rejimin değiştiğinin farkında değil; çünkü özgürlük alanlarının hepsini yok etmediler. Hâlâ bu tür "aykırı" sohbetleri yayımlayan bir gazete var. İki üç muhalif TV kanalı ve gazete var. Zorla ayakta durduklarını da biliyoruz.

Burjuvazi ise, "lümpen", kapkaççı, fırsatçı ve korkak olduğunu defalarca gösterdi. Mülkiyet haklarının ihlallerini dahi, "bana dokunmayan yılan.." anlayışıyla sineye çekti. AKP’nin rejim değiştirme operasyonlarının her aşamasına açıkça ya da sessizce destek verdi. Bu özellikleriyle Türkiye burjuvazisi, yakın dostlarına, hatta kendisine dahi "ihanet" etti. Hayalperest liberallerin ondan umduğu tarihsel görevi ifa etmiyor. Kapitalist bir toplumun egemen sınıfı olma iddiasını yitirmiş. İktidar, ihsan dağıtma ve cezalandırma yöntemlerini işadamlarına karşı pervasızca kullanıyor. Büyük sermaye de son tahlilde orta halli kapkaççıların yönettiği; yolsuzluğun zirveye çıktığı; yozlaşmış kapitalizmi sineye çekiyor. Bu rejimin kendisi için de yarattığı istikrarsızlık, güvensizlik tahammül sınırını aşarsa ne yapacak? Çoluk-çocuk, servet, sermaye, şirket olarak ülkeyi terk etme seçeneği yedektedir. 

Röportajın tamamını şuradan okuyabilirsiniz. (EKONOMİ SERVİSİ)

Öne Çıkanlar