Christchurch’ten Utrecht’e nefret siyasetinin sonuçları

Nefret siyasetinin nereye götüreceği çok belli. İyi-kötü terör ayrımı yaparak, bunlar bizim çocuklar diye kayırarak, cenaze yuhlatarak kimse ne şiddetle, ne katliamlarla baş edilebilir.

Daha Yeni Zelanda-Christchurch’teki ırkçı katliamın dehşetinden çıkamamışken Hollanda-Utrecht’ten terör saldırısı haberi geldi. Ne yazık ki tramvay istasyonunda en az üç kişinin ölümüne, altı kişinin ağır yaralanmasına sebep olan bir Türk, Gökmen Tanış.

Katile ve bu korkunç saldırıya dair ne söylenecek, göreceğiz...

Camileri (Müslümanları) hedef alarak 50 insanın katili olan Brenton Tarrant gibi siyasi malzeme haline getirilmeyeceği aşikâr.

Christchurch katliamı üzerine siyasilerin söyledikleri ve yaptıklarını, muhafazakârlıkla, siyasetle, Müslüman kimlikle açıklamak zor. Zira seçilen dil ve kullanılan yöntemler, neofaşist ideolojiyi yerin dibine batırmak, mücadele etmek şöyle dursun, canlandırır, besler nitelikte.

Nasıl? Cumhurbaşkanı Erdoğan seçim mitinginde, katilin bizzat çektiği görüntüleri izlettirdi. Üstelik söz konusu görüntüler, şiddeti yeniden ürettiği için sosyal medyadan kaldırılmış, bu kadar yaygınlaşması kınanmışken...

Kendi yönetiminde, başta IŞİD terörü olmak üzere, tren facialarından yıkılan binalara, bırakın grafik görüntülerin yayımlanmasını, haber yapılmasını engeller, yasaklarken...

Müslümanlara yönelik bir katliamı seçim için kullanmaya, halkı katilin gözünden dünyaya bakmaya zorlamak, nasıl bir siyasettir?

KATİLLERİN HER DEDİĞİNİ CİDDİYE ALIRSAK...

"Mesajı aldık" diyor Cumhurbaşkanı, aşırı sağcı bir katilin tüfeğindeki abidik gubidik yazıları ve Türkiye ziyaretini kast ederek. Ötesi, Çanakkale’ye yıllardır gelerek atalarını anan, bir daha savaş olmasın diye dua eden Anzaklara da parmak sallıyor!

Sanki her turist, potansiyel İslam düşmanı bir terörist. E o zaman Ortadoğulu turistler, sığınmacılara ne denecek? IŞİD bu topraklarda kaç kez saldırdı, buradan kalkıp halkları/ülkeleri hedef alarak ‘mesaj’ mı verilseydi?

İster İslamcı terör olsun ister neofaşist, hastalıklı kafalardan çıkan mesajları görmezden gelelim demiyoruz. Aksine, tartışalım.

Ama bu kadar ciddiye alınca, bir ülkeyi hatta kültürü, neofaşist bir katilin eyleminde şahsileştirince terörün tam da hedeflediği şeyi uygulamış olmuyor musunuz?

Christchurch katliamı üzerine tartışılan konulardan biri, neden "Hristiyan terörü" denmediği. Malum, İslamcı terör kavramı reddediliyor.

Fakat Christchurch dahil, pek çok beyaz ırkçı saldırıda ana motif "dinimize saldırıyorlar" veya Hristiyanlığı yaymak değil. (Tarrant, "Avrupa kültürü, ırkı ve kimliği" vurgusu yapıyor.)

IŞİD ise kanlı eylemleri cihat adına, İslam adına yaptığını iddia ediyor. Açıkça Batı’yı, Batılıları ve onlarla işbirliği yapanları hedef alıyor. Mesela İstanbul’da da cihat yapacaklarını, Ayasofya’yı yıkacaklarını yazıp çizdiler. Hiçbiri Tarrant’ın sayıklamaları kadar ciddiye alınmadı.

YAHUDİ DÜŞMANLIĞINDAN BAHSEDEN YOK!

Irkçı saldırılarda Hristiyanlık ve din söylemi ana motif değil dedik, başat rolde yabancı nefreti ve neofaşizm var. Nefret, daha çok Müslüman ve Yahudi düşmanlığında cisimleşse de aslında tüm "öteki"lere, göçmenlere, zencilere, kara tenlilere yönelik...

Ama Türkiye’nin yönetenleri, medyası katilin Yahudi, Asyalı, Afrikalı nefretini ve onlar hakkında salladıklarını hiç görmüyor. Sanki Yeni Zelanda’daki saldırı doğrudan Türklere, Türkiye’ye yapılmış gibi bir hava esiyor. Peki şimdi Hollandalı bir siyasetçi, katilin Türk olmasından hareketle, Utrecht saldırısının Türkiye tarafından Hollanda’ya yapıldığını iddia edip Erdoğan gibi konuşsa ne olur?

Neofaşist dalganın neden dünyanın öte yanında, uyuklayan kasabalarda bile yükseldiğini tartışmamız lazım. Afganistan, Ortadoğu ve Afrika’da, Batı’nın aktörü olduğu savaşlar, sadece yıkım ve nefreti körüklemedi; milyonlarca insanın göç dalgasıyla sonuçlandı. Kimse, buna rağmen neden bu insanlar Müslüman ülkelere değil de Batı’ya gidiyor demedi. Göç dalgaları, şehirleri, kültürleri, ekonomiyi etkiledikçe tüm fatura göçmene, yani yabancıya kesildi.

Unutmayalım ki Türkiye de benzer bir düşmanlaşma ve yabancı nefretini, akın eden milyonlarca Suriyeli üzerinden deneyimliyor. Kürtlere, Alevilere, Yahudilere, Ermenilere, Rumlara, kadınlara, LGBTi’lere yönelik nefret söylemi ise giderek dozunu artırıyor.

Nefret siyasetinin nereye götüreceği çok belli. İyi-kötü terör ayrımı yaparak, bunlar bizim çocuklar diye kayırarak, cenaze yuhlatarak kimse ne şiddetle, ne katliamlarla baş edilebilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi