Çok berbat ve çok hayırlı bir musibet karşısındayız

AKP’nin ilk defa tek başına hükümet kuramadığı 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra yaşandığı gibi, bu sessizlik de hayra alamet değildi.

Çok berbat bir musibet karşısında bulunduğumuz hususu izahat gerektirmiyor. Çünkü seçilmiş üç belediye başkanını " haklarında terör soruşturmaları olduğu" gibi bir idari gerekçeyle görevden alıp yerlerine valileri kayyım atayarak en büyük bölücülüğü yaptılar. Zaten 1930’lardan beri tümüyle dışlanan Kürtlerimizi, 21. Yüzyıl ortasında vatanları Türkiye’ye bi de böyle yabancılaştırdılar.

Mehmet Ağar’ın bile "Dağda silah tutacağına düz ovada siyaset yapsın" dediği bu vatandaşların, tamamen yasal davrandıkları durumda da mis gibi tarumar edildiğini kanıtladılar.

Bu yeter de artar.

                                                                                                                          ***

Çok hayırlı derken:

İktidardan düşmemek için dozu gittikçe artan bir hukuksuzluğu ve şiddeti artık prensip belleyen AKP-MHP’nin sonunu getirecek dev bir adım attılar. Sandıktan çıkmayı ağızlarına persenk yapmış olanlar, kendilerini topuktan vurdular.

"Biz sandıktan çıktık! Halkın oyuyla seçildik!" teranesi bundan sonra bitmiştir artık. Korkudan çaktırmaz ama, kendi tabanları bile yemez. Bu bir.

Bugünkü Tek Adam Rejimi sayesinde despotizme karşı aşılanan Türkiye’nin, bir daha böyle bir Rejim’i yaşamayı kesinlikle reddedeceği günlerin yastığını bilmeden takviye etmiş oldular. Bu iki.

Kürt fobisiyle malul oldukları halde "demokrasiperest" gözükmeye özen gösterenlerin ortalığa dökülmesine ve eğer utanmaları varsa, meşhuuur Prof. Metin Feyzioğlu’nun bile "Sandığa güvenmeliyiz" dediği şu günlerde bir nebze utanmasına zemin hazırladılar. Bu üç.

Şu da lazımsa, dört: Alay konusu olmuş vaziyetteler. Zaytung yazıyor: "Son Dakika – AK Parti, büyükşehirlerin kaybedilmesinden sorumlu tuttuğu 6 milyon Kürt seçmeni görevden aldı!"

                                                                                                                     ***

Demokrasinin önemli unsurlarından biri olan "sandıktan çıkmak"ı bâşının tek tâcı eylemiş bir Erdoğan niye yaptı bunu?

Çünkü yaptığı büyü kendisini de büyülemişti. İBB seçimlerinin de tescillediği üzre o büyü bozuluverince panikledi ve bu panik içinde kurtuluşunu şimdi gittikçe sertleşmekte arıyor.

Genel çerçeve böyle. Ama Şark Kurnazlığı’nın dikte ettiği özel bir çerçeve de mevcut. 2 noktada özetlersek:

                                                                                                                    ***

1) Bugünkü iktidar, MHP’den ayrılmış İYİP’ten ve AKP’den ayrılacak olanlardan fena ürküyor. Bunları ve ayrıca bu rezalet karşısında suskun kalacakları çuvallatmayı amaçlamış vaziyette.

Çünkü hesaba göre, bunlar da AKP+MHP gibi Kürt fobisiyle malul oldukları için susacaklar, susunca da iktidarın hukuksuzluğunu desteklemiş olacaklar. Nitekim İYİP’ten ödü kopan Bahçeli ne iltifatlar yolladı İçişleri Bakanı Soylu'ya.

Bu Şark Kurnazlığı istenen sonucu verdi mi?

Hayır. Bunların verdikleri demeçler, gitgide hukuktan ayrılan Tek Adam Rejimi’nin sağ cenahta gitgide yalnız kaldığını gösterdi. Büyülü değnek Kürt meselesini kullandığı zaman bile.

a) İYİP’li Meral Akşener’den ben bu yazıyı yazarken tık yoktu. Ama bu çok hayırlı bir gelişme, çünkü şimdiye kadar ağzını her açtığında Kürtlerin aleyhinde ne varsa onu destekler idi. (Baskıya girerken de parti sözcüsünden şu "açıklama" geldi: "İzah etmek mesuliyeti iktidarındır."

b) Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu’ndan tık var. Gerçi tvitlerinin içeriğine ve ürkekliğine söylenecek dünya kadar şey var ama, ikisi de durumdan çok tedirgin. Gül "Demokrasimiz için doğru olmamıştır", Davutoğlu da "Yapılan, demokratik sistemin ruhuna aykırıdır" diyor.

                                                                                                                    ***

CHP burada nereye oturuyor?

Parti-olarak, sümsüklüğe devam. SP Gn. Bşk. T. Karamollaoğlu’nun derhal "Millet iradesine ipotek koymak kimseye bir şey kazandırmaz" diye konuştuğu bir sırada CHP MYK karar aldı:

Kayyım darbesini açıklamalarla eleştirmeye devam edecek, ama bunun yaşandığı üç ildeki protestolara katılmayacak

Yani, Türkçeye tercümesi: Anayasa Md. 34’ün "Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir" hükmü umurumuzda değildir ve "Bugün bana yarın sana" ilkesi bizi hiç ırgalamaz.

Oysa Kılıçdaroğlu hemen atlayıp bu üç belediye başkanını ziyarete gitmeliydi.

Fakat Tek Adam Rejimi’nin yapıverdikleri CHP’yi bile değiştirmeye başladı. Sezgin Tanrıkulu derhal ses yükseltti. Grup Başkanvekili Özgür Özel, "AKP iktidarı yine demokrasiyi değil faşizmi seçti" yorumunu yaptı. İmamoğlu, "‘Terör örgütü üyeliği’ gibi kuru laflarla bu hamleler yapılmaz, herkes haddini bilecek" dedi. Gençlik Kolları en başta açık konuşmuştu: "Van, Diyarbakır ve Mardin halkının ve iradesinin daima yanında olacağız." Bu çıkışlar olmasaydı, Allah her RTE’ye CHP gibi rakip versin demek gerekecekti.

                                                                                                                ***

2) Şark Kurnazlığı’nın yukarıda bahsettiğim hedefi "yıkmak" idi. Bu ikinci hedefi ise, "sürdürmek".

Daha önce de çok konuştuk. Tek Adam Rejimi, "Mahşerin Dört Atlısı" sayesinde ayakta duruyor. Çok kısaca: Ahd-i Cedid’in yani İncil’in "Kıyamet" (apokalips) bölümünde geçen bu dört atlı Savaş–Kıtlık–Salgın-Ölüm olarak bilinir.

Orada öyle bilinedursun, bizim malum Dört Atlı: Dinci AKP + Irkçı MHP + Ehlileştirilmiş Ergenekoncular + Aydınlıkçı Ulusolcular.

Tek Adam Rejimi’nin sürebilmesi için, işte bu acayip koalisyonun biricik ortak paydasını oluşturan Kürt Düşmanlığı’nın yapıştırıcı olarak kullanılması lazım.

Son olarak, seçilmiş belediye başkanlarını görevden alarak. Yüzlerce kişiyi tutuklayarak. Oturma eylemi yapanlara biber gazı ve plastik mermi sıkarak. Avukatların açıklamasına polis saldırtarak. HDP’li vekilleri bile darp ederek. Dışarıda da, kuzeydoğu Suriye’yi işgal edip hem Suriye Devleti’ni, hem Rusya’yı, hem ABD’yi karşısına alarak. İşgal uğruna verilen şehitler konusuna hiç girmeyelim.

Kürtleri tahrik edip, hata yaptırıp, faşo kamuoyunu arkasına almayı amaçlayan bu şiddet politikası Kürtlerle sınırlı değil. "Yeterince korkutulan insanlar otoriteye sığınır" ilkesi gereği, sürekli kutuplaştırma/düşmanlaştırma politikasının bir parçası.

                                                                                                               ***

Şimdi de Kars Belediye Başkanı Ayhan Bilgen’i "ifade vermeye" çağırdılar ama, CHP’li İstanbul, Ankara ve İzmir'e de kayyım atanır mı?

Hani ya, ah bi atasalar, bi atasalar! Ah la, bi atasalar!

Sadece, CHP’nin ebesini görmesi açısından değil. Kazanamadığı seçimleri iptal ettiren bir şahsın bizzat seçim kaybetmesi halinde nelere tevessül edebileceğini tahmin ettirmek açısından.

Bi de, tek satırını okumadıkları Marx Baba’nın bir cümlesini olsun duymaları açısından:

"Bütün tarihsel büyük olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir. İlkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak."

Önceki ve Sonraki Yazılar
Baskın Oran Arşivi