'Bu bayrak, sizin pisliklerinizi örtmek için dedelerimizin kanıyla var edilmiş bir bayrak değil'

'Bu bayrak, sizin pisliklerinizi örtmek için dedelerimizin kanıyla var edilmiş bir bayrak değil'
HDP'nin Eş Genel Başkanı iken tutuklanan Selahattin Demirtaş, savunmasında partisini hedef gösteren Süleyman Soylu'ya seslendi.

ARTI GERÇEK - HDP'nin Eş Genel Başkanı iken tutuklanarak Edirne F Tipi Cezaevi'ne konulan Selahattin Demirtaş'ın Sincan Cezaevi Kampüsü'nde Edirne Cezaevi'nden SEGBİS aracalığıyla da olsa savunmasını yaptı.

Hakkında, tutuklu yargılandığı dava kapsamında 'örgüt kurma ve yönetme', 'örgüt propagandası' ve 'suç ve suçluyu övme' iddialarıyla, 142 yıla kadar varan hapis cezası istenen Demirtaş, tutuklu ailelerine dönük polisin tutumunun onur kırıcı olduğunu belirterek, annelere yönelik saldırıları kınadı.

Acıların yarattığı kin ve öfkenin yeni çözüm arayışlarına engel olduğunu ifade eden Selahattin Demirtaş, "Kin ve öfke o kadar büyük bir mesafe yaratmış ki, bu mesafeyi kapatıp da yeni çözüm arayışlarından sonuç alamıyoruz. Bu fezlekedeki her bir suçlama, siyasi görüşümün terörize edilmesinden başka bir şey değildir" dedi.

Selahattin Demirtaş, partisine karşı 'Vatan haini' söylemini Çubuk'taki linç girişimi sonrası da sürdüren İçişleri Bakanı Soyluya, "Bu bayrak, sizin pisliklerinizi örtmek için dedelerimizin kanıyla var edilmiş bir bayrak değil" diye seslendi:

"İçişleri Bakanı denen zat, 2010'da Cemaatin kanalında "Yeni yapılacak Anayasa, Türk'ü de Kürt'ü de kucaklamak zorunda değil mi" diyor. BDP güzellemesi yapıyor. Yerel yönetimlerin özerkliğini savunuyor. Şimdi de bu görüşlerimiz nedeniyle bize hakaret ediyor. Hesabın ne kitabın ne? Nasıl bir karanlık, maddi ilişki içindesiniz devletle? Neyin üstünü örtmeye çalışıyorsunuz? Bu bayrak, sizin pisliklerinizi örtmek için dedelerimizin kanıyla var edilmiş bir bayrak değil. Hepimizin ortak bayrağıdır."

Yarın saat 10:00'da savunmasına devam edecek Selahhattin Demirtaş suçlamalara karşı Mahkeme Heyeti'ne yaptığı savunmanın tamamı şöyle:

"Barış ve demokrasinin güçlenmesi için; sağduyunun, diyaloğun hakim olabilmesi için yapılan açlık grevleri devam ediyor. Hem arkadaşlarıma selamlarımı gönderiyorum hem de kamuoyunu duyarlı olmaya çağırıyorum.

Gebze Cezaevi önünde çocukları için oturma eylemi yapan annelerimize yönelik onur kırıcı muameleleri asla kabul etmeyeceğimizi, annelerin gözyaşlarının rengi olmayacağını hatırlatarak kınıyorum.

Aralarında dosyamı takip eden avukatların da olduğu bir grup avukat arkadaşıma Kızılay Meydanında sert bir müdahalede bulunulmuş, işkenceye varan uygulamalar yapılmıştır. Avukat arkadaşlarımı selamlıyor, kendilerine reva görülen bu muameleyi kınıyorum."

'SAVCININ HAZIRLADIĞI FEZLEKE 7 HAZİRAN'LA DOĞRDAN BAĞLANTILI'

Demirtaş savunmasının devamında 15 No'lu fezleke üzerine konuşuyor:

"Bu fezlekede, 8 Nisan 2011 tarihinde, örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek ve toplantı, gösteri, yürüyüşleri yasasına muhalefet etmek suçlaması yöneltiliyor. Savcı 15 no'lu fezlekede, 8 Nisan 2011'de suç işlediğimi iddia ediyor. Bir yürüyüş. Peki bu fezleke yürüyüşten hemen sonra mı hazırlanmış? Hayır. 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra, 6 Ekim 2015'te hazırlanmış. Bu fezleke, 7 Haziran ile doğrudan bağlantılıdır. Ne hikmetse bu savcı tam 4 buçuk yıl beklemiş, 7 Haziran seçimlerinden sonra da fezleke düzenleyip Meclise göndermiş.

'FEZLEKE KELİMESİ KELİMESİNE İDDİANAMEYE DÖNÜŞTÜRÜLDÜ'

Bu fezleke Meclis'te tartışılmadan, Anayasa'ya aykırı bir şekilde dokunulmazlıklarımız kaldırıldı. Fezleke, aradan geçen 4 buçuk yıla rağmen kelimesi kelimesine iddianameye dönüştürüldü.

'EVLERİMİZ BASILARAK KAÇIRILIRCASINA ALINMAMIZ AHLAKSIZ BİR KOMPLO'

Ben ve milletvekili arkadaşlarımın, evlerimiz basılarak kaçırılırcasına alınmamızın, birçok fezleke ve iddianamenin tamamında olduğu gibi, hukuk ve yargı alet edilerek yapılan ahlaksızca bir komplodan başka bir şey olmadığı, bu fezlekeyle de anlaşılmaktadır.

'ERDOĞAN VE DAVUTOĞLU'NUN YARGIYI BASKI ALTINA ALMASI SONUCU SAVCILAR HAREKETE GEÇTİ'

Erdoğan ve Davutoğlu tarafından, bugün olduğu gibi, kamuoyuna açık bir şekilde yargının baskı altına alınması ve Hükümete yakın medya tarafından 24 saat bunun propagandasının yapılması sonucu savcılar harekete geçmiştir.

'KEŞKE PARTİM ERDOĞAN'DAN BU KADAR HIZLI ORGANİZE OLABİLSE'

Savcı '8 Nisan 2011'de KCK bir çağrı yapmış, BDP de bu çağrının yayınlandığı gün 2 bin 600 kişiyi toplamış, sivil Cuma namazı kılmışlar' diyor. Keşke partim Erdoğan'dan bu kadar hızlı organize olabilse. Ama o kadar zorlama ki. O kadar uyduruk ki. Haftalar öncesinden medyaya da yansıyacak şekilde partimin Diyarbakır il teşkilatı çalışma yapıyor, hazırlık yapıyor. Emniyet ile Valilik ile görüşmeler yapıyor. Alana malzemeler, günler öncesinden getirilmiş. Fakat savcı, şansını denemek için bir haber sitesinde çıkan haber üzerine ‘BDP aynı gün bu etkinliği planladı’ diyerek aleni bir komplo kurmaya çalışıyor.

'BU SAVCININ CEMAAT İLİŞKİSİ KONUSUNDA AKP'LİLERİN AÇIKLAMASI VAR'

Fezleke bir ciddiyetsizlik, bunu iddianameye dönüştürmek başlı başına suç. Zaten bu iddianameyi düzenleyen savcı hakkında HSK'ye yaptığımız suç duyuruları var. Cemaat ile ne kadar ilişkili olduğuna dair AKP'lilerin açıklaması var.

'DİYECEKSİNİZ Kİ; NE VAR CANIM ANA MUHALEFET PARTİSİNİN GENEL BAŞKANI DA DÖVÜLÜYOR'

O gün benim grup başkanvekilim Bengi Yıldız dövüldü. Diyeceksiniz ki 'Ne var canım, ana muhalefet partisinin genel başkanı da dövülüyor, bu gayet hoş karşılanıyor', doğru. Kendi hukuk ve ahlak anlayışlarıdır. 

'Aynı gün yapılan çağrı üzerine koşup toplandılar, Cuma namazı kıldılar' diye uydurmaya çalışan savcı, suçlama konusu olaydan bir hafta önce yaptığım açıklamayı da dosyaya koymuş. 

'BİLİRKİŞİYE GÖRE KENDİ KENDİME KONUŞMUŞUM, YA DA SES KAYDI AYIKLANMIŞ, DELİL KARARTILMIŞ'

CD çözümü yapan bilirkişi raporunda eksiklikler var. Bu haliyle de suç oluşturan bir şey yok da, CD çözümlerine göre sanki orada ben tek başıma konuşmuşum. Herkes susmuş da sanki ben tek konuşmuşum. Polis müdürleri ne demiş, en küçük bir bilgi göremiyorsunuz. Emniyet Müdür Yardımcısıyla konuşuyorum ama bilirkişiye göre ben tek başıma konuşmuşum. Bilirkişiye göre kendi kendime konuşmuşum. Ya da CD'de ses kaydı ayıklanmış, sadece benim sesim bırakılmışsa delil karartma var demektir, CD'yi görmedim ben.

Emniyet Müdür Yardımcısı 'Biz burayı ablukaya aldık çünkü polislerimizden biri telsizini düşürdü. Telsizi bulana kadar bırakmayacağız buradakileri.' Aynen bunu söyledi. Milletvekillerine Dağkapı Meydanı’nda fiili gözaltı yapmış. ‘Olur mu öyle şey’ dedim. Yani arkadaşlarımı hırsızlıkla suçluyor. Polis memuru da Allah bilir, telsizini nerede düşürmüş. Ben de kendisine bu hukuksuzluğu anlatmaya çalışıyorum. Bakın bunlar raporda yok.

Biz tartışırken haber geliyor, 'telsizi kaç yüz metre ileride bulduk' diye. Ablukayı kaldırıyorlar, bu defa çadır tartışması başlıyor. Ben de diyorum ki, meydanın kenarında bir park var, ne trafiği etkiliyor ne bir şeyi. Bu kez de diyorlar 'toplayın çadır malzemelerini.'

'SİVİL CUMA SUÇSA TÜRKİYE'NİN YARISI ÖRGÜT ÜYESİ'

Sivil Cuma namazı kılmak ve bir sivil itaatsizlik yapmak örgüt suçuysa Türkiye'nin yarısı örgüt üyesidir. Çözüm tutanağı eksiktir. Dosyadaki CD'lerin tam çözümünün yapılması gerekir.

'HİÇBİR MERCİ HAKİKATİN PEŞİNDE OLMADI'

Bugüne kadar hiçbir merci hakikatin peşinde olmadı. Ne emniyet, ne savcı, ne bizi 1,5 yıldır yargılayan hakimler, ne itirazlarımızı yaptığımız AYM hakikatin ve adaletin peşinde oldu.

'TWEET ATAN PROESÖR TUTUKLANIRKEN, KILIÇDAROĞLUNU YUMRUKLAYAN SERBEST'

Bir tweet attı diye cumhurbaşkanına hakaret ettiği iddiasıyla tutuklanan hukuk profesörleri varken, ana muhalefet partisi liderine yumruk atanlar adli kontrolle serbest bırakılıyor. Bunun amacı muhalefeti sindirmek ve korkutmaktır ama bunun işe yaramadığı son seçimde görülmüştür.

'TÜM KOMPLOLARA RAĞMEN MİLYONLARCA İNSAN ARKAMIZDA DURDU'

Bize yapılan bütün komplolara rağmen milyonlarca insan bizim arkamızda durdu, ‘size inanmıyoruz’ dedi ve iktidara kaybettirdi.

'ÖCALAN'IN HEYKELİ DİKİLECEK' DEDİĞİMDE ERDOĞAN'ıN ELİNDE ÖCALAN'DAN GELEN İKİ MEKTUP VARDI'Seçim sürecinde meydanlardakini çokça 'Öcalan’ın heykelini dikeceğiz' sözlerim olduğunu gösterdi. Hatta 24 saat yayınladılar. Ben 'Öcalan'ın heykelini dikeceğiz' dediğim günde Erdoğan'ın elinde İmralı'dan gelen Öcalan'ın iki mektubu vardı. Bu mektuplar çözüm sürecini başlatacak olan mektuplardı ve bu mektuplar üzerine çözüm süreci başladı. O dönemde AKP cenahında 'bu sefer kesinlikle barış olacak ve barışı yapanların heykeli dikilecek' şeklinde bize güvence veriyorlardı. Benim de buna atıf yaparak yapmış olduğum bir sözdür. O fezlekenin sırası geldiğinde söyleyeceklerime siz de şaşıracaksınız. Üstelik bu hususu elinde Öcalan'ın mektuplarını elinde bulunduran Erdoğan da biliyordu. Erdoğan’ın seçim sürecine eş başkanlarımız ve milletvekili arkadaşım Tayyip Temel’in ‘Kürdistan’ söylemine ilişkin söylemlerine; Kürdistan vardır biz de bu vatanın eşit ve özgür yurttaşlarıyız ve kimsenin haddine olmadığı gibi gidin buradan demeye hakkı da yoktur.

'NE POLİS, NE SAVCI, NE HAKİM HAKİKATİN DERDİNDEYDİ'

Ne evimizi basan polisler, ne savcılar hakikatin derdindeydi. Ne de hakimin umurundaydı hakikat. Ne de bir buçuk yıldır bizi yargılayan mahkeme heyetinin. Ne AYM'nin böyle bir derdi vardı. Kimse hakikatin, adaletin peşinde koşmadı.

Polis yasa dışı bir şekilde çadır malzemelerini götürdü. Biz de alandan ayrıldık. Ne yürüyüş var ne slogan var. Hiçbir şey yok ama 15 sene hapis cezası isteniyor.

Havuz medyasının bir gazetecisi TV'de ‘Demirtaş, örgütün kongresinin 21 no'lu elemanı’ diyor. Avukatım programın yapımcısına ulaşmak istiyor ama bağlamıyorlar. Gece gündüz algı oluşturmaya çalışıyorlar.

'İNSANIN İÇİ ACIYOR, YARGI NASIL BU HALE GELEBİLİR'

Benim bu yargılamlarda ki savunmalarım bir adalet ve umut beklentisi değildir. Bir adalet mücadelesidir. Tarihsel sorumluluğum gereğidir. Ben hiç tahliye talep etmedim, etmeyeceğim de. Ama mahkeme heyeti olarak tutukluluğuma devam kararı verirken işte bu fezlekelere, bu CD çözümlerine atıf yaptınız. Yalan, iftira, komplo. Başka bir şey yok. İnsanın içi acıyor, yargı nasıl bu hale gelebilir diye.

'DAVUTOĞLU BİZİ MİLLETVEKİLİ KİMLİĞİMİZLE CEZAEVİNE GÖNDEREN BAŞBAKANDIR'

'Büyük ve ünlü akademisyen ve siyasetçi, Ortadoğu'da barışın mimarı kişi'nin sözlerinden alıntı yaparak devam edeyim, Ahmet Davutoğlu ki, kendisi Türkiye'nin bu hale gelmesinden de sorumludur. Tutuklandığımızda başbakandı, bütün bu kararların altında da imzası vardı. Bugün de kendince muhteşem tespitler yapan Davutoğlu'ndan dinleyelim, yargı ne haldeymiş. Bu hale getirenlerden biri de kendisi değilmiş gibi: 'Hukuk güç biriktirme arası değil, gücü denetleme alanıdır.'

Bunları söyleyen, siyasi tarihimizin en büyük hukuksuzluğuna imza atan başbakanlardan biri. 'Milletvekillerinin yasama süreci içindeki etkinliği güçlendirilmelidir' diyen Davutoğlu, bizi milletvekili kimliğimizle cezaevine gönderen başbakan olarak tarihe geçmiştir.

'DAVUTOĞLU, BİR YAZI YAZMAKLA BU VEBALDEN KURTULAMAZ'

Ahmet Davutoğlu, yargının ne hale geldiğini beyan etmek zorunda kalıyor. Biz söyleyince tarafız da bu da mı taraf? Ahmet Davutoğlu da mı terörist? O da mı yargıya düşman? O da mı vatan haini? Hayır. Bizi öyle ilan ettiniz de, ona ne diyeceksiniz? Yargı konusunda durum dediği gibidir ama öyle bir iki yazı yazmakla da bu vebalden kurtulamaz.

'MUSTAFA ŞENTOP BU FORMÜLÜN MUCİDİDİR'

Dokunulmazlıkların kaldırılması tartışılırken bizim teklifimiz, Meclis iç tüzüğündeki usule uygun kaldırılmasıydı. Ama Davutoğlu, ‘Bu çok uzun sürer, başka bir formül bulalım’ dedi. Mustafa Şentop bu formülün mucididir. Bugün bizim seçilmiş milletvekili olarak hapiste olmamızın sebeplerinden biridir Mustafa Şentop. Eminim ki, o da Davutoğlu gibi ileride 'Biz o dönemler çok yanlışlar yaptık' diyecektir de, anlam ifade etmeyecektir.

'KILIÇDAROĞLU'NA SALDIRANLAR TOPLUM KORKSUN DİYE SERBEST BIRAKILDI'

Bir tweet attı diye gece yarısı profesörlerin evini basıp tutuklayabiliyorlar, ama ana muhalefet partisi liderini linç ederek öldürmeye çalışanları adli kontrol şartıyla serbest bırakıyorlar. Neden? Toplum korkuyu iliklerine kadar hissetsin diye. Peki başarılı olunuyor mu? Bunu son seçimler ortaya koydu.

'BU GİDİŞAT İYİ BİR GİDİŞAT DEĞİLDİR'

Beni buraya atmanızın sebebi buydu. Yüksekdağ'ın ve tüm arkadaşlarımızın içeri atılmalarının sebebi buydu.  Amacınız seçimlerde etkimizi kırmaktı. Ama ne halkımız ne de partimiz boyun eğdi. Sandıkta da halk dersini verdi. Seçimden sonra siyaset de yargı da yeni bir değerlendirme yapmak zorundadır. Bu gidişat iyi bir gidişat değildir. Ülke artık Anayasasızlık ve hukuksuzlukla yönetilemez. Bunu defalarca söyledim.

'SAVUNMA YAPMA NEDENİM ADALET BEKLENTİSİ DEĞİL, ADALET MÜCADELESİDİR'

Irkçılığı, faşizmi, baskıyı, zulmü, otoriterliği halk sandıkta silip süpürecektir. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Benim savunma yapma nedenim adalet beklentisi değil, adalet mücadelesidir. Savunma yapmam ülkede adaletin, yargının ve hukukun üstünlüğünün güçlenmesi içindir. Halkıma ve kamuoyuna duyduğum sorumluluğun gereğidir.

'ERDOĞAN BİZ YARGILANMADAN MEYDANLARDA HÜKÜM KURMAYA ÇALIŞTI'

Size (mahkeme heyeti) doğrudan bir talimat gelmese de kamuoyunda oluşturulan algı, bir baskı kurma yöntemidir. Son seçimlerde, AKP Genel Başkanı meydan meydan dolaşarak benim videolarımı izletti. Beni yargılamaya, hüküm kurmaya çalıştı. Hatta bazı AKPli belediyeler, yol kenarına koydukları dev ekranlarda bizim videolarımızı 24 saat izletti. Sesli. Gelen geçen izlesin diye. Daha biz yargılanmadan, kamuoyunda mahkumiyet algısı oluşması için.

'O SÖZÜN PATENTİ DE BANA AİT DEĞİL, BİR HÜKÜMET YETKİLİSİNİN KULLANDIĞI DÜMLEDİR'

Söylediğim ve yaptığım her şeyin altında makul ve meşru sebepler vardır. Ben daha ‘Öcalan'ın heykelini dikeceğiz’ dediğimde, Erdoğan'ın elinde Öcalan tarafından yazılmış iki mektup vardı. Çözüm sürecini başlatan mektuplar. Çözüm süreci de kısa bir süre sonra başladı. Ben o konuşmayı yaparken, ellerinde Öcalan'ın bir posteri var diye 15-20 kişilik bir genç grubunu kıyasıya dövüyordu polisler. Ben de, hem mektuplardan haberdardım hem de Erdoğan'ın verdiği cevaptan. Ve Ankara'da şu konuşuluyordu, bu defa barış çok yakın ve bu barışı gerçekleştirecek olanların heykeli dikilecek. Aslında sözün patenti de bana ait değil. Bana çağrışım yaptıran şey, bir Hükümet yetkilisinin kullandığı cümledir. 

'O DÖNEM BU SÖZE İTİRAZ ETMEDİ, 7 YIL SONRA SEÇİÖ KAMPANYASINDA KULLANIYOR'

O dönemde çıkıp itiraz etmiyor. Aradan 7 yıl geçiyor, Erdoğan bir seçim kampanyasında bu videoyu miting miting dolaştırıyor. Bu kadar küçülebiliyor. Utanç duyulur onun düştüğü halden. Bir ülkenin Cumhurbaşkanı, kendini bu kadar küçültmemeli.

'O VİDEOYU İZLETİRKEN ÖCALAN BANA 2 MEKTUP GÖNDERDİ DE DESEYDİ'

O videoyu meydanlarda izletirken ‘Demirtaş bu sözleri söylediğinde Öcalan bana 2 mektup göndermişti. Nitekim bu sözlerden 2 ay sonra da İmralı'da resmi görüşmelere başladık’ da deseydi samimiyetine inanırdım. Fakat tamamı komplocu bunların. Tuzak kurma üzerine.

'BUNLARA ELİNİ VEREN KOLUNU KAPTIRIYOR'

Bunlara elini veren kolunu kaptırıyor. En yakın yoldaşları bile. Seçim döneminde bu videoyla ilgili açıklama yapmak istemedim, kamuoyunun takdirine bıraktım. Seçimde milyonlarca insan arkamızda durdu.

'ERDOĞAN O VİDEOLARA RAĞMEN KAYBETTİ'

İnsanlar arkamızda durdu ve Erdoğan'a kaybettirdi. O videolara rağmen kaybettirdi. Çünkü insanlar, bizim adaletin, barışın ve demokrasinin ilkeleri etrafında mücadele ettiğimizi ta yüreklerinde hissediyorlardı.

'KÜRDİSTAN, COĞRAFİ BİR GERÇEKLİKTİR'

Sezai Bey ve Pervin Hanım üzerinden, sözleri çarpıtılarak provokasyonlar yapılmaya çalışıldı. Bu fezlekedeki, bu iddianamedekiyle aynı komplo anlayışı. Eş Başkanımız Sezai Temelli 'Kürdistan' demiş, 'Defolsun gitsin' diyor. 2 bin yıl önceki belgelerde de Kürdistan ismi geçer, coğrafi bir gerçektir. Ve bu coğrafyanın büyük bir kısmı da bugün Türkiye sınırları içindedir. Kürdistan ayrı bir devlet olarak tariflenmemiştir. Ama bir coğrafyanın ismidir. Mezopotamya gibi, Kilikya gibi, Trakya gibi bir coğrafya ismidir.

'ERDOĞAN 'DEFOLUN' DEDİ DİYE KİMSE ANAVATANINDAN SÜRÜLEMEZ'

Erdoğan, 'Defolun gidin' dedi diye kimse kendi anavatanından sürülmez. İş o noktalara geldi mi, bu tartışmalar ülkeyi parçalar. Kürdistan vardır ve biz de bu ülkenin öz evlatları olarak, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı Kürtler olarak ülkenin tamamını kendimizin görürüz. Kimsenin de 'defol' deme haddi yoktur. Biz bu ülkede özgürlük ve demokrasi mücadelemizi sürdüreceğiz.

'BENİ EKRANLARDAN YARGILAYAN YORUMCULAR DURUŞMALARI İZLEMİYOR'

Beni TV ekranlarından gece gündüz yargılayan yorumcular, beni katil ilan eden gazeteciler gelip duruşmaları izlemiyorlar. Bu savunmamın bir kanalda alt yazı olarak bile geçmesi bile engelleniyor. 'Demirtaş'ın duruşması var, Yüksekdağ'ın duruşması var' diye haber yapmaya bile korkuyorlar. 'Duruşma var' haberi yapmaya bile. Ama akşam olunca HDP'ye hakaret etmeye başlıyor, program bitene kadar da sürdürebiliyorlar. İşte mahkeme üzerindeki algı baskısı budur."

Duruşmaya ara verildi.

'BU BİR KOMPLO FEZLEKESİDİR'

Demirtaş verilen aranın ardından devam eden duruşmada 2 No'lu fezleke hakkında savunma yapt:

"Fezlekedeki suçlamaya konu olan etkinliklerim 2011 sonu ve 2012 başında. Fezleke ise 27 Nisan 2016'da hazırlanmış. Yani 5 ve 6 yıl sonra. Dolayısıyla bu fezleke de komplo fezlekesidir. 

'BENİM İÇİN EYLEME KATILAN ŞAHIS DENMİŞ'

2 No'lu fezlekede benim için 'molotof kokteyli, taş ve havai fişeklerle saldırıların gerçekleştirildiği eyleme katılan şahıs' denilmiş. Şimdi de CD çözüm tutanaklarını okuyalım: 'Selahattin Demirtaş ile ilgili herhangi bir ses ve görüntü kaydına rastlanmamıştır.' Bir CD'deki görüntüde varmışım: 'Demirtaş'ın el hareketiyle grubun geriye gitmesini işaret ettiği, emniyet görevlisine de göz işaretiyle 'tamam' anlamına gelen harekette bulunduğu görülmüştür.' Sonra da adliyeye girmişim.

'MUHTEMELEN SAVCININ YAKALADIĞI EN CİDDİ DELİL BU'

Bir başka CD'nin çözüm tutanağında da basına verdiğim demeç var. 'Anadilde savunma en temel haktır. Bir hak kullanılırken kimsenin bunu engellememesi lazım. Kürtçe konuşmak susma hakkını kullanmak değildir. Kürtçe konuşmak, Kürtçe konuşmaktır.' Show TV haberinin çözüm tutanağından okuyorum: Güvenlik güçleri izin vermeyince, DTK Eş Başkanı Türk ile BDP Eş Başkanı Demirtaş 'Olacaklardan biz sorumlu değiliz' dercesine kalabalıktan uzaklaştı. Muhtemelen savcının yakaladığı en ciddi delil bu.

'SAVCI GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMIŞ; RESMEN YALAN SÖYLENMİŞ'

Savcı, beni nasıl 'molotof, taş ve havai fişeklerle polise saldıran şahıs' olarak tanımlayabilir. Bu açık bir suçtur. Görevi kötüye kullanmaktır. Suç iftirasıdır. Başka bir savcı da almış bunu iddianameye dönüştürmüş. Bir sulh ceza hakimi, 'şu dosyaya bir bakayım' deyip delil incelemesi yapmaya gerek bile duymadan bizi tutuklamış, bir ağır ceza mahkemesi heyeti de bunları incelemeden tutukluluğun devamı kararı vermiş. Sonra gün geliyor, bu mahkemede bu delili inceliyoruz ve bakıyoruz ki resmen yalan söylenmiş. Gösterinin ne içindeyim ne de kenarındayım.

'BUNU CEMAATİN ÜZERİNE ATMAYACAĞIM, DOĞRUDAN AKP OPERASYONLARIYDI BUNLAR'

İlginçtir, savcıya göre o gün Diyarbakır'da ne olmuşsa Demirtaş yapmış. Nasıl bir kin ve öfkeyle hareket etmişler? Sadece benimle ilgili soruşturma yürütmüşler, çok ilginç. Dertleri neydi, Cemaate yönelik eleştirilerim incelenirse ortaya çıkar. Ama ben bunu Cemaatin üstüne atıp da işin basitçe açıklanması taraftarı değilim. Doğrudan AKP operasyonlarıydı bunlar ve halen de devam ediyor. 

'NORMALDE BU SAVCILAR HAKKINDA SORUŞTURMA AÇILMASI LAZIM'

Normalde bu savcılar ve emniyet yetkilileri hakkında ciddi adli ve idari soruşturmalar yapılması lazım da, tevsi-i tahkikat aşamasına geldiğimizde mahkemenizden bu tür şeyler isteyeceğiz.

'ÇÖZÜM TUTANAĞINDAKİ İFADELER YALAN'

(Çözüm tutanağından okuyor) 'Demirtaş'ın yanındaki kalabalıkla yürüyüşe geçtiği...' Yalan. Ne yürüyüşü ne kalabalığı. Sırrı Süreyya Önder, Özdal Üçer, Pervin Buldan yanımda. Şoförüm ve korumam yanımda. Başka kimse yok ki. İzin vermemişler. Çözüm tutanağında polisin ne dediği, ne yaptığı yine yok. Biz kendi kendimizi sulamışız, kendi kendimize gaz sıkıp, kendi kendimizi yaralamışız. Çözüm tutanağından öyle anlaşılıyor. 

'OSLO'DA PKK'YLE GÖRÜŞEN HÜKÜMET, POLİSE SAVCIYA BUNLARI YAPTIRIYOR'

Diyarbakır'da o gün gaz fişekleriyle yaralanan biz. Hakaret, küfür... Bize ve ailelerimize yönelik küfürlerin çözümü yapılsa burada okurken yüzler kızarır. O günlerde Oslo'da PKK ile görüşen Hükümet bize meydanlarda bunları yaptırıyor, savcı fezleke hazırlıyor, polis dosyaya sahte deliller koyuyor. Yetmiyor, 5 sene sonra Meclis'e fezleke olarak gönderiyor. Nasıl bir soğumayan kindir, öfkedir bu.

'BİZ AÇIK ALANDA HEDEF HALİNE GELEREK BARIŞI SAVUNDUK'

Barış kolay bir şey değildir. Biz zor olanı seçiyorduk. Açık alanda hedef haline gelerek ısrarla barışı savunduk. Aradan geçen bunca zamana rağmen dışarıda arkadaşlarımız, içeride biz ‘barış’ diyoruz. Bize yönelik her türlü hakarete, tehdide rağmen biz yine de 'ya sabır' deyip barışı savunduk. Çünkü biliyoruz ki birilerinin barışı savunmasına ihtiyaç var. Bu bedel ister, doğru. Böyle dönemlerde 'barış' demek kolay değil, doğru. Ama insanlar ölüyor. Daha 4-5 gün önce Çukurca'da bu ülkenin 4 gencecik evladı öldürüldü. Ne yapacağız? Gidin evlerine bakın. Hepsi fakir fukara. Bunlar bizim evlatlarımız. Kürt'üne Türk'üne bakmıyoruz.

'BİR HÜKÜMETE YAKIN AİLELERİN DÜĞÜNÜNE BAKIN BİR DE ÇUBUK’TAKİ AİLELERİN EVLERİNE'

Duracak bu savaş. Biz çatışma, savaş, eylem, operasyon istemiyoruz. Çünkü başka bir çözüm yolu var. Mümkün diyoruz. Ölmesin gençler. Bunu söylüyor, bunu istiyoruz. Bunu söylediğimiz için ‘terör destekçisi’ olarak görülüyoruz. 10 gün kadar önce Hükümete yakın iki ailenin çocukları evlendirildi. O düğündeki görüntülere bir bakın, bir de Giresun'daki, Çubuk'taki ailelerin evlerine bakın.

'ÖCALAN DEVREYE GİRMELİ'

O gün (2011) söylemişim, aynı düşüncedeyim; Öcalan'ın devreye girmesi lazım ki barış için mesafe kat edilebilsin. Biz HDP'liler, PKK yetkilisi değiliz. Gücümüz, yetkimiz HDP ile sınırlıdır. Biz PKK'ye ‘silah bırak talimatı’ veremeyiz, bizi dinlemezler. ‘Öcalan'ı dinleriz, başkasını dinlemeyiz’ diyorlar. Bu bilindiği için de Öcalan ile defalarca görüşüldü. Biz bunu işaret ediyoruz.

'BARIŞ İÇİN UĞRAŞMIŞIZ, BUNDAN YARGILANIYORUM AYIPTIR'

Allah kimseye evlat acısı göstermesin. Bir askerin, polisin, evladı dağda ya da cezaevinde olan anne babanın yerine koyalım kendimizi. Başka bir çözüm imkanı varken gencecik insanların cenazeleri geliyorsa bunda bizim hiç mi sorumluluğumuz yok? Var tabii ki. Yıl 2011, barış için uğraşmışız. Bundan yargılanıyorum. Ayıptır. Gerçekten ayıptır. Sorunlar diyalogla çözülsün.

'DEVLET VE PKK GÖRÜŞMESİ BAŞARISIZ OLSA DA HİÇ DEĞİLSE O DÖNEMDE İNSANLAR ÖLMEDİ'

Bu fezlekedeki suçlama konusu yapılan girişimden sonra devlet ve hükümet, Öcalan ve PKK iki kez görüştü. Başarısız olsa da anlamlıdır; hiç değilse o dönem zarfında insanlar ölmemiştir. Dicleliler Yas Evi'nden Diyarbakır Cezaevi'ne yürüyüş yaptığımızı yazmışlar. Yas evi, cezaevinin yanında. Çarpıtmak için öyle yazmışlar.

'ÖLEN DE ÖLDÜREN DE BU ÜLKENİN İNSANI, SİYASET BAŞKA BİR YOL ÖNEREBİLMEK İÇİN VAR'

Ben kimsenin ısrarla kan, gözyaşı, savaş istediğini sanmıyorum. Provokatörleri, gizli örgütleri katmıyorum. Bu acıların bitmesi başka yolla gerçekleşir diyoruz. Devlet ve toplumun bir kesimi de 'Hayır, kökü kazınana kadar operasyon' diyor. Biz de bunu kabul etmiyor, yanlıştır diyoruz. Ölen de öldüren de bu ülkenini insanı. Siyaset bunun için, başka bir yol önerebilmek için var.

'BAMBAŞKA BİRTÜRKİYE'Yİ EL ELE YARATACAKTIK'

Hani Türkiye ittifakı deniyor ya bugünlerde; siyasi partiler, yargı, güvenlik bürokrasisi, ordu, Meclis, medya, bir defa için barış konusunda Türkiye ittifakını sağlayabilseydik binlerce insanımızın canını kurtaracaktık. Bambaşka bir Türkiye'yi el ele yaratacaktık. 

Yıl 2019. Seneye Mars'a ilk sivil yolculuk yapılacak, biz burada "Selahattin Demirtaş, sen 7 yıl önce, Diyarbakır Dağkapı Meydanında, Öcalan ile görüşülsün dedin mi mi demedin mi? Dediysen terör örgütü propagandası yapmışsın." Karikatürize etmek için söylemiyorum bunu.

KAYYIMLARIN İSRAFINI VE NEDENLERİNİ ANLATTI 

Gültan Kışanak, şu anda Kandıra Cezaevinde. Onun yerine atanan kayyum, 2,7 trilyona makam odası döşemiş. Tam 2,7 trilyon! Ne yapmıştır, biliyor musunuz? Tarzını biliyorum. İhale alan bir iş adamına o makam odasını döşetmiştir. Faturayı da başka yerden almıştır.

Gültan Kışanak'ın, krediyle satın aldığı dairenin kredi borcu ya bitmiştir ya bitmemiştir ama onun yerine atanan kayyum tek kalemde 2,7 trilyon, bu milletin parasını iç etmiştir. Mesele budur, bu. Vatan millet meselesi değildir.

Katrilyonlarla para götürüyorlar. Devletin malı deniz, yemeyen domuz anlayışıyla saldırıyorlar. Onlar "vatansever", onlar "ülkenin kahramanları", biz "terörist". Biz tutuklu, biz hapishanelerde. Ankara Belediyesi. Melih Gökçek'in yerine atanan belediye başkanı, "Ben geldiğimde hafriyat geliri aylık 30 bin liraydı, şimdi 15 milyon TL" dedi. Nereye gitmiş? Küçük bir kalemden söz ediyoruz bakın. Fakat bu adamlar 'vatansever'. Bunlar dışarıda ellerini kollarını sallayarak bize hakaret edecekler, fakat biz içeride "terörist". Bu fezlekelerin altında yatan ruh budur. Yargı bunlara alet olmamalıdır.

'ONLAR 'VATANSEVER' BİZLER HAPİSTE'

Özel uçakları var. Yurt dışındaki tatillerinin masrafını duysanız dudaklarınız uçuklar. Ama "vatansever"ler. Ne yapmaları lazım? Bunların ortaya çıkmaması için birilerinin düşman gibi görünmesi lazım.

Bu hırsızlığa yeter deyin. Ne suçumuz günahımız var? Ayıp değil mi? Seneye Mars'ta koloni kurulacakken biz bunları soracağız, "Demirtaş bu açıklamayı yaptın mı, bunu dedin mi?" Evet dedim. Ama biraz dinlenilseydi, biraz anlaşılsaydı bu ülkeye barış gelecekti.

Kim ne kadar anlar, bilmiyorum ama Türkiye ittifakı bizim açımızdan budur; demokrasi ve barış etrafında birleşmek. Tek adam, tek parti etrafında birleşilemez. Tek ideoloji, tek din etrafında birleşilemez.

Bizi birleştirecek olan şey demokrasidir, hukukun üstünlüğüdür, barıştır. "HDP'ye vuralım, HDP üzerinden gerilim yaratalım, ondan sonra da hırsızlıkların üstünü örteriz" deniliyorsa biz de direnmeye devam edeceğiz. Türkiye'ye anlatmaya devam edeceğiz.

DEMİRTAŞ'TAN SOYLU'YA: BİZ HİÇ DÖNMEDİK

Çubuk'taki linç girişimi sonrası, beni ve partimi hedef gösteren, "Ekrem İmamoğlu, Demirtaş güzellemesi yapmasaydı. Seçimlerde iş birliği yaptılar da hak ettiler bunu" minvalinde şeyler söyleyen İç İşleri Bakanı denen zata hatırlatayım; biz hiç dönmedik.

İç İşleri Bakanı denen zat, 2010'da Cemaatin kanalında "Yeni yapılacak Anayasa, Türk'ü de Kürt'ü de kucaklamak zorunda değil mi" diyor. BDP güzellemesi yapıyor. Yerel yönetimlerin özerkliğini savunuyor. Şimdi de bu görüşlerimiz nedeniyle bize hakaret ediyor.

Hesabın ne kitabın ne? Nasıl bir karanlık, maddi ilişki içindesiniz devletle? Neyin üstünü örtmeye çalışıyorsunuz? Bu bayrak, sizin pisliklerinizi örtmek için dedelerimizin kanıyla var edilmiş bir bayrak değil. Hepimizin ortak bayrağıdır.

Çocuklarımıza güzel bir ülkeyi miras bırakalım. Yılmadık, bıkmadık, geri adım atmadık. İki buçuk yıldır 12 metre karelik bir hücredeyim ama burada yazıyorum, çiziyorum, üretiyorum, vazgeçmiyorum. Çünkü özgürlük mücadelesi ilkesel bir duruş, bir yaşam felsefesidir."

Mahkeme Heyeti, Edirne Cezaevinden SEGBİS yoluyla katıldığı duruşmada yaptığı savunmanın ardından duruşmaya sonverdi. Mahkeme, yarın saat 10:00'da yeniden toplanacak.

İlgili Haberler
Öne Çıkanlar