Devri sabık yaratmamak

Devri sabık yaratmama geleneği olmasaydı, Kürşat Yılmaz’ı 1998 yılında Burdur cezaevinden kaçıranlar açığa çıkarılır, yardım eden siyasiler yargılanırdı.

Birkaç gün önce gündeme gelen "devri sabık" deyimi hızla gündemden çıkıverdi. 

Oysa üzerinde önemle durulması, didiklenmesi gereken bir meseleydi.

Sözlük anlamı "bir önceki hükümet - geçmiş devir". Türkiye’nin siyasi literatüründeki karşılığı ise neredeyse tüm devlet geleneğimizi ifade edecek kadar kapsamlı.

CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’nin "Erdoğan telaş içinde. Bence hiç telaşa gerek yok. Bizim derdimiz devri sabık yaratmak, intikam almak değil. Biz bağımsız bir yargı tesis ediyoruz. Bu bağımsız yargı Erdoğan’ı da yargılamak isterse yargılar, beni de yargılamak isterse yargılar, o yargının işi" sözleri olması gerekeni ifade ediyordu.

Devlet aygıtını eline geçirenlerin, kendi zihniyetine, ideolojisine, yaşam kültürüne aykırı herkesi düşman ilan ederek; bir önceki güç sahiplerinin yanlışlarını adalet ve hukukla düzeltmek yerine, adeta kan davası güderek sürek avına çıkmayı savunmak büyük bir yanlış olurdu.

16 yıllık AKP iktidarının ekonomik, hukuksal, sosyal ve psikolojik sonuçları ders almak için yeterli bir örnek olmuştur herhalde.     

Ancak "devri sabık yaratmama" demek, siyaset geleneğimizde asıl olarak iktidarı bir dönem eline geçirmiş ve çeşitli biçimlerde istismar etmiş güç sahiplerine, bizzat devlet tarafından daimi bir koruma ve dokunulmazlık bahşedilmesidir. 

İşledikleri bütün suçlar görünmez kılınır. Hesaplanamayan ya da kontrol edilemeyen bir konjonktür gelişirse, özel döşenmiş lüks cezaevi odalarında, belki sadece geceleri yatmaya giderek, bir iki yıl misafir edilerek sözüm ona cezalandırılır.

Mesela Susurluk Skandalı’nın en önemli isimlerinden Mehmet Ağar mecburen misafir edilenlerdendir. Ama dönemin başbakanı olarak birinci dereceden sorumlu Tansu Çiller’in kılına dokunulmamış sadece siyasetten dışarı alınmıştır.

Hâlâ Özer Çiller’in Emlak Bankası’na olan borcunu ödeyip ödemediği bile tam anlaşılamamıştır.

Devlet Bahçeli de benzer örneklerdendir.    

Devri sabık yaratmama geleneği olmasa, MHP ve Ülkü Ocakları davası, zaman aşımına uğramaz, Bahçeli siyaset sahnesine bir daha adım atamamış olurdu. Alaattin Çakıcı ve Kürşat Yılmaz gibi mafya babaları da legal görünümlü bir siyasi parti liderinin ağzından övgüler dizilerek anılamazdı.

Devri sabık yaratmama geleneği olmasaydı, Kürşat Yılmaz’ı 1998 yılında Burdur cezaevinden kaçıranlar açığa çıkarılır, yardım eden siyasiler yargılanırdı.

Cezaevinden kaçırılması üzerine yapılan soruşturmada, Yılmaz’ı bazı önemli devlet bürokratlarının niye ziyaret ettiği sorgulanır ve o isimler mahkemeye çıkarılırdı.

Ziyaretçiler arasında kimler yoktu ki… Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in danışmanı Hayrettin Gökdemir, dönemin Valisi Oğuz Berberoğlu, Bayrampaşa Cezaevi Savcısı Necati Özdemir, basına yansıyanlardı.

O sıralar Yılmaz’a bazı önemli görevler teklif edildiği iddia edildiği gibi, Bulgaristan’da yakalandığında avukatı mahkemede "Müvekkilim Türkiye'de hapishaneden kaçmadı, çıktı. Ben sizin yerinizde olsaydım Türkiye'deki hapishane yetkililerine bunu sorardım" demişti.

Sorulmadı elbette. Sorulsaydı "devri sabık yaratmamak" geleneği bozulur, belki de o tuğla çekilirse duvar yıkılırdı.

Kısacası Kürşat Yılmaz ve Alaattin Çakıcı’nın bugün içeride olması da adalet ve hukukla ilgili değil tamamen siyasal konjonktürle ilişkilidir. Ama konjonktür de sadece tetikçilerin kaderini belirler devlet geleneğimizde.  

Mesela, çeşitli vesilelerle adı Çakıcı ile birlikte anılan günümüzün popüler ‘yiğitlerinden’ Sedat Peker’in de yarın nerede olacağını umarız hukuk ve adalet belirler ama her nerede olursa olsun yalnız olacağını bilmesinde yarar var.

Adam yaralama, öldürme, öldürmeye teşebbüs, çek-senet tahsilatı, adam kaçırma, tehdit; suçları saymakla bitmeyecek bu karanlık adamları, 6 milyon seçmenin iradesini temsil eden bir isimle birlikte anmak bile zül olacağından, o konuya hiç girmeyeceğim.

Yeniden başa dönersem, devlet geleneğimizi sürdürenlerin şimdi de Erdoğan’la 'devri sabık yaratmama’ pazarlığı yapması şaşırtmaz.

Baskın seçim daha gündemde yokken, iki ay kadar önce bir TV kanalındaki haber programda Erdoğan’ın demokrasiye dönme ihtimali ve olası seçim sonuçları tartışılıyordu. Konuklardan emekli bir general özetle Erdoğan’ın kolay kolay seçimle gitmeyeceğini söyledi. Moderatör "peki ne yapmak lazım" sorusunu yöneltince verdiği yanıt aynen şu oldu:

"O’na geri adım atabileceği bir yol açmak lazım. Mesela devri sabık yaratmamak gibi."

Seçimle gelmiş bir siyasetçinin seçimle gitmeyeceğini, kaybederse ülkenin yangın yerine döneceğini kabullenmek mi vahim yoksa bir ülkenin böyle bir pazarlığa razı olacak kadar zayıf düşmesi mi? 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi