Dilek Özkan'la 'Birkaç porsiyon hayat' ve şiir üzerine

Dilek Özkan'la 'Birkaç porsiyon hayat' ve şiir üzerine
'İmgenin ayağının yere sağlam basmasını isterim. Hayattan kopuk şiirler benim uzağımda.'

Erkan KARAKİRAZ


Dilek Özkan, "Kaos Çocuk Parkı Yayınları"nın Dip serisi kapsamında yayımlanan yeni şiir kitabı "Birkaç Porsiyon Hayat"ta kurduğu dil ve kitabın içeriğindeki toplumsal göndermelerle ilerleyen, alegoriye yaslanan şiirleriyle dikkat çekti. Dil duyarlığından, tutkusundan, özeninden nispeten uzaklaşıldığı bir dönemde, böylesine sağlam çatısı olan, dilin önemsendiğinin net olarak görüldüğü bir kitapla çıkagelen Özkan’la şiiri ve birkaç Porsiyon Hayat’ı konuştuk.

-Merhaba Dilek. Kitabın uzun süreye yayılan bir yazma serüveni var bildiğim kadarıyla, alınan iyi sonucun sebeplerini buna da bağlamak mümkün. Nasıl bir süreçten geçti kitaptaki şiirler?    

Merhaba... Öncelikle, şiirlerim hakkındaki pozitif değerlendirmen için çok teşekkür ederim. "Birkaç Porsiyon Hayat", kurgusal bakımdan deneysel bir kitap aslında… Şiirde farklı bir şeyler denemek istedim. Biliyorsun, emek süreçlerinin temel bileşenlerinden bir tanesi de kadının ev içi emeği. Üstelik ev içi emeğin hiçbir ekonomik ve sosyal karşılığı yok. Adeta yok sayılan, unutturulmak istenen bir emek türü. Ev içi emeğin merkezinde ise "mutfak" duruyor. Dünyadaki bütün çatışmaların temelinde ise geçim derdi var. Yaşamak için yemek zorundayız. Yani mutfak ve yemek toplumsallık ve emekle böyle bir sıkı ilişki içerisinde. Aslında yemeklerin dünyasında bir toplumsal hayat yatıyor ve ben bunu fark ettim. Yemeklerin dünyasıyla toplumsal hayatın farklı boyutlarını şiir diliyle sentezlemeye çalıştım. Sanırım bu özgün ve şiirimizde bir ilk. Senin de belirttiğin gibi yazım süreci uzun bir zamana yayıldı. Şiirlerin felsefesi yazarak olgunlaştı. Bazı şiirleri yedi, sekiz kez yazdığım oldu. Şiirlerin dili zaman içinde kendini buldu ve olgunlaştı. Ve bu süreç on iki yılı buldu.

-İçerikte, kendini baskın bir öğe olarak gösteren, gerçek yemek tariflerinden yola çıkılarak kurgulanan reçetelere yaslanan şiirler bulunuyor. Her bir şiirin, merkeze koyduğu reçeteye bağlı olarak, yazım aşamasında bazı zorlukları beraberinde getirdiğini tahmin ediyorum. Seni en çok zorlayan hangisi oldu yazarken?  

Şiir reçete sunar mı? Elbette sunmaz, aksine şiirin biraz karmaşıklaştırıcı bir yaratı olduğunu düşünmek lazım. Şiirlerde beni en çok zorlayan şey, başlığa taşıdığım yemekle toplumsal hayatın farklı boyutlarını eklektizme düşmeden sentezlemekti. Zor bir çalışmaydı bu. Sonuçta absürde varan bir noktaya da düşülebilirdi. Nitekim şiirler hakkında yapılan değerlendirmelerde çok özgün şiirler olduğunu belirtenler gibi, çok az sayıda da olsa şiirlerden bir şey anlamadığını söyleyenler de oldu. Bu, ne kadar hassas bir dengeyi gözetmem gerektiğini de gösterdi bana. Sanırım o geçişleri kotarmak yazım işinin en zor tarafıydı. Yoksa imge dağarcığı, dilin sıcaklığı, geniş sesliliği zaten diğer şiirlerimde de var olan şeyler.

-Şiirlere başlık olan ve her bir şiirin içeriğini de belirleyen yemek adlarının seçiminde, "Spagetti" şiiri hariç, tamamen yerli mutfağa yönelmişsin. Mutfağa ait türlü çeşit ifade, deyim, terim, isim geçiyor şiirlerde. Bunun için bir ön çalışma yaptın mı yoksa zaten konuya hakim olduğun için, alımlama estetiğinden de güç alıp derinleşerek kurduğun ‘bir tür ara dil’ aracılığıyla mı yazdın şiirleri? Düzyazıdan gastronominin terminolojisine, oradan şiir diline giden bir mesafe kat etmiş gibisin çünkü. Giriştiğin eylem, bir nevi ‘çeviri’ sayılır.

Şiirlerde temayı belirlerken, yerli ya da yabancı mutfağa ait olması gibi bir ayrım gözetmedim. Zaten derdim bildiğimiz yemek tarifleri yapmak da değildi. Yemek üzerinden toplumsal bir dünya kurmaya çalıştım. Bu toplumsallığın içinde birey de var tabi ki kadın meselesi var, savaşlar var, açlık var, çocuklar var tutunamayanlar var, acı var, tarih var, aşk var, erotizm var. Zaten şiir benim için varoluşumun vazgeçilmez bir parçası. Bir kadın ve anne olarak çalışmadığım dönemlerde mutfak ve yemeklerin dünyasıyla iç içeyim. Bu yüzden özel bir ön çalışmam olmadı. Bazen özgün bir şiir akılcı buluşla başlar. Önemli olan bu buluştu. Şiirlerin dilinin olgunlaşması ise az önce söylediğim gibi yazım sürecinde oldu. Yani buna bir çeviri değil ama Veysel Çolak’ın tarif ettiği gibi simyacı aranışı diyebiliriz. İki farklı dünya arasında paralellik kuruyorsanız şiirde metafor, kinaye ve alegori ister istemez öne çıkıyor.

- Kadın dünyasına ait olduğu dayatılan bir dil, eleştirel ve mizahi bir tonda ilerliyor kitap boyunca. Bu dayatmayı, ironisini, insan ilişkileriyle ilintili her şeyi ve hatta toplumsal göndermelerini dillendirme konusunda, ustaca avantaja dönüştürüyor. Kadın meselesi ne derecede önemliydi senin için kitabı kurgularken?

Öncelikle ben bir kadınım ve kendi dünyamda yer bulan bir alanda inşa ettim şiirlerimi. Bu nedenle "Birkaç Porsiyon Hayat", varlıksal olarak zaten bir kadın şiiridir. İkincisi, Türkiye gibi geri kalmış ülkelerde mutfak ve yemek işleri kadının kaderidir adeta. Haliyle "Birkaç Porsiyon Hayat"taki şiirler bu bakımdan da kadın duyarlılığını yansıtıyor. Şiirlerde çığırtkan olmayan bir feminist ruh var. Benim de öne çıkarmak istediğim buydu, sessiz ama derinden bir kadın soluğu sinsin istedim şiirlere. Her bir şiirimde, dilin akışımı dişil bir karakter gösteriyor. Bu, benim genel şiir anlayışımda da belirgin bir özelliktir. Daha önce Mühür yayınlarından çıkan "Bir Uçurum İçe" kitabımda da kadın dili ve duyarlılığı belirgindir.

- Tematik bütünlüğü ve biçim kaygısı göz önünde bulundurulduğunda "yapılmış" bir kitap "Birkaç Porsiyon Hayat". Gücünü çoğunlukla ve özellikle "içerik"ten ve yoğun metaforlardan alıyor. Sen neler dersin bu konuda?

 "Birkaç Porsiyon Hayat"ta, yemeklerin dünyasıyla toplumsal hayat arasında bir geçişlilik var. Bu iki dünyayı şiirde buluştururken metaforik, alegorik anlatımlar öne çıkmak zorunda. Bazen teşhis ve intak sanatlarını da uyguladım. Bir tencerenin içine baktığınızda orada bazen bir kenar mahallenin canlılığını, bazen yarım kalmış bir aşkın kırıklarını, bazen tarihe gidip Lale devri sofralarını görüyorsunuz. Bu elbette ki yoğun imge ve söz sanatlarını zorunlu kılıyor. Ancak kitap kafa göz yardıran anlaşılmaz imgelerle yol alan bir kitap değil. Zaten benim şiir tarzımda da yok bu. Öncelikle imgenin ayağının yere sağlam basmasını isterim. Hayattan kopuk şiirler benim uzağımda. Kitabın dilindeki sıcaklık ve deneysel bir kitap olmasına karşın dildeki sahicilik de buradan geliyor.

- Kitap aynı zamanda duyarlı bir şair olarak senin hayata bakışına ve deneyimlerine yaslanıyor. Bu unsurları şiirlerde kullandıkça, okur da ister istemez etkin bir görev üstleniyor metnin deneyimlenip yorumlanışında. Buradan okunduğunda, "Birkaç Porsiyon Hayat"taki şiirlerinin, okurun yaratıcılığını ve yoğun katılımını gereksinen şiirler olduklarını iddia edebiliriz. Öyle mi gerçekten? 
 
Şiir farklı yorumlara, farklı algılama biçimlerine açık bir sanattır. Aynı şiir farklı kişilerde farklı duyarlılıklar yaratabilir. Hatta iyi şiir bunu başarabildiği ölçüde iyidir. Bu, şiirin çoklu anlam katmanlarına sahip olduğunu gösterir. Birkaç Porsiyon Hayat yemekler ve sosyal yaşam gibi birbiriyle uzak gözüken iki alanı kaynaştırırken aradaki bu mesafenin genişliği, yorumsal zenginliklere de olanak tanıyor. Böylelikle yazarken çok zor olan bir biçem, okunurken üretken bir forma kavuşabiliyor.

-Şiirimizde, yeme içme kültüründen beslenen örnekler var elbette. Hatta Gültekin Emre’nin hazırladığı, bu içerikteki şiirlerin bir araya getirildiği, "Yiyin Efendiler Yiyin/ Şiirli Sofralar Antolojisi" (Oğlak Yayınları, 2016) başlıklı bir kitap da yayımlanmıştı; ancak "Birkaç Porsiyon Hayat" dışında, "kitap oylumunda", konuyu anlamca bir ana yönelim olarak bütününde barındıran başka bir örnek yok. Geçmişteki birbirinden bağımsız örnekler ne ölçüde esinledi seni?

Bu soru çok sık soruluyor bana. Her şey şiirin konusu olabilir, önemli olan ele aldığınız konunun şiir estetiği içerisinde özgün bir biçemle işlenmesi.  Bu bakımdan şu veya bu şiirde bir yemek imgesine ya da şu veya bu kitapta bir yemek şiirine rastlayabilirsiniz. Ancak Birkaç Porsiyon Hayat sadece yemekleri konu almıyor, yemek tarifleri ve isimleri biçemsel bir yapı kitapta. Kitabın ayırt edici tarafı, yemeklerin dünyasından toplumsal yaşama, toplumsal yaşamdan da yemeklerin dünyasına geçiş yapması, bu iki dünyayı sentezlemesidir.  Doğrusunu istersen bahsettiğin kitabı okumadım. On iki yıl önce başladığım bu şiirler yazılı bir metne referans olan şiirler değildir. Bahsettiğin kitabın yayın tarihinin 2016 olduğunu söylüyorsun oysa bu kitapta yer alan şiirlerden "Şişperek" şiiri on iki yıl önce Alaz dergisinde yayımlandı. Bunu takip eden dönemde Kurşun Kalem dergisinde "Negerek Böreği" şiirim yayımlandı. Deliler Teknesi dergisinde ise "Borani" şiirim yayımlandı. Şunu belirtmek isterim ki, bu kitabı yazarken hiçbir kitaptan ya da şiirden etkilenmem söz konusu olmadı. Bu durum kitabın özgünlüğünü de beraberinde getirdi. 

-Okuru bu söyleşi aracılığıyla kitabın konusunda biraz olsun aydınlattığımızı düşünüyorum; teşekkür ederim.

Rica ederim, ben teşekkür ederim.

*Dilek Özkan, "Birkaç Porsiyon Hayat", Kaos Çocuk Parkı Yayınları, Dip Serisi/ 7, 1. Baskı: Ankara, Aralık 2018, şiir.

Öne Çıkanlar