Dünkü ve bugünkü Pontos gerçeği

Dünkü ve bugünkü Pontos gerçeği
Siyaset gündemine yeni girmiş gibi görünse de Pontos / Pontus, üç bin yıllık geçmişe sahip olan bir kültürü, coğrafyayı ve tabi en önemlisi büyük bir acıyı ifade ediyor.

Tamer ÇİLİNGİR


İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı CHP adayı Ekrem İmamoğlu’nun doğup büyüdüğü Trabzon ve çevresindeki o coğrafyada 3 bin yıldır yaşamış olan Rumlar / Helenler üzerinden yüz yıldır olduğu gibi bugün de ötekileştirme ve nefret söylemleri devam ediyor.

AKP RESMİ TARİH SÖYLEMLERİNE SARILIYOR

AKP iktidarda olduğu 17 yıldır ilk kez bu kadar resmi tarih söylemlerini sahipleniyor. 

Önce Yunanistan’da yayınlanan bir gazetenin ‘İstanbul seçimlerini Pontoslu biri kazandı’ başlıklı haberinden yola çıkılarak ‘yeminli düşman’ olarak görülen Yunanistan’ın Pontoslu bir Rum / Helen olduğu iddia edilen İmamoğlu’nun arkasında durduğu algısı yaratılmaya çalışılıyor.

Ardından AKP Genel Başkan Yardımcısı Nurettin Canikli, Giresun’da Topal Osman’ın Pontoslu Rumlara karşı işlediği katliamları savunup, ’’o zaman Topal Osman Ağa hangi amaçla kime karşı bu mücadeleyi vermişse şimdi de aynı hain projeyi hayata geçirmek isteyenlere karşı o projeyi inşallah biz akamete uğratmak için Giresunlular olarak bu çalışmayı sürdüreceğiz’’ diyor.

3 Haziran 2019 günü Trabzon’a giden İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun protesto edilmesinin ertesinde bu kez TOBB Başkan Yardımcısı Ali Kopuz "Süleyman Soylu’yu protesto eden gruba bakın, tamamı Ekrem gibi Müslüman gözüken Pontuslar’ derken Ekrem İmamoğlu’nun Trabzon mitingine katılanlar ‘Pontos Rum Cemiyeti’ üyeleri olarak adlandırılıyor.

Tüm bu nefret söylemlerinin arkasındaki ise AKP’den öte devletin bu bölgede 3 bin yıldır var olan Pontos/Helen kültürünün tüm izlerini silme politikasıdır. Bu izlerin neden silinmek istendiğine girmeden önce Pontos ne demektir, Pontoslu Rumlar kimdir onları açıklamakta fayda var. 

PONTOS / PONTUS NE DEMEK? KİMDİR PONTOSLU RUMLAR?

Helen Mitoloji’sinde Toprak Tanrıçası Gaia’nın babasız doğurduğu oğlu Deniz Tanrısıdır Pontos. Helenler ticari koloniler kurmak için MÖ 1100 yıllarında gittikleri bölgeye, bugünün Karadeniz’ine Pontos adını verirler. 

Ancak dünyanın tanıması bir krallığın kuruluşuyla yaşanır. Pontos’un güney sahillerinde MÖ 3. Yüzyılda kurulan Pontos Krallığı’ndan dolayı bu coğrafya tüm dünyada hala Pontos olarak anılır. 

Roma’ya biat etmeyen tek Helen krallığıdır Pontos ve sonunda MS 62’de Roma tarafından yıkılır. 

Pontos, Karadeniz sahil şeridinde Sinop, Samsun, Ordu, Giresun, Trabzon ve Rize’nin yarısı içine alan; güneyde Tokat, Amasya, Sivas’ın kuzeyi, Gümüşhane ve Bayburt’un bulunduğu yerin antik çağdan beri coğrafik ismidir. 

Önce Roma, ardından Osmanlı egemenliğinde olsa da Pontos coğrafyası Helen kimliğini 1919’a kadar korur. Örneğin bugün bile bazı Karadeniz kentlerinde 13 Ocak’ı 14 Ocak’a bağlayan gece kutlanan Kalandar yani yılbaşı, 3 bin yıllık Pontos geleneğidir. 

1450 yılından itibaren Avrupa’nın Ortaçağ karanlığını yıkıp aydınlanma dönemine girdiği Rönesans, başını Trabzonlu Rum Kardinal Vissarion’un çektiği o günün aydınlarının antik Helen eserleri güncelleştirilerek, Latince tercümeler yapılarak sağlanır. 

Rönesans’ı başlatan Helenizm dalgası, 1453 ve 1461 yıllarında İstanbul ve Trabzon kentlerinin Osmanlı egemenliğine geçmesi yüzünden Pontos’ta kesintiye uğrar. 19. Yüzyıl’da ise Helenizmin izleri Pontos’un şehirlerinde yeniden görünür. 

19. YÜZYIL İLE BAŞLAYAN AYDINLANMA 

1890 yılında Trabzon Filarmoni Orkestrası kurulur. 1895’te önemli ameliyatların yapıldığı büyük bir hastaneye sahiptir Trabzon. Opera binalarının, tiyatro binalarının dolu dolu olduğu, kemençenin dışında her sokağından keman ve piyano sesleri gelen Samsun, Trabzon şehirleri aynı zamanda dünyanın en önemli liman ve ticaret merkezleridir ve bu limanlarda Fransızca, İtalyanca, Helence, Rusça, İngilizce gazeteler satılır.

Dünyada sağır ve dilsizler için yaygınlaştırılmış, bilimsel eğitim veren kurumların sayısı çok azken, 1915’te Amasya’da ayna ile gırtlak hareketlerini takip edip harfleri tanıyan, dudak okuma yöntemi ile eğitim veren Merzifon Koleji gibi okulları vardır Pontos’un.

Genç kadınlar Pontos şehirlerinde okuma imkanına sahiptir. Trabzon Kız Okulu 1846 yılında faaliyete başlar ve daha sonra 1873 yılında Gümüşhane Kız Okulu kurulur.
Sinop, Amasya, Ordu, Safranbolu, Giresun gibi birçok Pontos şehrinde açılan yeni okullarla genç kadınlar erkekler gibi ücretsiz okuma hakkına sahip olur.

Ve bu genç kadınların sayıları artarak ilerler. 1870 yılında 250 öğrenci Trabzon’da öğrenim görürken, 1880 yılında sayıları 738’dir. Gümüşhane’de 1874’de 28 olan öğrenci sayısı, 1906’da 100’e ulaşır.

Genç kadınlar bu okullarda sadece dikiş nakış gibi cinsiyetlerine yönelik dersler almazlar; Ekonomi, Matematik, Fizik, Tarih, Coğrafya, Fransızca gibi konularda da eğitim görürler.

Aynı zamanda eğitimci olan Trabzonlu gazeteci Nikos Kapetanidis eğitim üzerine yayınladığı makalelerinde kilisenin eğitime karışmasına karşı çıkar.

4 dilde eğitim yapan okullarının kütüphanelerinin, botanik bahçelerinin bugünün üniversitelerinde dahi olmadığı bir coğrafyadır Pontos. Sadece Pontos şehirlerindeki Rumlara ait okul sayısı 20.yüzyılın başında 1401’dir ve toplam öğrenci sayısı 85.890’dur.

Edebiyat ve sanat dergileri yok satar.

Pontos köylerinde bugün de devam eden halk tiyatroları (Momoeria) yüzlerce yıllık gelenektir. 

Doktorları, eczacıları, mühendisleri, seramik ustaları, bakır işlemecileri, madencileri, demircileri, arabacıları, yorgancıları, fırıncıları, çorbacıları, köylü şehirli hayatı var eden aydın insanları ile 20.yüzyılın başlarında Osmanlı’nın 600 yıl süren İslamlaştırma politikalarına rağmen Rum / Helen kimliğiyle modern ve aydın bir coğrafyadır Pontos.

PONTOS RUM / HELEN SOYKIRIMI

Abdülhamit ile başlayan sermayenin Müslümanlaştırılması projesi bu coğrafyada hayatı var eden Hristiyan halklara yönelik soykırım ile sonuçlanır. Önce Ermeni ve Süryanilerin katledilip sürgün edilmesinin ardından sıra Rumlara / Helenlere gelir. 1914 yılından itibaren başlayan Trakya ve Küçük Asya Rumlarına yönelik sürgün ve katliam politikaları 1919’dan itibaren Pontos’ta soykırımına dönüşür. 353 bin Pontoslu Rum /Helen’in hayatına mal olan bu süreç sonunda 800 bin Küçük Asyalı Rum / Helen de kayıptır. 

Pontos’ta soykırım Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı ve çete reislerinden Topal Osman ile yaptığı görüşmenin ardından 1923 yılına kadar sürer. Bu arada çetelerin yeterli gelmediği yerde 1920 yılında Büyük Millet Meclisi’nin onayı ile kurulan ve başına Sakallı Nurettin Paşa’nın getirildiği Merkez Ordusu da soykırımı gerçekleştiren resmi devlet kurumudur.

1923 yılında Lozan’da Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan ‘Mübadele Anlaşması’ ile Pontos’ta geride kalan Ortodoks kimlikli Rumlar / Helenler Yunanistan’a sürgün edilirler. Türkiye’den giden Rum / Helenlerin sayısı 1 milyon 250 bindir; bunların 200 bine yakını Pontos’tandır.

GERİDE KALANLAR

Ancak birçok kişinin gözden kaçırdığı bir gerçek daha vardır soykırımın içinde: Geride kalanlar. 1461’den itibaren peyderpey İslamlaştırılmış Rumlar / Helenler ise cumhuriyetle birlikte Türkleştirilme baskısıyla karşı karşıya kalır.   

Mübadeleye Ortodoks Hristiyan Rumlar tabi tutulduğu için Müslümanlaştırılmış Rumlar bulundukları yerlerde yaşamaya devam eder. Ancak kısa bir süre sonra 1925’ten itibaren yer değiştirmeler başlar. Kimi aynı şehir içinde değişik kasaba ve köylere, kimi Pontos içinde başka şehirlere yönelik olan bu değiştirmeler kimi zaman Van, Erzincan, Bursa, Sakarya, Zonguldak gibi şehirlere hatta Kıbrıs’a doğru gerçekleşir. Ve bu arada başka kentlere giden Müslümanlaştırılmış Rumlar, gittikleri yerlerde hala dillerini korumaya devam ederler. Ancak Rum kimliklerini gizlemek için bazı yerlerde kendilerinin Laz olduğunu, konuştukları dilin de Lazca olduğunu söylerler. 

Devletin asimilasyon süreci çeşitli stratejilerle desteklenerek bugüne dek sürer. Bölgede birçok kentte 1960’lardan beri kontrgerilla merkezlerinin kurulması; Kürt kentlerinde yaşanan savaşa asker olarak ağırlıkla Pontos kentlerinden gençlerin gönderilmesi, ölen her askerin isminin neredeyse 100 metre aralıkla Karadeniz sahil boyunca yapılan üst geçitlere verilmesi; 1940 yılında Samsun Akpınar Ladik ve Trabzon Beşikdüzü’nde köy enstitülerinin açılması; Rumca şarkıların Türkçe sözler yazılarak söylenmesi; bölgedeki tüm köy adlarının değiştirilerek Türkçeleştirilmesi (Ancak halen birçok köy halk tarafından eski isimleriyle anılmaktadır); kültürel yozlaşma boyutuyla halk oyunlarının özellikle Türk bayrağı logolu kıyafetlerle oynanması bunlardan bazılarıdır. 

Ve devlet her ne kadar asimilasyon sürecini iyi yönetse de iyi bilir ki orada yaşayan insanlar gerçekte Pontoslu Rumdur. Ve halen nüfus soy kütüklerinde Rumlar devlet tarafından 1 rakamıyla fişlidir. 

Bu yüzden de her coğrafyayla ilgili kriz yaşadığı dönemde de aynı refleksleri gösterir. Örneğin 80 Cuntası sonrası hapishanelerdeki Karadeniz kökenli tutsaklara cuntacı subaylar "size Pontos’u kurdurtmayacağız’ diyerek hala böyle bir tehlikeye karşı devlet refleksini sergilerler.

Bu durum 100 yıl boyunca sermayenin Müslümanlaştırılması sürecinde pek zarar görmeyen diğer Müslüman halkları da kapsayacaktır. 

Türkiye Cumhuriyeti devleti dünya düzeni içinde büyük sermaye güçlerinin önemli pazarlarından ve devlet olarak da ortaklarından biridir. Kuruluşu, soykırımların, sürgünlerin ve asimilasyonun üzerine şekillendiği için yüz yıldır anti-demokratik yöntemler, katliamlar ve şiddet ile ayakta duruyor. Bu da ittifak içinde olduğu sermaye güçleri açısından dönem dönem reform girişimlerini gündeme getiriyor. Demokratikleşme kimi zaman yerli sermayenin de istediği  bir şey ama her defasında bu girişimler yüz yıl önce oluşturulan sahte alt yapının gerçekleri ile karşı karşıya kalıyor ve hayata geçirilemiyor. 

Mesele sadece Türkiye Türklerindir sloganının yanlışlığında değildir. Kendi iç dinamiğiyle oluşmamış bu kuruluş süreci, kapitalist anlamda bir devletin oluşmasını bile sağlayamamıştır.  

Bu slogan üzerine kurulan devlet en küçük bir demokratik açılımda dahi kuruluşundaki gerçeklerle yüzleşmekle karşı karşıya. Bu gerçeklerle yüzleşmek ancak devletin kendisini fesih etmesi gerektiği anlamına geliyor. 

BUGÜNKÜ PONTOS GERÇEĞİ

Şimdi bu bilgiler ışığında bugün yaşananları değerlendirmeye devam edersek, AKP’nin seçim yarışı içinde elini güçlendirmek için kullandığı resmi devlet söylemi Pontos / Pontus gerçeğine çarpıp rakibine puan kazandırdı. Trabzon, Ordu, Giresun gibi AKP oylarının yüksek olduğu kentlerde İmamoğlu’nun binlerce kişiyi miting alanlarına toplayabilmesi bölge halkının bu ötekileştirmeye karşı tepkisidir aslında. 

CHP ve İmamoğlu da kendilerine karşı kullanılan bu devlet söylemi karşısında ilk anda şaşkın bir tavır sergiledi. Yine Pontos gerçeğinden ötürü. Seçim açısından kendilerine kazandıracak düşüncesiyle de ötekileştirme ve nefret dilini eleştirdiler, resmi devlet ideolojisine dair kendi bakış açılarını gizlemeye çalıştılar. Ve İmamoğlu Giresun’da yaptığı konuşmada ‘Topal Osman’a bağlıyım’ deyiverdi.

Mustafa Kemal’in ve tabi İttihat ve Terakkicilerin devamcısı olan CHP yüz yıllık cumhuriyet tarihi boyunca bugün AKP’nin kullandığı resmi devlet dilini kullanıyor. Bu istisna sayılacak seçim süreci yaşanan durumda da bu dili alt düzeyde kullanması seçim için geçici bir durumdur. Yoksa CHP bizzat Pontos Rum Soykırımını gerçekleştiren kadrolarca kurulan bir partidir ve bu geçmişle yüzleşebilecek herhangi bir demokratik eğilime de sahip değildir.

Soykırımı, sürgünü ve asimilasyonu yaşamış artık Müslüman ve Türk kimliğini taşıyan Pontos insanının yüz yıldır gizlenen tarihine ilişkin her zaman var olan şüpheleri, ulu orta yerde yapılan bu tartışmalarla yeniden gündeme gelmiş oldu.

Bugüne kadar yapılan ötekileştirme ve nefret söylemleri devlet yetkililerince ‘gerektiğinde’ ve tek birey ya da kimi küçük grupları hedef alırken bu kez bir şehir hatta tüm Karadeniz hedef alındı.

‘Sen Rumsun?’ diyene ‘Billahi değilim’ yanıtı verenler olmasına rağmen genel olarak bu ötekileştirme, resmi tarih ve nefret söylemi, bu kez kitlesel tepkiler aldı. Yüz yıldır kendisini Türk hissedenlerin yaşadığı hiçbir coğrafyada görülmeyen ‘En Müslüman’, ‘En iyi Türk’ olmayı dile getiren Pontos insanı bir kez daha gördü ki, resmi devlet ideolojisine göre, ne yaparlarsa yapsınlar hala ‘güvenilmezler’.

Öne Çıkanlar