'Dersim'e gitseydim tutuklanacaktım'

'Dersim'e gitseydim tutuklanacaktım'
Hakkında açılan davalar nedeniyle yurt dışına çıkmak zorunda kalan sanatçı Ferhat Tunç, ‘Hiç birimizin hayatında umutsuzluğa yer yok, olmamalı’ diyor.

Filiz DENİZ


Önceki gün geldiği yurt dışından görüştüğüm Tunç, sözünü sakınmadan burada da üretmeye ve mücadele etmeye devam edeceğini belirtiyor.

Muhalif sanatçı Tunç’la karşı karşıya kaldığı baskıları, hakkında açılan davaları, almak zorunda kaldığı yurt dışı kararını ve bundan sonrasında yapacaklarını konuştuk...

‘Kimliğim,kişiliğim bana yoldaşlık arz eden bağlamam ve sesimle zor bir yolculuğa çıktım bugün; geride tırnaklarımla kazıdığım bir hayat, yaralı, yorgun bir ülke bırakarak. Düşünmeye, konuşmaya, üretmeye bir süreliğine yurt dışında devam edeceğim. Bir adım bile geri atmadan...’

Önceki gün sosyal medya hesabınızdan paylaştığınız bu sözlerden sizin de yurt dışında çıkmak zorunda kaldığınızı öğrenmiş olduk.  Bu karara nasıl vardınız? Ülkeden ayrılmış olmanın, yurt dışına çıkmak zorunda kalmanın sizde yarattığı etkilerle başlayayım istiyorum.

YENİ DAVALAR ÜLKEDEN AYRILMAMDA ETKİLİ OLDU

Aslında 2 yıllık hapis cezasını yatmaya hazırlamıştım kendimi. Ancak hapis cezasının ardından birden fazla soruşturma ve davalarla karşılaştım. ‘Terör Örgütü üyesi’ ve ‘Örgüt Propagandası’ gibi suçlamalarla açılan bu yeni davalar, ülkeden ayrılma kararı almamda etkili oldu.

Daha dün Avukatımla görüşürken yeni iki soruşturmanın daha açıldığını öğrendim. Oturup her şeyi yeniden değerlendirmek ve bir karar almak zorundaydım. Ailem başta olmak üzere yakın çevrem, inandığım şeylere yurt dışında daha fazla emek harcayabileceğime ikna ettiler beni. Norveç’e geldim, burada bazı görüşmeler ve söyleşiler gerçekleştireceğim. Norveç’li yetkililer kalmam halinde her türlü destek ve dayanışma göstereceği belirtti. Ancak ben Almanya’da kalacağım. Kızım ve annem, babam, kardeşlerim orada yaşıyor. Bu zor dönemi aşmak adına onların yakınında olmak benim için önemlidir.

DERSİM’E GİTSEYDİM TUTUKLANACAKTIM

Bu ilk günlerinizde neler hissediyorsunuz?

Büyük bir haksızlık bu yaşadığımız. Oysa Dersimde olmak isterdim şimdi. Karlı Dersim dağlarının zirvesinde tırmanmayı planlamıştık doğacı arkadaşlarımızla, olmadı. Dersim’e gitmiş olsaydım mutlaka tutuklanacağım belirtildi. Bu yüzden çok istediğim halde Dersim’e gitmeden ayrılmak zorunda kaldım. Geçen yıl 8 Mart’ta Almanya’da yaşayan kız kardeşim Nadire’yi kalp krizi sonucu kaybetmiştik. 1. yıl dönümü için ailem ve dostlarımızla mezarı başında olmayı planlamıştık. Olamayacağım için ayrıca çok üzülüyorum.

Hakkınızda açılan son davayla ilgili gelişmeler çok tartışıldı. Diyarbakır’daki bir soruşturma kapsamında sizin de hakkınızda ‘terör örgütüne üye olmak’ ve ‘terör örgütü propagandası’ yapmak iddiasıyla 8 yıldan 20 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. Savcılık iddianamesinde sosyal medya hesabınızdan Afrin operasyonunu eleştiren paylaşımlara yer verildi. Ayrıca ‘PKK/KCK’ye finansal destek vermek ve  kuryelik yapmak’ gibi iddialara karşı neler söyleyeceksiniz?

Ailemi ziyaret için gittiğim Almanya’dan eşimle birlikte Türkiye’ye dönerken, İstanbul havalimanında gözaltına alındım. Geceyi havalimanındaki polis karakolunda Suriye, Irak, Afganistan ve Libya uyruklu, farklı nedenlerle gözaltına alınmış 80 kişiyle birlikte ayakta geçirdim. 'Ayakta' diyorum çünkü bırakın oturmayı, ayakta yer bulmanın da zor olduğu, gayriinsani bir tablo vardı.

YASAL KURUMLARLA İLİŞKİLERİM YASA DIŞI SAYILDI

Ertesi gün İstanbul Bakırköy Adliyesi’nde savcılığa çıkarıldım. Savcılıkta tutuklanmam için iki ayrı dosya hazırlanmıştı. Dosyalar son bir hafta içinde hazırlanmış ve tamamen tutuklanmam hedeflenmiş. Geçmiş 10 yıla yayılan bazı sanatsal faaliyet ve ilişkilerim dava konusu haline getirilerek, 'terör örgütü üyeliği' iddiasında bulunulmuş. 'Terör örgütü' olarak gösterilen ise hâlâ yasal faaliyetini sürdüren Demokratik Toplum Kongresi ve Mezopotamya Kültür Merkezi. Bu kurumlarla olan ilişkilerim yasa dışı ve 'terör faaliyeti' olarak sayılmış.

‘PKK/KCK’ye finansal destek vermek ve  kuryelik yapmak’ iddiasının gerekçesi ise, 2007 yılında MKM'li bir sanatçıya verilmek üzere bana verildiği iddia edilen 2000 Euro. Doğrusu böyle bir para transferiyle ilgili hiçbir şey hatırlamıyorum.

İkinci bir dosya ise 'örgüt propagandası' iddiası taşıyor. Bundan 6 ay önce İstanbul'dan akademisyen, aydın ve sanatçılardan oluşan bir grup olarak Diyarbakır'a gitmiştik. Sur ilçesinde, devletin operasyonları sonucu yaşanan tarih yıkımına dikkat çekmek istemiştik. Devletin Sur’daki tarih tahribatını gözlemlemiş ve çeşitli açıklamalarda bulunmuştuk. Yakılıp yıkılan tarihin insanlığın ortak değeri olduğunu ve bu değerlerin korunması gerekirken, tahrip edilerek devlet eliyle bir suç işlendiğini belirtmiştim. Bu ifadelerime de 'terör örgütü propagandası' olarak dosyada yer verilmiş. Bakırköy savcılığında üç saat süren ifademin ardından serbest bırakıldım. Hemen ardından bu dosyadan yeni bir dava konusu yarattılar. 'Örgüt üyeliği' ve 'örgüt propagandası' iddiasıyla toplamda 20 yıla varan bir hapis cezası istenmekte. Bu davanın ilk duruşması Mayıs 2019 tarihinde gerçekleşecek.

Hakkınızda açılan dava sonrası sosyal medya hesabınızdan yaptığınız bir paylaşımda İçişleri Bakanı Soylu’nun ‘sözde şarkı’ diyerek sizi hedef gösterdiğini belirtiniz. Size yönelik olarak devlet ve hükümet katında bir tepki oluştuğunu mu düşünüyorsunuz?

Aydın'da milletvekilliği hakkımızın gasp edilmesi sonrasında Dersim'e gitmiştim. Orada bulunduğum sırada Dersimin ormanları yanıyordu. Daha doğrusu operasyon gerekçesiyle  ormanlar yakılıyordu. Yangınlara müdahale edilmediği gibi, etmek isteyenler de engelleniyordu. Dersim'de genel bir duyarsızlık hakimdi ve bu duyarsızlığı aşmak gerekiyordu. Bir grup doğasever arkadaşımızla yangınlara müdahale ettik.

ORMAN YANGINLARINDA DEVLET SUÇÜSTÜ YAKALANDI

Bu sırada Tunceli Valisi Dersim'de orman yangınları olmadığı yönünde bir açıklama yapmıştı. Yangın bölgesinde paylaştığım görüntülerle valinin yalan söylediği ortaya çıktı. Daha sonra Dersim'in farklı bölgelerinde benzer gerekçelerle ormanlar yakıldı. 15 gün boyunca bu yangınlarla mücadele etmek zorunda kaldık. Sosyal medya üzerinden çok geniş bir kamuoyu yaratıldı. Devlet suçüstü yakalanmıştı aslında. Orman yakmak anayasaya göre de suçtu ve devlet eliyle Dersim'de suç işleniyordu.

Daha sonra Tunceli Valisinin, sosyal medya üzerinde led ışıkları süslenmiş bir ağacı 'Dersim'in ağaçları pırıl pırıl' şeklinde yapmış olduğu paylaşım aramızda çok daha sert bir tartışmanın nedeni oldu. Vali ormanların neden yakıldığının gerekçesini anlatmak yerine, benim 'terör örgütü propagandası yaptığımı' söyleyip durdu. Sonrasında, iktidarın tetikçiliğine soyunmuş bazı gazetecilerin aleyhimde yazdıkları yazılarla hedef haline getirildim. İçişleri bakanı Süleyman Soylu'nun, Tunceli Valisi'ni ziyaretinde, "bazı sözde şarkıcılar 'burada ormanlar yakılıyor' diyerek teröristlere karşı devletin operasyonlarını zayıflatmaya çalışıyor"  şeklinde yaptığı bir açıklama ile yargı harekete geçti. Art arda hakkımda soruşturmalar ve davaların sayısı artmaya başladı. Kobanê ile ilgili yaptığım paylaşımlar nedeniyle İstanbul 36. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 2 yıl hapis cezası aldım. İstinaftaki bu davanın kararının olumsuz olması halinde tutuklanmış olacağım.

Görülmemiş katı ve baskıcı bir rejimle gerçeğiyle karşı karşıyayız. Mevcut Hükümet, evrensel kriterleri reddettikleri yerden sınırlar çiziyor. Bu sınırların içinde kaybolan bir sanatçı olmadığım için tepkili. Sadece bu hükümet de değil, senelerdir davalarla, baskılarla, yasaklarla karşılaşıyorum. Dersimin ağacına, oksijenine sahip çıkmama ve bunun için kamuoyu oluşturma çabama da tahammül edemediler. Çünkü bizim çabamız haklı bir tepkiyi örgütlemiş oluyordu ve bundan çekindiler; böyle bir dönemde nasılsa sessiz kalınır, diye hesap ettiler ama yanıldılar. Ben hiçbir dönem baş eğmedim ve neticesinin de hedef gösterme, baskı yapma, 'cezalandırma' olması şaşırtıcı değil.

Hakınızda şimdiye kadar kaç dava açıldı ve sizce bu davalarla ne amaçlanıyor? Bunların talimatla mı açıldığını düşünüyorsunuz?  Ayrıca bu davalar size yönelik açılsa da sizin üzerinizden sanatçılara yönelik mesaj olarak okunabilir mi?

2 yıllık hapis cezası aldığım davanın dışında Cumhurbaşkanına Hakaret iddiasıyla açılan iki ayrı dava var. Bu davalar kapsamında hâlâ savunma yapmış değilim. Yine 'örgüt propagandası' iddialı bir başka dava da devam ediyor.

HAKKIMDA AÇILAN DAVALARLA MUHALİF HERKESE MESAJ VERİLİYOR

Yetmedi, başında belirttiğim gibi 'örgüt üyeliği' ve 'örgüt propagandası' iddialı açılan son dava. Bundan 3 gün önce Terörle Mücadele Bürosu cep telefonumdan bana ulaşarak emniyete davet etti. Yeni bir soruşturma kapsamında ifade vermem gerekiyormuş. Avukatımı aradım ve soruşturmanın Efrîn işgaliyle ilgili olduğunu öğrendim. Birçok aydın, sanatçı ve akademisyenin de aralarında bulunduğu, milletvekillerine yolladığımız Efrin mektubu soruşturmaya dahil edilmiş. Efrîn'le ilgili basına yansıyan bazı demeçlerim ve sosyal medya hesabımda yaptığım paylaşımlar var. Savcının dosya üzerinde yapacağı araştırma sonrasında gidip ifade vermem gerekiyormuş. Bu soruşturmadan da artık bir yeni dava çıkarırlar.

Hakkımda açılan bu davalar üzerinden sadece sanatçılara değil, muhalif herkese bir mesaj veriliyor. Ben günlerimi mahkeme koridorlarında savunma yaparak geçirirken, bütün bu gelişmeler karşısında sessiz kalan sözde muhalif geçinen sanatçıların sayısı az değil. Hükümetin uygulamalarına tepki gösterme cesaretinden yoksun bir durumdalar. Bu zor zamanlarda desteğini gördüğüm sanatçı sayısı çok azdır. Muhalifler üzerinden yaratılan bu kork iklimine yenik düşenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor. Oysa tarihimize baktığımızda değer olarak bildiğimiz birçok ismin bu zorlu hayatın gereklerini yerine getirdiğini görürüz. Pirsultan direngenliği her türlü baskı, tehdit ve şantajı boşa çıkartan bir direngenliktir. Yılmaz Güney’in sineması bu ülkenin inkârcı ve tekçi zihniyetine indirilmiş devrimci bir tokattır. Son halkasında sürgünde yitirdiğimiz Ahmet Kaya da hem rejimin hem de medyanın nasıl bir zihniyete sahip olduğunu gösterdi.

Ferhat Tunç hayatının her döneminde sanatçı kimliği kadar aktivist ve muhalif kimliğiyle de gündeme geldi. Siz bir sanatçısınız ve sadece sanatınızı icra edebilirdiniz fakat, demokrasiden, özgürlüklerden, eşitlikten ve barıştan yana tavır aldınız. Bir yazınıda, ‘Bizden sanata ihanet etmemiz isteniyor. Bizse sanata ve onun değerlerine sahip çıkmaktan yana ısrarımızı sürdürüyoruz" demiştiniz. Bugünlerde gündemde olan "Halkın sanatçısı-Saray’ın sanatçı" tartışmaları için neler söyleyeceksiniz?

Sanatı muhalefetin bir aracı olarak kullanmayı hedeflemek yerine, zaten sanatın kendisinin toplumsal meselelerden ayrı kalamayacağını düşünüyorum. Dert edindiğim trajedileri hem şarkılarımla hem de başka vesilelerle söylemeyi, konuşmayı seçtim. Sanat 'öylesine' bir şey değilse, sanatçı da olmamalı. Ne ürettiğimiz tabii ki önemli ama her şeyden önce sanatçı olanın, -eğer yine sadece durarak anlatan performans için sahnede değilse-, tepkisiz kalmasını kabul edemiyorum. Bedeniyle, sesiyle, mimiğiyle, konuşmasıyla var oluyor sanatçı. Yapaylıktan, sahtekarlıktan arına arına. Haliyle Saray'ın 'sanatçısı' değil, tarih de göstermiştir ki başka şeyleri olur.

SANATÇI POLİTİKADAN BAĞIMSIZ DEĞİL

Türkiye'de genelde iktidarların yaydığı bir anlayış var; sanatçı sanatını yapsın! Aynısını öğrenci için de 'eğitimiyle ilgilensin' diyerek dayatıyorlar. Memur için de. Esnaf da cirosuna baksın! Politikayı kim yapacak? Politika bizim mutfağımızı, sahnemizi, okul müfredatını ilgilendirmiyor mu? Esnafın kirasını, faturasını, zammı ilgilendirmiyor mu? Sanatçı da bunlardan bağımsız değil; haliyle topluma seslenen, anlatan bir iş yapan sanatçının, toplumun derdine, ihtiyacına, özlemine kayıtsız kalması beklenmemeli. Sanat bir kültür ve medeniyet işi; medeniyeti, kültürü tahribata uğratanlara sessiz kalıyorsanız, hiçbir şey olamazsınız.

24 Haziran seçimlerinde Aydın‘dan HDP’nin 1. Sıra milletvekili adayıydınız. 31 Mart yerel seçimlerine de az bir süre kaldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve müttefiki Bahçeli geçen seçimlerde olduğu gibi bu seçimleri de "Beka" sorunu olarak değerlendiriyor. Nedir bunların ‘beka’dan kasıtları ve sizce neden böyle yapıyorlar?

Halihazırda bir 'beka sorunu' olduğu kesin ama bu sadece kendilerini ilgilendiriyor. İktidar hastalığını bir bağımlılık olarak yaşıyorlar. Bunu biraz eşelediğimizde de faşizm dediğimiz şey vuku buluyor. Süleyman Soylu'nun "ne olur boynumuzu eğmeyin" diyerek oy istemesi de kendi bekaları için telaşa kapıldıklarının teyidi.

İKTİDARIN ELİNDE BAKE YALANINDAN BAŞKA ARGÜMAN KALMADI

Toplumu birbirine düşüren, adeta yüzde 50'den nefret eden; rüşvetle, soygunla, rantla, gaspla, savaşla yöneten bir iktidarın ülkenin bekasını düşündüğüne mi inanacağız? Her sözleri, tatbikleri toplumun geleceğini tehdit ederken. İşçiyi, emekçiyi, köylüyü, esnafı, genci açlığa mahkûm eden, kimin geleceğini düşünüyor olabilir?

Mevcut iktidarın elinde başka bir argüman kalmadı. 'Beka' yalanıyla toplumu korkutarak, kaygılı hale getirerek ayakta kalmaya çalışıyor. Artık sunacağı, ikna edeceği başka hiçbir şeyin kalmadığını anlıyoruz. Öğrenci mesleğini göremiyor, çiftçi ürününü göremiyor, akademi ileriyi göremiyorsa, hepimizin bir gelecek sorunu vardır ve bunun kaynağı da AKP-MHP iktidarıdır.

31 Mart yerel seçimlerinin demokratik bir seçim olmayacağı kanısı içeride ve dışarıda çok yaygın olarak göze çarpıyor. Buna karşın Türkiye seçime gidiyor! Sizin Dersim başta olmak üzere yerel seçimlerin sonuçlarına ilişkin öngörünüz nedir?

Türkiye'de seçimler ne olağan zamanlarda ne de şartlarda geçiyor. Mütemadiyen bir kriz halinde yaşadığımız için sadece belediye başkanı, hükûmet seçmekten de öte anlamlar taşıyor. Yakın tarihimizdeki en ciddi dönemin içindeyiz ve haliyle bu seçimler, muhalefet için AKP-MHP'nin gücünü kırmak adına büyük önemde.

İktidar, son demlerine geldiğini öngörerek, eskisi gibi boş vaatlerle seçmene seslenmeyi bırakıp, günbegün HDP'yi hedef alarak; yani kutuplaştırarak, kışkırtarak kazanmanın peşinde ve bunu yaparken bir kere olsun hukuku da tanımadığını, demokrasiye uzak mesafesini görüyoruz. Ortalama bir demokratik kültür olsa, mesela cezaevindeki bir siyasetçi olarak Selahattin Demirtaş arkadaşımızın yalanla dolanla meydanlarda bu kadar hedef alındığını duyamazdık. Doğrudan yanıt verme imkânı olmayan bir rakibinize bu denli yüklenmeniz aslında kaybettiğinizi de gösterir.

HDP’YE HDP’Lİ OLMAYANIN DA SAHİP ÇIKACAĞINI DÜŞÜNÜYORUM

HDP'nin, ülkenin demokratikleşmesi adına büyük bir sorumluluk üstlenerek, toplumu perişan hale getiren iktidarın kaybetmesi adına bazı yerlerde aday çıkarmamasını da önemsiyorum. Bu demokratik bilinci tüm muhalefet sahiplenmeli.

Dersim'e gelince, kayyumlarla ciddi bir irade gasbı yaşayan HDP'ye HDP'li olmayanın da sahip çıkacağını düşünüyorum. Dersimliler hem bilinçli hem de vicdanlıdır ki zorbalığa sessiz kalmazlar ve bu dönemde AKP-MHP'ye en güçlü yanıtın sandıktan HDP'ye zafer kazandırmak olduğunu bilirler. Bunun dışında Maçoğlu tartışmasına girmek istemiyorum.

Uzunca bir süredir sürdürülen açlık grevleri eylemleri var. HDP Milletvekili Leyla Güven’in tecritin kaldırılması talebiyle başlattığı açlık grevine destek eylemleri zindanlarda, Erbil’de ve Avrupa’nın bir çok ülkesinde devam ediyor. Açlık grevlerinde kritik aşama aşılmasına rağmen hem hükümet hem de bir bütün olarak Türkiye kamuoyu sessizliğini koruyor.  Bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Kürtler ve bilhassa Kürt kadınlar, şartlar ne olursa olsun, ellerinde hangi araç kalırsa kalsın direneceklerini gösteriyorlar. Ne var ki ölümleri durdurmak sadece Kürtlerin sorumluluğu değil. Şunu üzülerek kabul etmeliyiz; barış, ateşkes, çözüm çağrıları sadece belli eylemler olduğunda duyulmamalı.

ÖLÜMÜN OLDUĞU YERDE BAŞKA BİR TASAYI KONUŞAMIYORUZ

Barış tek taraflı olmayacağına göre bu alışkanlıktan vazgeçilmeli. Demokratik siyaset tasfiye edilirken, bir halkın iradesi tanınmazken de birileri bunları çatışmalı süreçlerin zemini olarak öngörüp sözünü esirgememeli.

Ölümün olduğu yerde başka hiçbir tasamızı konuşamıyoruz. Bugünkü direnişler demokratikleşmeyi, ekonomik rahatlamayı da sağlayacak nitelikte çünkü savaşın, kaosun olduğu yerde hiçbirimiz huzurlu, özgür olamayacağız. Kürt, kendi kaşı gözü için dayanışma beklemiyor; bu kaostan çıkmak için mücadelesinin sahiplenmesini bekliyor. Leyla Güven arkadaşımız sadece iktidarı çözüme çağırmıyor; toplumu, siyaseti, sivil toplum örgütlerini, demokratik kamuounu da her zaman ve koşulda yapabileceklerimiz olduğuna ikna ediyor. Leyla Güven ve açlık grevindekiler belki fiziki olarak ayağa kalkmakta zorlanıyor ama şu an herkesten çok dik ve ayaktalar!

Sanatçılar, yazarlar, sendikacılar, gazeteciler derken toplumsal tüm kesimler üzerindeki devlet baskısı giderek artıyor ve Türkiye’nin demokratik bir sese, çıkışı olan ihtiyacı da her zamankinden çok yakıcı hale geliyor. Buna karşın ana  muhalefet lideri Kılıçdaroğlu, Hrank Dink’in katiline methiyeler düzen ve ırkçı nefreti körükleyen bir sanatçıyı öve öve bitiremiyor! CHP’nin ve CHP liderinin günümüzde rolü ve tutumu hakkında neler söylebilirsiniz?

Kemal Kılıçdaroğlu'nun Türkiye toplumunu ve siyasi dengeleri çoğu zaman doğru okuyamadığını düşünüyorum. Biraz klişe olacak ama; bir şeyin orijinali varsa, yapayına rağbet düşük olur.

CHP, AKP’YE VE MHP’YE BENZEYEREK KENDİNE YAZIK EDER

Kılıçdaroğlu, böyle çıkışlarıyla her kesimi kucaklayabileceğini sanıyorsa büyük bir yanılgı içinde. "AKP ırkçılık yapınca kazanıyor, ben de yapayım" diyorsa, siyaset üretemez ama ticaret yapabilir. Yok, siyasi temayülü ırkçılığı, nefreti yaymayı görev edinmiş bir ismi anmaya, övmeye denkse, sosyal demokratlık maskesini çıkarmalı. Bu kadar karanlık bir dönemde ana muhalefetin liderinden sanatçının, gazetecilerin, siyasetçilerin özgürlüğü için, demokratikleşme için iktidarı çözüme zorlaması olmalı. "Savaşa onay vermezsem oy alamam" diyerek, AKP'ye, MHP'ye benzeyerek hem ülkenin ilerici dinamiklerine hem de kendisine yazık eder.

İlk albümünüz "Bu Yürek Bu Sevda" 1984'te çıktı. 1986'da "Vurgunum Hasretine" albümü! Toplamda 24 albüme imza attınız. 2010'da 'Dünya Özgür Müzik Ödülü'nü İranlı sanatçı Mahsa Vahdat ile paylaştınız. Dersim Araştırmalar Merkezi  kurucularından birisiniz ve Dersim Gazetesi yazıyorsunuz. '"Zor zamanlar İnce Şarkılar" isimli bir de kitap yazdınız. Şöyle bir geriye dönüp baktığınızda sanatçı, aktivist, mücadele adamı ve yazar Ferhat Tunç için siz neler söylerdiniz?

Sakine Cansız'ın 'Hayatım kavgaydı' sözü benim için de geçerlidir dersem abartmış olmam. Kendimi bildim bileli bir mücadelenin içindeyim. 54 yaşındayım ve hayatımın 40 yılını mücadele ederek geçirdim. Dersim başta olmak üzere ait olduğum değerlerin mücadelesiydi bu. 45 yıllık hayatımın son 30 yılı soruşturmalar, davalar, gözaltı ve tutuklanmalarla geçti.

PARA, KORKU, TESLİMİYET GİBİ SÖZCÜKLERLE ANILMAK İSTEMİYORUM

24 albümüm var ve 35 yıldır bu özetlediğim hakikatler temelinde yaşamaya gayret ediyorum. Bir aksilik olmazsa bu zorlu hayatı anlattığım ikinci kitabımı da tamamlamak istiyorum. Yine yakın bir zamanda teyp kasetlerinden elde edilmiş, 1978 ile 1985 yılları arasında okuduğum marş ve ağıtlar var, bunları bir albüme dönüştürüp dinleyiciyle buluşturacağım. Para, korku, statü, teslimiyet gibi sözcüklerle aynı cümlede adımın anılmaması için yaşıyorum. Türkiye halklarının kederini anlamlandırmak ve umudunu körüklemek için yaşıyorum. Sanatçılığın doğasında muhalefet var. Sadece mevcut iktidarın değil, bundan önceki hükümetlerin de sevmediği, düşman olarak gördükleri bir sanatçı oldum. İktidarların hoşuna giden şeyleri yapmadığım için pişman değilim ayrıca. İktidarların hoşuna giden şeyler yapmak sanatın kendisine en büyük ihanettir. Böyle bir ihanetin içinde olmadığım için vicdanım rahat.

Öne Çıkanlar