Fransa’yı örnek alalım mı?

Fransa Hükümeti bu sancılı süreçte mesela dış güçleri olaylardan sorumlu tutmadı, muhalefete olayları fırsat bilip hücum etmedi, tansiyonu düşürmek için elinden geleni yaptı.

Fransa’da yaşananları hepimiz izliyoruz.

Gezi olaylarını da yaşadık.

Bu iki toplumsal olay karşısında hükümetlerin almış oldukları pozisyonlar ülkeler arasındaki gelişmişlik farkını da ortaya koyuyor.

Fransa’daki Sarı Yelekler meselesini de mutlak barışçı bir gösteri hakkı olarak yorumlamak kolay değil.

Olaylarda dört kişi öldü, dünyanın en güzel caddesi olarak tanımlanan Champs Elysees tarumar oldu, verilen zararların vergi mükellefine yansıması ne kadar olacak henüz bilinmiyor, çok sayıda gösterici ve polis yaralandı, olay Fransa’nın yaklaşık her yerine, hatta denizaşırı bölgelerine de yayıldı.

Gezi olaylarını Kavala’ya bağlamak mantıksızlığını bir kenara bırakırsanız (olaylar olurken temel sorumlu ve tertipçi faiz lobisi deniyordu, unutmayalım, unutturmayalım) Gezi ve Sarı Yelekliler olayları arasında önemli benzerlikler de yok değil, mesela hareketlerin lider kadroları bilinmiyor, Fransa’da hükümet birilerini muhatap almak istiyor ama tam adamını da bulamıyor; ancak, muhtemelen daha ilginci iki hareket arasındaki farklar.

Bugün itibarıyla (4 Aralık Salı) Başbakan ekranlarda canlı yayına çıktı ve şimdilik, altı ay için alınacak önlemleri açıkladı.

Sarı Yelekliler olaylarının başlangıcında çevre koruma amaçlı olarak akaryakıt tüketimine bir tür çevre vergisi getirilmesine tepki vardı, Başbakan 1 Ocak’da yürürlüğe konacak bu yeni akaryakıt vergilerinin en az altı ay için askıya alındığını ve bundan sonra da alınacak kararlarda daha diyaloğa açık olacaklarını açıkladı.

İkinci önemli değişiklik bu kış boyunca elektriğe ve evlerde kullanılan ısınma amaçlı gaza zam yapmayacaklarını açıkladı.

Üçüncü olarak da arabalarda çevre amaçlı teknik kontrollerin yine şimdilik kaldırıldığını bildirdi.

Başbakanın bu açıklamaları bu Cumartesi, Paris’te yapılacak gösterilere ve gösterilerin şiddetine nasıl yansıyacak, bilinmiyor ama ortaya çıkan temel gerçek Fransa’da tarafların, tarafların başını da hükümet çekiyor, diyaloğa, tavize, görüşmelere açık olduklarını ortaya koymuş olmaları.

Fransa Hükümeti bu sancılı süreçte mesela dış güçleri olaylardan sorumlu tutmadı, muhalefete olayları fırsat bilip hücum etmedi, onları suçlamadı, tansiyonu düşürmek için elinden geleni yaptı, toplumun yüzde ellisini evlerinde zor tutuyorum falan da demedi, alternatif gösteriler, mitingler de düzenlemedi, Sarı Yelekliler olayına toplumda yüzde sekseni aşan destekten de paniğe kapılmadı.

Bizde Gezi olayları esnasında ve sonrasında olanları ise hatırlıyoruz, biliyoruz.

Ekranlarda penguenleri de görmedik, devlet ya da kamu kanalları diyeceğimiz ekranlarda olaylar hiç sansüre uğratılmadan tüm gerçeklikleri ile gösterildi, gösterilmeye de devam ediyor, Cumhurbaşkanı ya da Başbakan devlet ya da özel televizyonların başındaki kişileri arayıp "şöyle yapın, şöyle yapmayın" diye direktifler de vermedi, zaten böyle bir skandal olsa, o Genel Müdür değil, çok muhtemelen Başbakan görevinden olur Fransa’da.

Muhalefet partilerinin liderleri her gece devlet kanallarının ekranlarında esip gürlüyorlar, Cumhurbaşkanı Macron’u ve Meclis’i istifaya davet ediyorlar ama bundan mesele çıkaran da yok.

Manzara bugün Fransa’da böyle iken, Türkiye’de Gezi günlerinde nasıldı, takdirlerinize bırakıyorum.

Seneler sonra tekrar Gezi dosyası ortaya çıkarıldı ve bu dosya üzerinden tüm dünyanın ilgisini ve takdirlerini çeken barışçıl gösterilerin sahipleri, mesela duran adam, mesela piyano çalan adam yabancı devletlerin gönderdikleri profesyonel tahrikçiler olarak sunuluyor bugün.

Bu iki taban tabana zıt manzaranın sonucunda ülkelerin birinde çok büyük bir kutuplaşma yaşanıyor, insanlar mutsuz, gençler ülkeyi fırsat buldukları anda terk etmek istiyorlar; bu iki ülkenin ikincisinde ise ekranlara her çıkan devlet görevlisi gösteri hakkını ve ifade özgürlüğünü o ülkenin en büyük vazgeçilmezleri olarak sunarak lafa başlıyor, saçma sapan suçlamalara girmiyor, müktesebatları kadar da olayları tahlil etmek istiyorlar.

Bilin bakalım hangi ülke bizimki, hangisi değil.

İki ülke arasında ister istemez yaptığım mukayesede en çok dikkatimi çeken konu da Fransa’da olayların başlangıcında ve her noktasında vergi hakkının tartışılıyor olması; Türkiye’de ise nedense toplumsal olaylarda vergi meselesi hiçbir zaman analizlerin merkezine yerleşmiyor.

Bu konuyu, nedenlerini başka bir yazıda etraflıca tartışmaya açmak gerekebilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi