İşini aşkla yapmak ve başarıya giden yol

Mutluluğu kişisel bir yolculuğun son durağı yerine toplu bir dayanışma hikayesi, beraberce inşa ettiğimiz binalar olarak düşünmeye başladığımızda, ruhlarımız da onarılmaya başlayacak.

Bu hafta metroda karşısındaki kadına tarif edilmesi güç bir aşk ve mutlulukla bakan bir adam gördüm. Kadının arkası bana dönüktü ama gözlerinin birbirlerine kenetlendiği aşikardı. Hiç konuşmadan yol boyunca birbirlerini seyrettiler. Adamın yüzüne ara ara kocaman bir gülümseme yayılıyor, gözleri ışıldıyor, bakışları kadının dudaklarına kayıyor, sonra tekrar gözlerine bakıyor ve tekrar gülümsüyordu. Ben de adamın mutluluğunu seyredip gülümsüyordum, dudaktan dudağa yayılan bir mutluluk. Gün boyu yaptığım hiçbir iş, o çifti izlerken hissettiğim mutluluğu hissetirmedi bana. Mutluluğun insanların arasında bir yerde konakladığına dair inancım pekişti.

Tavsiye sektörü üniversite seçimi yapacak çocuklara, iş arayan taze mezunlara, hayattan bezmiş çalışanlara hayatlarını değiştirecek mühim sırlar paylaşmak için aralıksız iş başında. İşinizi aşkla yapın, başarıya ve mutluluğa ulaşırsınız! Sevdiğiniz işi yaparsanız, bir gün bile çalışmış hissetmezsiniz kendinizi! Tutkunuzun peşinden koşun! Pozitif düşünün. Rekabetçi olun. Hep kariyerinizin bir sonraki adımını düşünerek adımlar atın. Zorluklardan yılmayın. Dergilerde, havaalanı panolarında, çeşitli dillerde "ayrıcalıklı" olmak vaat ediliyor müşterilere. Özel olmak, en iyisini hak etmek, bunun karşılığında işine ruhunu, tutkusunu, benliğini armağan etmek, kendini mesleki başarı üzerinden tarif etmek en doğru, en arzulanır varoluş şekliymiş gibi.

Bilmiyormuş gibi mi yapıyorlar, bilmeyecek kadar körler mi dünyanın gerçeklerine anlamak zor. Bizi mi kandırmaya çalışıyorlar, kendilerini mi? Çöken ekonomi, işsizlikten intihar edenler varken, pozitif olmak bizi ancak gerçeklerden koparıp, Kibritçi Kız gibi soğuktan donarken gülümsememizi sağlar. Sanki işlerden iş beğeniyoruz da hepimiz, aşkla yapması kaldı. Prekarya denen bir olgu var, işler güvencesiz, sözleşmeler geçici, işten çıkarılma, maaş kesintisi tehdidi her an ensemizde. Hayır, kariyerimizi planlamamız mümkün değil. Kariyerimiz bir üstümüzdeki muhterise ne kadar biat etmeye razı olduğumuza bağlı. Kayırmacılık var, siz işinizi aşkla yapsanız da, biliyorsunuz ki arkası sağlam olan yükselecek. Sınavlardan en yüksek notu alanlar, bir utanç müessesesi olarak yükselen "mülakat"la elenecek. Yasaların işlememesi var, çalıştığınız yerde amiriniz hırsızlık yapıp, çaldığı malı zimmetinize geçirmeye çalışacak kadar utanmaz olacak. Bir uçta liyakat düşmanlığı var. Sırf işinizi hakkıyla yapıp, onların kifayetsizliğini ister istemez görünür kıldığınız için dahi ayağınızı kaydırmaya çalışanlar olacak. Öbür uçta liyakata tapınma var, sanki herkes eşit şartlarda eğitim alabilmiş, benzer fırsatlara sahip olmuş gibi. Kapitalizm var, emeği sömürmek, sizin ürettiğiniz kârı, patronun cebine koymak için. Çocuk işçiler var, hem aç, hem işçi, yaşı beşe kadar düşen küçücük elli çocuk işçiler. Mesaisi bir türlü bitmeyenler, haftasonu, tatil bilmeyenler var. Onlar okuyor mudur bunları? Okuyor musunuz? Sonra şans var, tesadüf var, kader var, ne demek isterseniz. Bir de çok başarılı diye önümüze sürülen ama dönüp iki laf etmeye tenezzül etmeyeceğimiz insancıklar var. Öyle başarıyı ne yapacağız? Diyelim ki Bezos oldunuz. Eee? Bezos'tan tavsiye mi alalım? Bu mudur kendimiz için, çocuğumuz için istediğimiz başarı? İnsanları sömürerek zengin olmuş, anasının babasının parasıyla, bağlantılarıyla tepelere çıkmışların, ikbal için ruhunu satmışların tavsiyeleri de eksik olsun, başarıları da… Onurlu başarısızlıklar düşüyor payına yığınla insanın.

Gençler, hayatının geri kalanında ne yapmak istediğini bilen yaklaşık 8 gençten biriyseniz, ne mutlu size. Ama normal olan bilmemektir. O bilinmezlik üstüne hayat kuruyorsunuz, ne tavsiyesi verilebilir ki? Ne istediğini bildiğini sanan da bir şey bilmiyor genellikle. Sanıyor ki, doktor olunca hastaları iyileştirecek, uykusuz kalacak ama değer. Her gün uğraşacağı türlü deliyi, şiddeti, bürokrasiyi, haftada kaç form doldurması gerektiğini, mesleki kural ve yasaların sürekli değişeceğini ve bir gün mesleğini ifa ettiği için hapse atılma ihtimali olduğunu düşünemiyor. Her şey belli olsa, bir ölüm, bir hastalık bir anda alt üst ediveriyor o planları. Plan yapmayalım demiyorum, o planların ne kadar kırılgan olduğunu da aklımızdan çıkarmayalım ama.

Madem gelecekte ne isteyeceğinizi tahmin etmek gibi imkânsız bir işe girişiyorsunuz gençler, imkânsızı deneyecekseniz, bari dayanışmaya, dünyayı değiştirmeye girişin. Madem pozitif olun diye bağırıyorlar, insanlığın ve doğanın geleceğine dair olumlu bir şey yapma azminizi koruyun. Başarıyı kişisel bir şey olarak değil de dünyayı değiştirmek için harç karmak olarak tanımlayın. Hem bu yolda başarısızlık dahi daha güzeldir ve en azından çok güzel insanlar tanırsınız. Hani derler ya, dürüst, esaslı, tevazu sahibi insan kalmadı. Doğru değil, varlar. Onların arasında olmak istiyorsanız, yerinizi değiştirin. Aşk orada, tam o insanların arasında. Unutmayın, "aşk örgütlenmektir." Oysa kişisel başarı yolu yalnızdır. "Ne yaparsanız yapın, aşkla yapın" lafına kulağınızı tıkayın. İhtiyaçlarınızı karşılayacak kadar para kazanmanın ahlaklı ve yasal bir yolunu bulun ve işinizi düzgün yapın. Yeter. Hayat sizi bu kadar sınava ve bu ülkenin gerçeklerine mahkûm etmişken, bir de aşkla iş yapmak vs. gibi masallara inanıp, hayal kırıklıklarınızı büyütmeyin. Paranızı kazanın, boş zamanınızı aşklarınıza ayırırsınız.

Reklamlar ve sosyal medyayla, neoliberal, girişimci iş kültürü söylemiyle dolup taşan bir dünyada sıradan bir işte, sıradan bir gün geçirmenin, bunun karşılığında sıradan ama yeterli bir ücret alıp, sıradan bir sokakta, sıradan ailemize dönmenin bu derece aşağılanmasından bıkmadık mı? ‘Hayallerini gerçekleştir, sınır tanıma, en iyisi ol, aşık olduğun mesleği yap, aşkla yap! E madem aşıksın işine, fazla para istemen ayıp değil mi, bu işi yapabildiğin için mutlu olman gerekmez mi?’

Aşk sıradanı dünyanın en özeli, en güzeli yapar. Herkes için sıradan olan bir adamı, dünyanın en muhteşem erkeğiyle değiştirmezsiniz, daha iyisini istemezsiniz. Aşk seçenek bırakmaz. O nedenle aşk sıradanlığı kutsar. Sıradan bir şehri, sıradan bir insanı, sıradan bir çocuğu uğrunda yaşayıp ölecek kadar seversiniz. Bu tutku, işe de uzatılmalı mı? Uzatılabilir mi? Bazen ama nadiren. Bazıları -iyi ki- Marie Curie olmak için doğmuştur ama çoğu insan dev hayaller kurup, en iyisi olmaz. Olmak da istemez. Aşkı evimize, eşimize, dostumuza, çocuğumuza, insanlığa, inancımıza saklarız. Sıradan işlerimizi neden aşkla kutsayalım? Aslında patronun güzel hatrı için, değil mi?

İş, gün boyunca bizi yıpratmayacak saatlerde, bizi yıpratmayacak şekilde yapılıp, bizi rahat ettirecek kadar gelir getirirse, bu insana neden yetmesin? İşimizi doğru düzgün yapmak bizi neden tatmin etmesin? İşe gittiğimizde günümüzü beraber geçirmekten zevk aldığımız insanlardan aldığımız selam, beraber yediğimiz yemek, içtiğimiz acı kahve, ettiğimiz sohbet neden bize en iyi olmanın verdiğine eşdeğer bir doyum vermesin? Bir hocam demişti ki "bu işi hayatımın merkezine almıyorum. Dünyayı eve gidince güzelleştiriyorum. Mahallemde gönüllü çalışıyorum. Harika bir ailem var." Tanıdığım en mutlu ve en iyi akademisyenlerdendi.

O kadar çok varlığı elzem mesleği eliyoruz, hakir görüyoruz ki aşkla yapılacak iş ararken... Her işin gündelik rutini sıradandır halbuki. Dünyanın en güçlü ülkesini yönetseniz de, gün boyu rapor okumanız, selam vermek istemediğiniz sayısız insana gülümsemeniz gerekir. Bir işe ölüp bayılmadan, sadece para için çalışmakta kötü olan bir şey yok. Kötü olan çoğu işin az ücret alması, çalışma şartlarının çok ağır olması, sömürüye dayalı olması, aşağılanması. Düzeltilmesi gereken bu, bizim negatifliğimiz değil. Bu dünya o işlere az ücret vermeyi, onları sıradan, değersiz diye damgalayarak meşrulaştırıyor. Halbuki dünyayı ayakta tutan sıradan, dürüst, gerekli işlerdir. Gerekli işleri yapmaktan gocunmamalıyız. Yeterli şekilde yaptığınız iş için hakkınız olan parayı istemekten vazgeçmemeliyiz.

İhtiyacımız olan en iyiyi, en başarılıyı, en ayrıcalıklıyı yücelten bir ideoloji değil. Bu düzen bir saadet zinciri, sadece tepedekiler kazanıyor. Geri kalanı da bir hayalle kandırıyorlar. Sıradanı güzel, yaşanılır kılan bir ideoloji lazım bize. Herkes pek çok açıdan sıradandır ve herkes bazı açılardan sıradışıdır ama herkes kendince farklıdır. Sıradanlığın istatistiki olarak doğal olduğunu kabul etmek aynılık, renksizlik istemek değildir. Zorlamadan kendimiz olacağımız bir dünyada, sıradanlığımızı kabul etmek çok özgürleştiricidir kapitalizmin baskısına karşı. İşimize aşık olmadığımız için zerre kadar suçluluk duymamak, hayatımızı işe vakfetmek gerektiği inancını reddetmek, kendimizi tüketene kadar çalışmakla övünmek yerine, kendimize ve insanlara iyi davranmakla iftihar etmek bizi en azından psikolojik baskılardan azat eder. Ayrıcalık ve yükselme peşinde koşmayı bıraktığımızda da kendimizi eşit bir dünya için çabalarken bulabiliriz.

Bazı şeyler laf kalabalığı kalkınca çok basit, çok bariz. İşe mutlu gitmenin ilk şartı aşk değil, kısa mesafede rahat yolculuk etmektir. İşte mutlu olmanın ilk şartı aşk değil, gün boyunca aşağılanmadan, tacize uğramadan, anlamsız, kanunsuz, ahlaksız taleplerle mücadele etmeden işimize yoğunlaşabilmektir. İşten mutlu çıkmanın ilk şartı da, günün sonunda arkadaşlarla buluşmaya çıkabilecek, ailemizle dinlenip eğlenebilecek kadar halimiz, vaktimiz ve paramızın, çocuğumuzun yüzüne kaygılanmadan ve utanmadan bakacak güvencemizin ve huzurumuzun olmasıdır. O zaman tek başımıza oturup işime neden aşık değilim diye sorgulamak yerine, hep beraber iyi ve yaygın toplu ulaşım, gelir adaleti ve iyi ve uygulanır çalışma kanunları talep etmeliyiz…

Çocuklar aç ve işe sürülüyor ve bu yeni değil. İnsanlar mutsuz ve mutsuzlukta nasıl çıkacaklarını bilmeden debeleniyorlar. Bu yeni değil. Bir kişisel gelişim tavsiyesi de benden o zaman. Kişisel gelişimi boş verin. Ancak başarıyı kişisel bir yükseliş hikâyesi, mutluluğu kişisel bir yolculuğun son durağı yerine toplu bir dayanışma hikayesi, beraberce inşa ettiğimiz binalar olarak düşünmeye başladığımızda, ruhlarımız da onarılmaya başlayacak. Açın gözlerinizi ve binbir türlü safsatayla bizden saklanan gerçeği görün. Kişisel mutluluk diye bir şey yok. Bir toplum boğulurken, siz nefesinizi açamazsınız. İçinizde bir sıkıntı var, biliyorum çünkü o sıkıntımız ortak. Mutsuzluğu paylaşıyoruz. Tek bir çare görüyorum, bunu reddedenleri bulun, onlara katılın. Umudu, aşkı ve isyanı paylaşmaya başlayın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi