İslâm ve demokrasi tartışması

İslâmla demokrasiyi örtüşür gören batılı sosyal bilimciler ve İslâm düşünürleri olduğu gibi bunları taban tabana zıt görenler de az değildir gerekçeleri yer yer farklılık gösterse de.

Bir buçuk asır önce başlayan ve halen de güncelliğini koruyan bir tartışma: İslâm ve demokrasi bağdaş(maz)lığı.

Etimolojilerine baktığımızda bir tarafta Yunanca Dimos: halk+Kratos: iktidar yani kısaca halkın iktidarı denilen Demokrasi. Diğer tarafta Arapça Silm-Selm kökünden gelen ve Selamet, esenlik ve barış manalarına gelen İslâm.

İslâm’ın sadece bir yönetim sistemi olmayıp yaşamın her alanına dair söyleyecekleri olan bir "Kâmil Din" olduğu gerçeğini unutmadan her iki sistemin de önlerine düşünürler tarafından epeyce ek ve kavram getirildiğini biliyoruz; Klasik, Kalkınmacı, Koruyucu, Liberal, Sosyal Demokrasi ve Radikal, Ilımlı, saltanatçı, Sosyalist, Demokratik İslâm gibi. Üretilmiş sentezleri sevenler de var: İslâm Sosyalizmi veya İslâmokrasi gibi…

İslâmla Demokrasiyi örtüşür gören batılı sosyal bilimciler ve İslâm düşünürleri olduğu gibi bunları taban tabana zıt görenler de az değildir gerekçeleri yer yer farklılık gösterse de.

Batılı düşünür ve yazarlardan Esposito, Casonova, Bayat, Woll, Filali-Ansary, El Fadl İslam’la Demokrasi’nin uyumluluğunu savunurken; Huntington, Fukuyama, Lewis, Gellner, Tibi, Kedouri, Rowley, Smith, Toynbee vb.leri özellikle lâik ve liberal bir demokrasinin İslâmla bağdaşmadığı görüşündeler. Yaklaşımları büyük ölçüde Demokrasi karşıtı olan İslâmcı düşünürlerin yaklaşımları ile paraleldirler (1).

Hasan el-Benna’dan çok Seyyid Kutub etkisindeki İhvan, Hizbut-Tahrir ve lideri Takiyüddin En-Nebhani, Ercüment Özkan, nasslar karşısında aklı, tarihi tecrübe ve kazanımları red eden katı selefîler (Mesela; El-Makdisi, A.Aziz b.Baz) demokrasiyi batıl görürken, Cemaat-i İslami araştırmacılarının tespit ettiğine göre; Mewdudi önceki demokrasi karşıtlığını sonradan terk edip batıl görmeyenlerin safında yer almıştır. Ama Seyyid Kutub’la "halifesiz ve devletsiz İslâm olmaz" fikrinde birleşirler.

Yine İslâmcı düşünürlerden Cemaleddin-i Efganî, Muhammed Abduh, Hayreddin Paşa (Tunuslu), Abdurrahman Kevâkibî, Reşid Riza, Hasan el-Bennâ, Allâl el-Fâsî, Malik b. Nebî, Mewdûdî, Raşid Gannûşî ve Yusuf Karadâvî, Cabirî, AbdülKerim Suruş demokrasinin siyasi ve sosyal hedefleri bakımından İslam’a aykırı olmadığını, Kur’an ve Sünnet kaynaklarından sapmamak şartı ile savunmuşlar (2). Her iki ana eksenin kırılma noktası "Hâkimiyet" meselesidir. Yani hâkimiyetin halkta mı Halık’ta mı olduğu tartışmasıdır…

Kısacası; Bir yönetim biçimi olarak Demokrasi’ye karşıt olanlar çok az iken lâik bir rejim olarak karşıt olanlar bir hayli fazla.

Dünya Müslüman Alimleri Birliği başkanlığını bu yıl bırakan Yusuf el-Karadavi’ye göre; Demokrasi’yi Allah’ın hâkimiyetine ters bir sistem olarak tanımlamak, Haricîlerin tavırlarına benzemektedir. Hz. Ali’yi "Kuran’ın hakemliğine" çağıran Haricî tavır, Hz. Ali’nin ifadesi ile "kendisinden batıl amaçlanmış hak bir söz" idi ve bugün hâkimiyet eleştirisi ile Demokrasi karşıtlığı Harici yaklaşıma benzemektedir. Dolayısıyla İslâm ile demokrasi, özünde birdir. Ama aynı Karadavi’nin; cihad darbesinde sivil insan kayıplarının caizliği ile ilgili görüşü ise İslâm ve insanlığın temel kriterleriyle çelişir. Hasan El-Benna da particiliğin ümmeti böleceğini iddia eder. Malik B. Nebi ise; İslâmi Demokrasi’yi mümkün görenlerden.

Uzlaşmacı paradigmayı savunan düşünürler, tartışmadaki çıkmazı; meseleyi "Hâkimiyet’in kula mı Yaratan’a mı ait olacağı" şeklindeki dar alana indirgemeden, lâikliği de Batı’nın tarihsel koşullarına bağlayarak aşmaya çalışmışlar.

Peki bu tartışmada Bediüzzaman nerede?

İslamî terminoloji kültürüyle yoğrulmuş cazip tefsirinde Bediüzzaman, demokrasiye değil ama aktüel bir ihtiyaç olarak Lâiklik ve Demokratlık kavramlarına yer vermiştir. "Dindar demokrat" kavramını O üretmiştir. Tarihteki İslâm ve Demokrasi tartışmalarının bir benzeri de Meşrutiyet ve Demokrasi üzerinden gerçekleşmiştir. Bugün bile Meşrutiyete Demokrasi’nin İslâmî terminolojideki karşılığı olarak bakan Müslümanlar-Nurcular olduğu gibi Demokrasi’yi küfür olarak yorumlayanlar da vardır. Sorunun berraklaşması için öncelikle İmam Nursi nam-ı diğerle Seîdê Kurdî’nin Meşrutiyet’ten ne anladığına bakalım:

  1. Meşrutiyet; We emruhum şura beynehum" (3) "We şawirhum fil emr" (4) ayet-i kerimelerinin tecellisidir. (Halk, siyasal alana katılacak ve bunu mesela seçtiği parlamentodaki vekilleri aracılığı ile yapabilecektir.) Ve meşeret-i şer’iyedir. Kuvvete bedel, hayatı haktır, kalbi marifettir, lisanı muhabbettir, aklı kanundur, şahıs değildir. (Burada Şeriat kanunlarından vazgeçmemek şartı ile, meclis sistemi ve kanun devletine atıf vardır. Güç ve iktidarın hakka dayanması şarttır. Kutuplaştırıcı söylem yerine sevgi dili ve fedailiği vardır.)
  2. Hâkimiyet-i millettir. (Yani; despot, totaliter şahıs-parti yerine yönetimde söz sahibi halktır.)
  3. Esas-ı insaniyet olan cüz-i ihtiyarı te’min eder, azad eder. (İnsan, iradesi ile vardır. İşte insanın temeli olan o iradesini özgür kılan Meşrutiyettir.)
  4. Adalet ve meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir. (5) (Meşrutiyet modeline evet diyen yönetimlerin yapması gereken ev ödevleri şu üç başlık altında toplanabilir: Adalet - katılımcı meclis sistemi – güç, kuvet ve iktidarın kanunda toplanması. Buna kısacası kanun-hukuk devleti diyebiliriz. Adalet ise, Hz. Ali’nin savunduğu tam adalettir. Yani; Şahsın hayatı cemaat, örgüt, parti ve devletlerin çıkarı için harcan(a)maz!)

Bediüzzaman’ın "Dindar Demokrat" kavramı ile savunduğu şey, sıradan bir sentez olmayıp Demokrasi’nin seküler yüzüne yöneltilmiş ciddi bir eleştiri ve bu eleştiriye getirdiği çözümlemedir. Yani; ahlâk ve Ahiret gibi koca bir maneviyat yönü eksik olan demokrasi’nin; İnsan hakları, çoğulculuk, halkın idarecilerini seçip denetlemesi, katılımcılık, şeffaflık, yargının bağımsızlığı, kanun hâkimiyeti, hukukta eşitlik, hürriyet ve adalet gibi İnsanlığın ortak değerleri ve mirası diyebileceğimiz kriterlerini savunan ama aynı zamanda inançlı, ibadetine düşkün insanları tarif edebileceğimiz bir kavramdır Dindar Demokrat.

Mesela; Çoğulculuğu ve kanunun egemenliğini savunan dindar bir insanın namazından, başörtüsünden, inancından taviz vermesi gerekmez. Halen Dünya devletlerinin çoğunun seküler bir sistem olan "Demokrasi"yi benimsedikleri gerçeğine, insanlık nüfusunun büyük çoğunluğunun da İlahî dinlere inandıkları gerçeğini eklediğimizde "Dindar Demokrat" kavramının ne kadar gerçekçi hatta sorun çözücü olduğu anlaşılır.

Bu tartışmada çok kavram kargaşasına girmeden, İslâm ve Demokrasi’nin birbirinin alternatifi veya düşmanı olmadığını vurgulamakla beraber illa da Kur’an’a, Hz. Muhammed’e veya Bediüzzaman’a "Hangi İslâm?" Diye bir soru sorulacaksa bunun cevabının "Doğru İslâm" olacağını söyleyebilirim.

İslam Dünyası'nda Tunus Nahda Hareketi ile Türkiye ise AKP ile dindar demokrat bir modeli inşa etme şansını yakalamıştı. 2018'in sonları itibariyle artık bu çok zor gözüküyor en azından şimdiki AKP iktidarı için!


(1) İrfan Ahmed: Monash Ünv. Avustralya, Demokrasi Ve İslam, Terc: Faruk Özdemir, Sos. Bil. Enst. Samsun

(2) Ahmet Ayhan KOYUNCU: İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, cilt:4-sayı:3, 2015

(3) Onların işleri, kendi aralarında şura iledir.(Şura:38)

(4) İşlerinde onlarla istişare et. (Al-i İmran:159)

(5) Saidé Kurdî-Nursi: İctimai Dersler-Reçeteler

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi