İstanbul’un göbeğinde cinayet

Savcılar tweet atanı anında gözaltına alıyor da, Konsolosluk binasında gazeteci öldürenlere karşı pasif hatta mahcup. Hukuk olmayınca, cinayet, katille birlikte soruşturulacak!

Suudi Arabistanlı gazeteci Jamal Khaşogi’nin (Türk medyası meslekdaşımızın adını hemen Türkleştirip Cemal Kaşıkçı yaptı!) Istanbul’da konsolosluk binasında vahşi bir şekilde öldürülmesi, Rahip Brunson’un tahliyesinin gölgesinde kaldı. Türk medyası bu cinayet konusunda dişe dokunur herhangi bir haber yayınlamazken, "Bir Türk yetkilinin açıklamalarına göre’’ ibaresiyle Reuter’s, Washington Post ya da diğer global medya organlarından çeviri ve aktarmalarla yetindi. Oysa ki İstanbul’un göbeğinde üstelik resmi bir mekanda meydana gelen bu cinayet, haber değeri açısından Brunson hadisesinden daha önemli, bu nedenle de global medyada geniş bir şekilde ele alındı. (Bkz. Courrier İnternational, no 1458, 11-17 Ekim 2018).  Khaşogi’nin köşe yazarlığı yaptığı Washington Post gazetesinde bugüne kadar neredeyse her gün en az iki haber, yorum yayınlandı.

Üstelik Khaşogi olayı henüz sonuçlanmadı.

Bu siyasi cinayetin birçok boyutu var.

  1. Önce bir soru: Suudi Arabistan, kendi vatandaşı bir gazeteciyi özel olarak neden Türkiye’de öldürmeyi planladı?

Ankara-Riyad ilişkileri gergin ve olumsuz:

  • Erdoğan Suudi Arabistan’a karşı Katar’ı destekledi hatta Katar’a askeri birlik gönderdi.
  • Erdoğan, Suudi Arabistan’a karşı Müslüman Kardeşleri savunuyor.
  • Erdoğan, son dönemde giderek İran’a yaklaşıyor.
  • Erdoğan ABD’den uzaklaşıyor.
  • Erdoğan, ülkesindeki ekonomik-mali krizle boğuşuyor.
  • MBS olarak anılan Veliaht Prens Muhammed Bin Salman açısından bakarsak, ‘’Bana ve rejimimize muhalefet eden herkesi, her zaman, istediğimiz yerde yok ederiz’’ mesajı var.
  • Cinayet, ayrıca Türkiye’nin güvenli bir ülke olmadığı mesajını vermek için de özel olarak Istanbul’da gerçekleştirilmişe benziyor. Yabancılar, turistler, muhalifler ve gazeteciler kendi konsolosluklarında bile öldürülebilir!

 

  1. Şimdi böyle bir ortamda İstanbul Yeşilköy Havalimanı'na 2-3 saat ara ile iki özel jet ve tarifeli seferle toplam 15 Suudi vatandaşı geliyor. Hepsinin diplomatik pasaportu var. Aralarında bir de Adli Tıp uzmanı var. O tarihte Istanbul’da Suudi Arabistan’ı ilgilendiren uluslararası bir toplantı filan yok. Türk istihbaratı bu kişilerin girişini saptamış. İsimlerini ve Arap istihbarat teşkilatının mensupları olduğunu da belirlemiş. Ancak, bu şüphelileri izlememiş. Belki de Türk istihbaratı 15 kişiyi canlı olarak değil sonradan (Cinayetten sonra) kayıtlardan tespit etti. Ne olursa olsun, bilgi toplanmış ama doğru değerlendirilmemiş. Çünkü açıkça bu kadar kuşkulu bir durum varken, bu kişiler izlense belki de meslekdaşımızın öldürülmesi engellenebilirdi.

 

  1.  1963 tarihli Viyana Sözleşmesi Konsolosluk binalarının statüsünü belirliyor. Bu binaların dokunulmazlığı var. Dolayısıyla Türk emniyet ya da adli makamları bu mekanlara konsolosluk yetkililerinin izni olmadan giremiyor. Ne var ki, dokunulmazlık zırhı konsolosluk binasında adam öldürmeye cevaz vermiyor.

(Bkz). Nitekim, Sözleşmenin 45. maddesi, konsolosluk binalarında  ‘’ağır suç’’ şüphesi olduğunda ülkenin adli makamlarına müdahale hakkını tanıyor. Istanbul Cumhuriyet Savcılığı çok geç bir tarihte inceleme başlattı. Ancak henüz somut bir arama yapılmadı. Çünkü Riyad, konuyu Türk makamlarla ortak araştırmak üzere bir heyet gönderdi. Onlar da henüz çalışmaya başlamadı. Bu arada konsolosluk binası yani cinayet mahalli temizlenmiştir herhalde. Cinayetin, birinci derecede şüpheli ülkenin resmi heyeti ile ortaklaşa araştırılması Riyad tarafından tabi ki memnuniyetle karşılandı.

 

  1. Istanbul Savcılığı önce kayıp sonra cinayet olarak nitelenen olay konusunda aslında başta Suudi Arabistan’ın Istanbul Başkonsolosu ve konsolosluk çalışanları olmak üzere, olayla ilgili yerli yabancı herkesi ifade vermeye çağırma yetkisine sahip. Keza, Ankara, başkentteki Suudi Büyükelçisini Bakanlığa davet edip bilgi almak, nota vermek hatta Başkonsolos ile Büyükelçiyi ‘’İstenmeyen Kişi’’  ilan edip ülkesine gönderme yetki ve hakkına da sahip. Bunların da hiç biri yapılmadı, yapılamadı. (Bkz.)

 

  1. Khaşogi’nin bir süredir temasta olduğu ve olaydan ilk haberdar olan AKP Genel Başkan Yardımcısı Yasin Aktay, olaydan 2-3 gün sonra yaptığı açıklamada Suudi Arabistan’ın çok fazla üzerine gidilmemesi gerektiğini söylemişti. Türk medyası da bu isteğe uydu. Hatta yandaş medyada çıkan yazılarda gazetecinin belki de öldürülmediği, kaçırıldığı, özel uçaklardan birinin Nallıhan semalarında bir süre durduğunu filan yazdı. Cumhurbaşkanı Erdoğan dışında herhangi bir Türk yetkili de konu hakkında Türk kamuoyuna herhangi bir açıklama yapmadı.

 

  1. Ankara-Riyad ilişkilerinin geçmişinde sorun var. Erdoğan rejimi, Arap hanedanlıklarına karşı, onların mali gücü, ticari münasebetler, ABD ile olan ilişkileri ve belki de dini nedenlerle zaaf gösteriyor. Bir önceki Suudi Kralı öldüğünde Türkiye’de Ulusal Yas ilan etmişti Erdoğan. Suudi Kralı Ankara’ya resmi ziyarete geldiğinde, diplomatik geleneklere aykırı olarak Türk Cumhurbaşkanı ve Başbakanı, Kral’ın kaldığı otele giderek kendisini ağırlamıştı.

 

  1. Ankara, cinayet sanki Türkiye’de işlenmemiş gibi, konunun üzerine resmen gitmiyor. İktidar medyasını aracı olarak kullanıyor. Mesajlarını global medya üzerinden veriyor. Erdoğan’ın Türkiye’de gazeteci öldüren 

Suudi rejimine karşı ciddi, kararlı bir tutum takınamaması manidar. Fransız siyasi mizah gazetesi Canard Enchainé, ‘’Arap gazeteciyi savunmak Erdoğan’a kalmışsa vay haline!’’ mealinde bir haber yayınladı. Ankara, işi ABD’ye devretmeye teşne. Ses ve görüntü kayıtları CNN İnternational’a iletilmiş. 

 

  1. 15 kişilik Suudi ekibinin isim listesi hatta pasaport kontrol görüntülerini yayınlayan Sabah  gazetesi, Khaşogi’nin konsolosluk binasında Suudi ekip tarafından sorgulanıp, işkence edilip, vücudu parçalanarak öldürülmesinin ses ve görüntü kayıtlarının Türk yetkililerin elinde olduğu haberi çıkınca afalladı. Çünkü bu ses ve görüntü kayıtlarının varlığı, Türk istihbaratının konsolosluk binasının içini izlediğini kanıtlıyor. Ya da içeriden Türk istihbaratına yakın bir personelin bu kayıtları gerçekleştirdiği ihtimalini gündeme getiriyor. Ne olursa olsun, her iki olasılık da suç teşkil ettiği için Sabah gazetesi kayıtların Khaşogi’nin kolundaki İwatch aracılığıyla saptandığını iddia etti. Ne var ki bu iddia doğru değil. Çünkü İwatch’da kamera yok. Koldaki saat ile gazetecinin cep telefonu arasındaki bağlantı hizmeti İphone uzmanlarına göre Türkiye’de verilmiyor.

 

Hukuk olmayan bir ülkede, tweet yazan bir kişi tutuklanıyor ama gazeteci öldüren bir başkası Savcılığa bile davet edilemiyor. Rahip Brunson, Trump’un baskısıyla tahliye edilirken, Arap gazetecinin katilleri de Riyad’ın baskısıyla soruşturulmuyor.

ABD ve Batı Avrupa’da halkla ilişkiler ve reklam ajanslarına milyonlarca dolar  ödeyip ‘’Reformcu Prens’’ imajı oluşturmaya çalışan MBS’nin maskesi, Khaşogi cinayetiyle darbe yedi.

Hadise, hem Riyad-Ankara hem de Riyad-Washington ilişkilerini zora soktu. Ancak, işin içinde milyar dolarlık silah ticareti olduğu için bir gazetecinin öldürülmesi aslında Batılı egemenlere göre çok da mühim bir gelişme değil.

Ankara ise, Brunson olayından sonra, bu cinayet hadisesi ile de uluslararası kamuoyunda ve global medyada katilleri koruyan, tehlikeli, korkak, ciddiye alınmayan bir başkent kimliğini üstlenmiş oldu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Duran Arşivi