Mazlum Kobane: Türkiye ile barışa hazırız

Mazlum Kobane: Türkiye ile barışa hazırız
'Trump’a hitaben yazdığım mektupta Türkiye’nin kendi Kürt sorununu çözmesi gereğini de vurguladım. Trump bana, bize yardım etmek için gerekeni yapacağına dair söz verdi.'

Suriye Demokratik Güçleri Genel Komutanı Mazlum Kobane, Türkiye ile görüşmeye hazır olduklarını söyledi. Geçmişte Türkiye ile iyi ilişkileri olduğunu vurgulayan Kobani, İdlib'de insani yardım kapsamında Türkiye ortak hareket edebileceklerini, yine Süleyman Şah türbesini eski yerine taşıma konusunda da Türkiye'ye yardım etmeye gönüllü olduklarını kaydetti. 

Kobane, ayrıca Türkiye'nin Kuzeydoğu Suriye Harekatı sonrasında etnik temizliğe giriştiğini ve yerlerinden edilen Kürtlerin artık eski yerlerine geri dönemeyeceklerini söyledi.

Mazlum Kobane, sadece Kürtlerin değil, bölgedeki Arapların da eski bölgelerine dönmeleri durumunda öldürülme riski altında olduğunu kaydetti.

Al-Monitor'dan Amberin Zaman, Mazlum Kobane ile Kuzeydoğu Suriye’de gizli bir yerde görüştü.

Türkçe gerçekleşen ve netlik amacıyla hafif redaksiyondan geçirilen röportaj şöyle: 

"Al-Monitor: En son sizinle Mart 2019’da görüşmüştük. O tarihten beri birçok gelişme yaşandı. Türkiye kuzeydoğu Suriye’nin bazı alanlarını işgal etti. Böylesi bir müdahalenin Suriye’de "ikinci büyük savaşı" tetikleyeceği uyarısında bulunmuştunuz. Türkiye’nin 9 Ekim’de başlattığı Barış Pınarı Operasyonu bölgenizi ne şekilde etkiledi?

Türkiye’nin en son saldırısı halkımıza büyük zarar verdi. Türkiye Suriye’nin bir parçasını daha işgal etti. Kendisiyle birlikte bizim açımızdan terörist dediğimiz grupları getirdi. El Kaide ve radikal İslam gruplarını getirdi. Halkımız yerinden oldu. Ciddi bir demografik değişiklik yaşandı. Etnik temizlik yaşandı. Artık Kürtler o yerlerine geri dönemezler. Dönen öldürülür. Yerlerinden edilen Araplar da dönemiyor. Bizim yönetimimizi kabul edip bizimle yaşadıkları için Türkiye tarafından hain sayılıyorlar, dolayısıyla onlar da dönemiyorlar. Onlar da hedef haline geldiler. Perişan halde evlerinden barklarından uzak, işlerinden güçlerinden uzak kamplarda tutunmaya çalışıyorlar. Ve bir çok Arap sivil de kayıp verdi.

Operasyonel açıdan, askeri açıdan da eskiden sadece bizler ve koalisyon güçleri buradaydık. Şimdi Rusya da geldi. Rejim askerleri de sınıra geldi. Yeni dengeye alışmaya çalışıyoruz. Farklı aktörlerle daha kompleks bir ortamda işlerimizi yürütmek vakit alıyor ve oldukça nazik bir süreç. Ama baş edebiliyoruz.

İran’ın da bu süreçte bir rol oynadığı söyleniyor.

Yok, İran’ın bu meselede herhangi bir rolü olmadı. Doğru değil. Olumlu yandan bakacak olursak, halkımız arkamızda durmaya devam ediyor. Bize güvenleri tam. Bu yönde değişen herhangi bir şey yok. Ayrıca Türk güçleriyle artık herhangi bir temasımız yok ve kalmadı. Rejim askerleri Türkiye ile ortak sınırımızda bulunuyor. Yani bizim yerimizi onlar aldılar. Bu bizim açımızdan olumlu bir şey. Zira sınırdaki varlığımız sürekli aleyhimizde kullanılan bir şeydi. Türkiye sürekli kendi milli güvenliğini tehdit ettiğimizi savunuyordu. Bu bahane artık ortadan kalktı. Bizim ile Türkiye arasında herhangi bir temas noktası yoktur. Sınır boyunca Suriye ordusunun resmi birlikleri var. Ayrıca bize yönelik "Bunlar bölücü, bunlar Suriye’yi parçalamak istiyorlar" bahaneleri de ortadan kalktı. 

İkincisi, dünya kamuoyundan bize doğru akan müthiş bir destek söz konusu. Bu, özellikle ABD Kongresi’nde fark ediliyor. Her iki parti de bizi savundu ve Başkan Trump’ı Suriye’den çekilme kararı nedeniyle itham ettiler. O tarihten bu yana Başkan Trump beni telefonla aradı. Başkan Yardımcısı Mike Pence beni aradı. Bütün dünya artık Kürtleri tanıyor ve bizlere sempati besliyor. Türkiye’nin aksine lobi şirketlerine milyonlarca dolar sarf etmemiz gerekmedi zira davamız haklı bir dava. 

Bir de Rusya’nın buradaki varlığının kuzeydoğu Suriye’deki sorunların çözümüne katkı sağlayacağına inanıyorum. Rusya’nın Suriye rejiminin üzerinde etkisi var ve Suriye’de belirleyici bir rolü var. Ve bu bölgede çözüm yanlısı olduğunu biliyoruz ve tam da bu yüzden rejimle anlaşmamıza büyük katkı sağlayacağını düşünüyorum.

Ama şu ana kadar rejimle olan temaslarınızda -- temas diyorum çünkü anladığım kadarıyla müzakere edilen bir şey yok -- herhangi bir ilerleme sağlanamadı. Ve Rusya, değindiğiniz ağırlığını sizin lehinize henüz pek de kullanmış görünmüyor. Çünkü Türkiye ile de gelişen, derinleşen bir ilişkisi var. Ve sizin ABD ile ilişkilerinizi koparmanız için sanki size Türkiye üzerinden mesajlar yolluyor. Örneğin en son Moskova’da Hakan Fidan ve Ali Memluk’ün bir araya gelmesi ve bunun resmen açıklanması gibi…

Evet, Rusya dengeleri gözetiyor. Rusya kendi çıkarlarını gözetiyor. Türkiye ile özel anlaşmaları var. Diğer cephede de çalıştığını biliyoruz. Rejimle Türkiye’yi yakınlaştırmak istediğini görüyoruz. Bizim Ruslara söylediğimiz şu: "Anlıyoruz, Türkiye’yle ilişkileriniz var ama bu aleyhimize olmamalıdır."

Ama böyle bir ihtimalin, tehlikenin farkındayız. Böyle bir yola girmeleri kendilerine herhangi bir fayda sağlamayacaktır. Çünkü Suriye artık eski Suriye, 2011 öncesindeki Suriye değil. Ve o Suriye’ye geri dönemeyiz. Mesela Adana anlaşmasını ele alırsak artık zor hayata geçirilir. 

Hangi açıdan?

Çünkü Türkiye’nin Suriye’de artık aleni olarak rejime karşı desteklediği muhalif gruplar var. Ve Müslüman Kardeşler’le olan ilişkileri stratejik düzeyde ve bu sadece Suriye’de değil, bütün Ortadoğu için geçerli. Türkiye kolay kolay Müslüman Kardeşler’den vazgeçmez. Ve onlardan vazgeçmedikçe de rejimle anlaşması mümkün değil. Öyle bir açmaz var. Dolaysıyla dediğim gibi Adana anlaşması yeniden canlandırılamaz. Rusya’nın üzerinde çalıştığı bu eksen istediği neticeyi vermez.

Ama Rusya’nın sanki Türkiye ile ilgili hesapları Suriye’yi aşıyor. Temel hedeflerinden biri NATO içerisinde Türkiye üzerinden gedik açarak NATO’yu zayıflatmak. Ve bunun için gerektiğinde Türkiye’ye Kürtler üzerinden havuçlar sunabiliyor, Afrin’de görüldüğü gibi. Yeniden bu gibi bir taviz verme olasılığı var mı? Hele Erdoğan sürekli "Biz Irak sınırına kadar dayanacaktık" ve "petrolü bize versin Ruslar, biz de o gelirle Suriyeli kardeşlerimizin memleketlerine dönmeleri için şehirlerini yeniden inşa edelim" dediği bir noktada… Serekaniye ve Tel Abyad’dan sonra sınırda petrol bölgesi olan ve nüfusu çoğunlukla Arap olan Kahtaniye’yi de ele geçirmek istediği iddia ediliyor. Bu da sanırım sizin bahsettiğiniz Türkiye’nin Kürtlerin sınır bölgesindeki sayılarını azaltma planlarına yönelik iddialarla bağlantılı.

Evet, Erdoğan kendisine öyle bir hedef koydu. Bu planı uygulamak istiyor ve biz bunu ciddiye alıyoruz. Yani kuru gürültü gözüyle bakmıyoruz. Mesela Kobani’yi de almak istediğini biliyoruz. Şimdiki işgal ettiği bölgeyi İdlib’le birleştirme planlarına Kobani’yi engel görüyor. Ve Kobani’yi işgal etmek istiyor. Birleşmiş Milletler’de gösterdiği haritayı uygulamak istiyor. O harita Rojava’dır, başka bir yer değil. 

Buna Rusya izin verir mi sizce?

Ortada bu meseleleri ilgilendiren devletler arası anlaşmalar var. Erdoğan ve Putin arasında imzalanan Soçi anlaşması var. Bir de Ankara’nın ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence ile imzaladığı anlaşma var. Her iki anlaşma da Türkiye’nin bu gibi planlarını, hamlelerini engeller. Biz de her iki anlaşmayı kabul ettik, dolaysıyla biz de bu anlaşmaların bir tarafı sayılırız. Bize soruldu, biz de kabul ettik. Ve bu anlaşmalar çerçevesinde üzerimize düşen her şeyi yaptık. Türkiye ise tam tersi ABD ile olan anlaşması uyarınca demografik değişiklik yapmaması gerekirken yapıyor. Oradaki halkın, etnik ve dini azınlıkların haklarını çiğniyor.

Türkiye’nin herhangi bir yeni macerasını engellemek Rusya ve ABD’nin sorumluluğundadır.

Kaynaklarımıza göre ABD Dışişleri Bakanlığı’ndaki Suriye ekibi Ankara ile aranızdaki ilişkileri yumuşatmak için kontrolünüzde bulunan petrolün bir kısmını Tel Abyad üzerinden Türkiye’ye satmanızı önermiş. 

Amerika bizlere böyle bir öneride bulunmadı. Bizim bakış açımız şu: Petrol tüm Suriye halkına ait ve tüm Suriye halkı petrolden faydalanmalıdır. Kaç yıldır bu petrolü biz kontrol ediyoruz ve bu petrolden Suriye halkının faydalanması için elimizden geleni yapıyoruz. Yani Fırat’ın batısının da faydalanması için. Dolayısıyla Suriye’ye ait petrolün farklı ülkelere satılması ancak Suriye halkının rızası ve Suriye merkezi hükümetinin onayı ile olur.

Ama Trump kuzeydoğuda petrol için kaldığını söylüyor ve bir şekilde petrol üzerinden hak iddia ediyor. ABD petrol şirketlerinin gelmesinden bahsediyor.

Petrol ABD güçlerinin burada kalmaları için bir gerekçe sunuyor. Petrolü DAİŞ’e karşı koruyacaklarını ve DAİŞ’in yeniden toparlanıp sahneye çıkmasını engelleyeceklerini söylüyorlar. ABD güçleri bu strateji doğrultusunda bölgemizde yeniden konuşlanıyor. Bu konuşlanma hâlihazırda devam ediyor. Ancak gerçek şu ki ABD güçlerinin burada kalıp kalmayacaklarına dair net bilgi yok; ne de ne kadar kalacaklarına dair. Oysa DAİŞ’İ yok etmek çok zor. ABD güçlerinin Türkiye sınırından çekilmesi DAİŞ’e nefes aldırdı. Bu sorun aylarla çözülemez. Yıllar alır.

Yani ABD güçleri burada uzun vadeli bulunmalı mı diyorsunuz?

Biz Trump gibi Amerika burada yüzyıllar boyunca kalacak veya başka güçlere karşı bizi korusun demiyoruz. Ama Amerika’nın bize karşı bir yükümlülüğü var. DAİŞ’e karşı birlikte savaştık ve bu müttefiklik bize çok düşman kazandırdı. Örneğin Amerika gelmeden Türkiye ile iyi ilişkilerimiz vardı. ABD’nin Suriye’de adil siyasi çözüme, Kürtler dâhil tüm Suriye halkının bütün haklarının yeni demokratik bir Suriye’de, yeni demokratik bir anayasada garantilenmesine yönelik destek vermesi lazım. 

Tarif ettiğiniz tabloya bir nebze yaklaştık mı?

Eğer sebat edersek bu yıl içinde bir neticeye varma ihtimalimiz var. Amerika’dan öncelikli beklentimiz bu sonuca varmamıza destek olmasıdır. ABD güçlerinin Suriye’den çekilmesi Suriye’de siyasi çözüme endeksli olmalıdır. Petrol ve diğer kaynakların bu temelde bir müzakere aracı olarak değerlendirilebileceği doğrudur.

Petrol ve DAİŞ’ten bahsettiniz ama ABD’nin Suriye’de kalmasına yönelik öne sürdüğü diğer gerekçe ise İran. Ve geçtiğimiz günlerde İran’ın önde gelen komutanı Kasım Süleymani ABD’nin düzenlediği drone saldırısında öldü. Süleymani Suriye’de İran yanlısı milisleri örgütleyen isimdi. İran ise Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın baş destekçisi. Süleymani’nin ölümü Esad rejimini zayıflattı mı? Bu da Rusya’ya Kürtler adına rejimden daha fazla taviz koparma ve rejim üzerindeki nüfuzunu artırma imkânı sunuyor mu? Çünkü biliyoruz ki İran, Suriyeli Kürtlerin hak taleplerine set çekiyor zira kendi Kürtlerinin de benzer taleplerle karşısına dikilmesinden çekiniyor.

Süleymani suikastının şüphesiz Suriye üzerinde etkisi olacaktır. Ve İran’ın etkisini zayıflatacaktır. Hiç beklenmedik bir durumdu.

Siz de ölümüne şaşırdınız mı?

Evet. Ve Suriye’de askeri çözümü savunanlar Süleymani’nin akıbetinden gerekli dersleri çıkarmalıdır. Suriye’de de tek çözüm siyasi çözüm, kaba askeri güç değil.

Çünkü İran yanlısı milisler DAİŞ’e karşı savaşıyordu?

Evet. Ama bu durumun sonuçlarını henüz bizim idaremizdeki bölgede hissetmiş değiliz. Ancak şimdiden Suriye’nin diğer bölgelerinde [rejim yönetimindeki alanları kastediyor] fark etmek mümkün. 

Peki, 9 Ekim’e dönecek olursak, tam olarak neler oldu? ABD’nin bizzat ABD Kongresi tarafından "ihanet" olarak tanımlanan sürecin perde arkasını bize anlatabilir misiniz? Neticede Türkiye’nin 9 Ekim’de başlattığı saldırı öncesinde ABD sizlerle Ankara arasında mekik diplomasisi yürüterek sınır bölgesinden çekilmeniz için bir anlaşmaya varmıştı. Türkiye-ABD ortak devriyeleri yapılıyordu. Sizler de epey esneklik göstererek kimi yerlerde Türk ordusunun 30 kilometre derinliğe kadar girmesini onaylamıştınız. Ne oldu birdenbire? Trump Erdoğan’a tek bir telefon görüşmesinde boyun mu eğdi? 

Erdoğan’ın Trump ile kişisel ilişkileri iyidir. Putin ile de, doğru. Ancak şahıslara odaklanmaktansa büyük tabloya bakmak lazım. Burada olayları belirleyen, devletlerin kendi çıkarlarıdır. Bu halkın bütün dünya için gösterdiği fedakârlığı göz ardı eden, bu ihanetin yolunu döşeyen, ABD’nin, Türkiye’nin, Rusya’nın ve diğer devletlerin çıkarlarıdır.

Türkiye’nin sizlere, yani ABD’nin müttefiklerine saldırması ABD’nin çıkarlarına nasıl hizmet ediyor?

Türkiye bir NATO üyesidir ve Erdoğan bu kartı iyi oynadı, hem Amerika’ya karşı hem Rusya’ya karşı. Amerika Türkiye’den vazgeçmek istemiyor, NATO’dan kopmasını istemiyor. Çünkü böyle olursa Türkiye Rusya tarafına geçer. Dolaysıyla Erdoğan her istediğini yapabildi. Ancak bu gidişat, Türkiye’nin yararına mı değil mi zaman gösterecek.

Buradaki halk Libya’ya odaklanmış vaziyette. Libya’daki gelişmeler adeta Türkiye’nin engellenmeden daha ne kadar ileri gidebileceğinin bir barometresi hâline geldi. Benzer şekilde Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkilerin ve bunların Suriye’deki olası yansımalarının da bir ölçütü haline gelmiş görünüyor.

Türkiye ve Rusya Libya’da bir yeni Astana yaratmak istiyorlar. Ancak başarabilirler mi? Bu epey tartışma götürür. Libya Suriye’den epey farklı. Libya’ya birçok devlet ve aktör müdahale ediyor. Üstelik Astana sürecinin şu ana kadarki seyri göz önünde tutulduğunda Libya halkının bu senaryoya kendi topraklarında izin verebilme ihtimali düşük. Libya’da bulunan diğer devletler de buna yol vermez.

Libya’nın, Rusya ve Türkiye’nin Suriye üzerinde yürüttüğü pazarlıkların bir parçası olduğunu savunanlar var. Rusya’nın, İdlib’de rejimin önünü açması karşılığında Türkiye’ye Libya’da tavizler vermeye hazır olduğu iddia ediliyor. 

Ben tarif ettiğiniz gibi bir durum görmüyorum. Mesele bundan daha büyük. Erdoğan kendisini bölge çapında bir güce dönüştürmek istiyor. Türkiye içerisindeki durumunu güçlendirmek için Libya’yı kullanmak istiyor. Bir hamle yaparak, yani Serrac hükümetiyle askeri ve kıta sahanlığı anlaşması imzalayarak bir aktör hâline geldi. Bunu da elinde bir koz olarak tutuyor. Ama sanırım Libya dosyasıyla ilgilenen diğer ülkeler bu durumdan hoşnut değildir ve bunun karşısında da duracaktır. Türkiye’nin Libya’da işi kolay olmayacak. 

Erdoğan bu durumun farkında değil mi?

Bence ya Erdoğan kendini kandırıyor ya da etrafındakiler onu ya bilerek ya da bilmeyerek yanıltıyorlar. Libya Suriye değil. Suriye Türkiye’nin komşusu, Libya değil. Suriye ve Türkiye arasında ortak sınır var. Libya ve Türkiye arasında yok. 

Türkiye şimdi Suriye’den Libya’ya paralı askerler taşıyarak gücünü onlara dayandırıyor. Bu unsurların Suriye sahasında Türk ordusuyla birlikte savaşma pratikleri var. Türkiye bunları rejime karşı ve Arap şovenliğini köpürterek Kürtlere karşı kullandı. Bu Libya’da yürümez. Ben Libya’ya gönderilen bütün Suriyeli güçleri tanıyorum. Bize karşı savaştılar. Para karşılığında gittiler Libya’ya ama orada dikiş tutturamazlar. Erdoğan’a bu aklı verenler, Suriye dosyasıyla ilgilenen MİT’çiler. Herhalde Suriye’de başarı olarak tanımladıkları adımları, operasyonları Libya’da tekrarlamak istiyorlar.

Hakan Fidan’ı mı kastediyorsunuz? 

Evet, onun ekibi işte. Ama sonuç bekledikleri gibi olmayacak. Libya’ya giden kimi Suriyeli güçlerin şimdiden çözülmeye başladığını duyduk. Bir grup sırf Avrupa’ya iltica etmek üzere gitmiş. 17 kişi Trablus’tan İtalya’ya geçmişler.

Türkiye ile ilişkilerinize dönecek olursak, çok büyük bir kırılma yaşandı, korkunç bir öfke var. Tüm bu olumsuzluklara rağmen sizce Türkiye ile, Erdoğan ile kapıyı aralama, ilişkileri yumuşatma imkânı halen mevcut mudur? Abdullah Öcalan ile devlet arasında barış görüşmeleri sürdüğü esnada sizin de Ankara ile doğrudan temaslarınız oluyordu. Birlikte Süleyman Şah Türbesi’ni DAİŞ’ten korumak üzere Kobane yakınlarındaki yerinden Eşme’ye taşıdınız. Bu sürece Abdullah Öcalan "Eşme ruhu" dedi. Eşme yeniden canlanabilir mi?

Neden olmasın? Yeter ki iyi niyetimiz suistimal edilmesin ve herhangi bir şekilde zafiyet olarak algılanmasın. Türkiye’nin Süleyman Şah Türbesi’ni eski yerine geri taşımak istediğini biliyoruz. Yeni barışçıl iklim çerçevesinde ve iyi niyetimizin karşılığı olması şartıyla Türkiye ile koordineli olarak Süleyman Şah’ı yeniden eski yerine götürüp türbenin yeniden inşası için yardımcı olabiliriz.

Buna benzer başka iyi niyet adımlarını da değerlendirebiliriz.

Bildiğiniz gibi saldırı altında olan İdlib’deki sivil halka bir çağırıda bulunduk. "Bölgemize gelin, sizlere kapılarımız açık" dedik. Dört milyona yakın Suriyeliyi barındıran Türkiye’nin rejimin artan saldırıları karşısında İdlib’den kaçacak bir milyondan fazla sivil insanın Türkiye sınırına yığılma ihtimalinden ne denli ürktüğünü biliyoruz. Bu çağırımız çerçevesinde hem Suriye halkına hizmet etmiş oluyoruz hem de Türkiye’nin potansiyel yükünü hafifletmiş oluyoruz. Gene bir iyi niyet adımı olarak olası bir göç dalgasına yönelik Türkiye ile insani temelde işbirliğinde bulunabiliriz. Sonuçta biz bu meseleye her şeyden evvel insani pencereden bakıyor, insani görevimiz olarak sayıyoruz. Biz böylesi bir açılımı halkımızın için de faydalı görürsek, bölgede barış ve istikrara hizmet edeceğine inanırsak -- ki bu bizim önceliğimizdir -- neden olmasın? Yeter ki Türkiye iyi niyetli olsun ve tekrarlıyorum bu adımları bir zaaf olarak görme yanılgısında bulunmasın. 

Kürtler DAİŞ’in sözde hilafetini yıkarak Türkiye’ye de büyük bir iyilik yaptı. DAİŞ Türkiye sınırında varlığını sürdürerek Türkiye içerisinde kanlı saldırılar düzenledi. Türkiye ile DAİŞ’e karşı işbirliğiniz olabilir mi?

Türkiye devleti geçmişte DAİŞ’in Türkiye içerisindeki faaliyetlerine çok kolaylık sağladı. Bizim kendi istihbari bilgilerimize ve sorguladığımız IŞİD liderlerine göre şu anda Türkiye’de hâlâ IŞİD hücreleri mevcut. Ve halen giden gelen IŞİD’ciler de Türkiye üzerinden gidiyor. Yabancı savaşçıların tümü nasıl Türkiye üzerinden geldiyseler gene Türkiye üzerinden kaçıyorlar. 

Bu da Türkiye devletinin IŞİD’le hâlâ gizli veya zımni bir mutabakatı olduğuna işaret ediyor. Bildiğiniz gibi Türkiye IŞİD’i ilk bize karşı kullandı. Ardından IŞİD’i bahane ederek Türkiye Suriye topraklarını işgal etti. Bunların tümü bir gün Türkiye’ye bumerang etkisi yaratacak. Tehlike büyük. Eğer Türkiye bizimle işbirliği konusunda samimi olursa elimizdeki istihbaratı Türkiye ile paylaşmaya hazır olabiliriz. Ne var ki Türkiye’nin IŞİD’i ele alma biçimi herkesten farklı.

Türkiye’ye ilişkin sorunun bir parçası da sanki şu: Türkiye kendi Kürt sorununu sizinle olan ilişkilere endeksliyor. Bu da bir açmaz yaratıyor. Örneğin Türkiye ile PKK arasındaki barış sürecinin 2015’te çökmesinin bir sebebi, Türkiye’nin sizlerin Suriye’deki muhalefete katılıp rejimi yıkmalarına yardımcı olmanız ve TSK’nın sizlere saldırmaması karşılığında PKK’nın silah bırakması dayatması olduğu biliniyor. Sizce yönetiminizin bir yandan Şam’daki rejimle müzakerelerini sürdürürken beri yandan mütevazı hedefler koyarak Türkiye ile doğrudan ilişki kurması daha kolay olmaz mı? 

Her şeyden önce Türkiye ve Suriye’deki Kürt sorunu iç içe geçmiştir. Hatta Başur’daki [Irak Kürdistanı] Kürtler de buna dâhildir. Bunları birbirlerinden ayıramayız. Türkiye’de ne zaman barışa yönelik bir adım atılsa bunun olumlu yansımaları Rojava’da da hissediliyor. Benzer şekilde Türkiye’nin Rojava Kürtlerine yönelik herhangi bir jesti Türkiye’deki Kürtler arasında pozitif şekilde etki ediyor. Tersi de geçerli. Türkiye Kürtlere yönelik düşmanca adımlar attığında sınırın her iki yanında da olumsuz neticeler doğuruyor. 

Biliyorum ki Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye ile bizim aramızda barışın sağlanması için aracı olmak istiyor. Başkan Trump ilk telefon görüşmemizde bana dedi ki "Erdoğan ile konuşacağım ve Suriye’deki sorunu çözmemiz gerekiyor." Ben de cevaben "Elbette, lütfen çözünüz. Türkiye ile aramızdaki sorunları çözmek istiyoruz" dedim.

Eğer bunu başarırsak bu, elbette Türkiye’deki Kürtlerin de durumunu kolaylaştırır ve Türkiye’deki kamuoyunu da barış zeminine doğru yeniden çekebilir. Trump’a hitaben yazdığım mektupta Türkiye’nin kendi Kürt sorununu çözmesi gereğini de vurguladım. Trump bana, bize yardım etmek için gerekeni yapacağına dair söz verdi. 

Tekrar ediyorum, biz Suriye Demokratik Güçleri olarak, YPG olarak geçmişte Türkiye ile doğrudan görüştük ve yeniden görüşmeye hazırız. Biz barış istiyoruz.

Ancak bunların hiçbiri ne Türkiye’yi Suriye’deki Kürt sorununun çözümünden sorumlu kılar ne de bizleri Türkiye’nin Kürt sorununun çözümünden sorumlu kılar. Geçmişte defalarca söyledik ve tekrarlıyorum: Biz Türkiye’deki savaşın bir tarafı değiliz. Buradaki Kürt sorunu ise Suriye’nin iç sorunu. Ve Suriye’de dahli olan ülkelerin destekleriyle -- ki Türkiye de bunlardan biri -- bu sorunu çözebiliriz. Ama sonuçta bu sorunun Şam’daki merkezi hükümet ile aşılması gerekiyor. Hepimiz Suriyeliyiz ve bu sorunu birlikte çözebileceğimize inanıyorum.

Öcalan 20 yıl boyunca Suriye’de yaşadı. Teorik olarak onun da bir katkısı olabilir mi?

En son [Mayıs 2019’da avukatları aracılığıyla "Türkiye’nin güvenlik kaygılarını kâle alın" mealindeki] açıklamasında buna işaret etti, biz de destekledik.

Suriyeli Kürt muhalefetiyle ilişkilerinize değinecek olursak, ENKS bileşenleriyle başlattığınız bir diyalog süreci var. Nasıl gidiyor?

Kürtler arası birlik son derece kritik bir meseledir, özellikle de Rojava’da. Aramızdaki sorunları çözmeye yönelik başlattığımız yeni bir süreç var. Ve kimilerinin iddia ettiği gibi bu, son dönemde yaşadığımız olumsuzluklar veya sözde zaafımızdan kaynaklanmıyor. Biz Suriye Demokratik Güçleri olarak askeri bir gücüz. Bugüne kadar Şam ile görüşmelerimizde buradaki özerk yönetim ve PYD tarafından temsil edildik. Biz diyoruz ki Kürt partilerinin tümü tarafından temsil edilelim. Bu doğrultuda ENKS dahil bütün Kürt partileriyle bir araya geldik. "Hazırız" dediler. Kimse teklifimizi geri çevirmedi.

Ama ENKS birtakım güven artırıcı adımlar talep etti. Biz de olumlu karşıladık. Rojava’da özgürce çalışmak ve örgütlenmek istiyorlar. Bunu yapabiliyorlar. Tüm siyasi tutukluların serbest bırakılmasını istediler. Bırakıldılar. Geriye kalan kayıp kişiler dosyası var. Bu kategoride sekiz kişi var. Bunların yedisi sekiz yıl önce kayboldu. Yeni bir olay değil yani. Özerk yönetim ve Suriye Demokratik Güçleri kurulduğundan beri kimse kaybolmadı. Suriye’nin geri kalanında kaybolan binlerce insanı göz önünde tuttuğumuzda bu, gerçekten büyük bir başarı. Bir ENKS üyesi hariç 2014’ten bu yana tek bir kişi bizim kontrolümüzdeki alanda kaybolmamıştır. O kişinin kaybolmasıyla ilgili failleri de tespit ettik. Soruşturmamız sürüyor. 

Geçmişte de Başur’daki yönetiminin arabuluculuğuyla ENKS ile [hayata geçirilemeyen] üç ayrı anlaşma imzaladığımızı da ayrıca not etmek isterim. ENKS’nin gündeme getirdiği sorunlar biz kurulmadan masadaydı ve bu manada geçmişte imzalanan anlaşmalar için olduğu gibi gelecekte varılacak bir anlaşmaya da engel teşkil etmiyorlar.

Engel teşkil eden nedir peki?

ENKS’nin bünyesinde farklı gruplar var. Burada bizimle birlikte yaşayıp faaliyet gösterenler açısından sorun yok. Halkımızın esenliği için bizimle birlikte hareket etmekte beis görmüyorlar. Ama yurt dışında, özellikle Türkiye’de bulunanlar karşı koyuyor. 

Geçmişte olduğu gibi Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi onları ikna edemez mi?

Edebilir. Bu konuyu özellikle kardeşim [Irak Kürdistan Başkanı] Neçirvan Barzani ile görüştüm ve yardımcı olmayı kabul etti. Kak [kardeşimiz] Mesut Barzani de bu yönde olumlu açıklamalarda bulundu. Kanaatimce daha fazlasını yapabilirler. İsteseler ENKS’deki tüm grupları ikna edebilirler.

Ve ilk sizin aracılığınızla açıklıyorum, bu yıl Rojava’nın birliği üzerine konferans düzenliyoruz.

Ne zaman?

Düzenleyeceğiz. Rojava’daki partilerin çoğu buna hazır ve katılmayı kabul etti. Umudumuz o ki ENKS de katılsın.

ENKS ile ilgili sorun kısmen de onların Suriye muhalefetinden kopma talebiniz değil mi?

Öyle bir talebimiz yok. Tam tersi Suriye muhalefeti onların bizden uzak durmasını talep ediyordur. Biz onların [BM güdümündeki] Cenevre görüşmelerinde masada kalmalarını istiyoruz ki Kürtler adına da bir şeyler halletsinler.

Peki ENKS’ye bağlı Roj Peşmergeleri? Onlar da masada mı?

Onlar artık herhangi bir sorun teşkil etmiyorlar. Bizim komutamız altında olup olmamaları fark etmiyor. Suriye Demokratik Güçleri çok büyük bir güç.

Kaç kişisiniz?

Asayiş kuvvetleri dâhil 100 bini aşkın kişiyiz.

Maaşları kim ödüyor?

Özerk yönetim ödüyor.

Amerika, Suriye Demokratik Güçleri’nin maaşlarını ödemiyor muydu?

Geçmişte öyleydi. Maaşların bir kısmını ödüyordu. Katkıları genel bütçemiz çerçevesinde cüzi bir rakam. 

Duyduğumuza göre son dönemde askeri komutandan ziyade diplomatlığa soyundunuz. Cenevre’ye gittiniz, Dubai’ye gittiniz. Körfez ülkeleriyle ilişkilerinizi anlatabilir misiniz?

Bu ilişkiler konusunda genel konuşacağım. Arap ülkeleriyle iyi ilişkilerimiz var. Mısır’la iyi siyasi ilişkilerimiz var ve Kahire Kongresi’ni düzenlemek için birlikte çalışıyoruz.

Kahire Kongresi nedir?

Suriye krizini çözmeye yönelik kuruldu. Yeni bir oluşum değil. Geçmişte biz de yer aldık ama başarılı bir tecrübe olmadı bizim açımızdan. Bu kez tam teşekküllü katılacağız.

Suriye Demokratik Güçleri Kahire’de temsilcilik açmış?

Doğru. Özetle Körfez dâhil Arap ülkeleriyle iyi ilişkilerimiz var. Bu temasların önemli bir ayağı DAİŞ’e karşı ortak mücadele ve istihbarat paylaşımına dayanıyor. Ve altını çizerek söylüyorum herhangi üçüncü bir ülkeye ve özellikle Türkiye’ye karşı yürütülen ilişkiler değil. Suriye neticede Arap ülkesi ve diğer Arap ülkeleriyle birlikte buradaki savaşa çözüm arayışında bulunması doğaldır.

Son olarak DAİŞ tutukluları ve aileleri var. Sizin için çok ağır bir yük. Vatandaşı oldukları ülkelerin onları geri almalarına ilişkin çalışmalarınızda bir ilerleme var mı?

Bu, siyasi bir konu ve hiçbir ülke üzerine düşeni yapmıyor. Örneğin Irak, El Hol kampında 30 bin Irak vatandaşı var. Ve geri alınacaklarına dair verdikleri söze rağmen Irak hükümeti tek bir tanesini henüz almış değil. Iraklı tutuklular var. Onları da almadılar. Yani burada tek sorun çıkartan Avrupa ülkeleri değil.

Peki, Türkiye’nin bu konudaki tutumu nedir? Çok sayıda Türkiye vatandaşı DAİŞ savaşçısı ve aileleri var?

Kobane: Yüzlerce. Ama Türkiye bu meseleyi ciddi bir şekilde bizimle ele almış değil. Alırsa eğer işbirliğine hazırız. Elimizde 12 bin DAİŞ tutuklusu var, bir de on binlerle saydığımız aileleri. Bu sorun böyle bölük pörçük kapalı kapılar ardında gizli anlaşmalar yaparak ve bizlere gizli teşekkürler sunarak çözülemez. Tekrar ediyorum, mesele siyasidir. Bu insanlar halkımıza yönelik suçlar işlemiştir ve onları yargılamak bizim hakkımızdır. Ama bunun için siyasi desteğe ihtiyacımız var ve siyasi muhatap olarak kabul edilmemiz gerekir. Şu ana kadar herhangi bir ülke bize bu şekilde yaklaşmadı. Bu savaşçıların buradaki varlığı DAİŞ’e güç katıyor, ilham veriyor. El Hol kampı bir nevi DAİŞ karargâhı olarak çalışıyor. Dolasıyla bu tutuklular meselesi siyasi bir sorun olarak ele alınmalıdır. Özerk yönetim ve Suriye Demokratik Güçleri muhatap alınmalıdır.

Bu talebiniz DAİŞ tutuklularını siyasi meşruiyet karşılığında koz olarak kullandığınıza dair eleştirilere neden oldu.

Buna benzer iddialar Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov tarafından dillendirildi. DAİŞ tutuklularını para karşılığında saldığımızı iddia etti. Bu doğru değil. Rus yetkilileriyle Rusya uyruklu DAİŞ savaşçıları ve aileleri konusunda yakın işbirliği içerisindeyiz. Şu ana kadar 70 tane Rus uyruklu savaşçı teslim ettik kendilerine. Bu insanlar, dünyanın dört bir ucundan, Avrupa’dan, Asya’dan gelip bize karşı suç işlediler ve bize karşı savaştılar. Biz de onlara karşı direndik. Dünyanın halkımıza, özerk yönetimimize ve Suriye Demokratik Güçleri’ne fedakârlıklarından ötürü kocaman bir minnet borcu var.

Öne Çıkanlar