Nefrete dönüşen inkâr!

AKP ve müttefikleri yıllardır sürdürülen yok sayma, inkâr etme aşamasından artık nefret etme noktasına vardırmak istiyor giderek ağırlaşan Kürt sorununu.

Dicle Talebe Yurdu Müdürüdür Musa Anter. Yıl 1943. Bir gün yaka paça gözaltına alınır.

Emniyetten içeri girer girmez üç-beş polis, bir de komiser, Anter’in üzerine çullanır; küfür, tekme, tokat…

Sebebini soran Anter’e "Ulan hain oğlu hain. Kusurunu bilmiyor musun?" der.

"Hayır bilmiyorum" deyince komiser sorar:

"Radyonuz yok mudur?"

"Var."

"Peki pikabınız?"

"Var."

Çılgına dönmüştür komiser. Bağırır:

"Peki, it oğlu it, bu kadar güzel Türkçe plak varken ne bok yemeye yurtta Kürtçe ıslık çalıyorsunuz?"

Sanmayın ki bu kafa 1940’lı, 50’li yıllarda kaldı.

Daha geçen gün Mezopotamya Ajansı muhabiri Ahmet Kanbal "ıslık çalarak örgüt propagandası" yapmak suçundan gözaltına alındı Mardin’de.

Geçen sene de "Kürtçe ıslıkla marş çaldıkları" gerekçesiyle Dicle Üniversitesi’nde okuyan 12 öğrenci hakkında 27 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açılmıştı Diyarbakır’da.

Belli ki "Kürtçe ıslık suçu"nun geçmişi yıllar önceye dayanıyor ve günümüzde de sürüyor.

Bu ayın 11’inde HDP Bismil İlçe Örgütü ile Bismil Belediye Meclis üyeleri arasında halı saha maçı vardır. HDP İlçe Eş Başkanı Refai Baran maç sırasında çekilen toplu bir fotoğrafı sosyal medya hesabından "Bismil Belediyesi HDP Yönetimi-Bismil Meclis Üyeleri" başlığıyla paylaşır.

Baran hakkında "örgüt propagandası"ndan soruşturma başlatılır. Çünkü Baran’ın üzerindeki formada "Kürdistan" yazmaktadır.

Daha geçen gün Yapı Kredi Yayınları tarafından basılan 17. yüzyıl gezgini Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’ndeki "Kürdistan" ifadesinin sansürlendiği ortaya çıktı. Kitabın orijinal metninde yer alan "Kürdistan" sözcüğü sansürlenerek "Kürt diyarı"na dönüştürülmüştü.

Bir hafta önce de Brezilyalı yazar Paulo Coelho’nun Can Yayınları tarafından basılan "On Bir Dakika" adlı romanındaki Kürdistan sözcüğünün sansürlendiği anlaşılmıştı.

İzmir Kadıfekale’de kurulan Pagos Üretici Pazarı’nın geçtiğimiz hafta sonu açılışı vardı. Konser için çok dilli bir repartuar hazırlamıştı İzmir Müzisyenler Derneği; Kürtçe, Arapça, Gürcüce, Boşnakça, Rumca, Ermenice, Çerkezce, Lazca, Farsça, Azerice, Makedonca…

Ancak belli ki İzmir Büyükşehir Belediyesi’nden bir işgüzar gelip "Kesinlikle Kürtçe şarkı çalmayacaksınız" diyor. Dernek Başkanı Oktay Çaparoğlu da bu girişimi sosyal medya hesabından duyuruyor.

"Diğer dillere izin var fakat Kürtçe kesinlikle yasak. Anadil temel bir hak ve özgürlüktür. Yasak, baskı, inkâr ve asimilasyon politikaları zaten bu ülkeye gereğinden fazla zarar verdi, enerjisini tüketti."

Neyse ki İzmir’in Tunç Soyer gibi demokrat bir büyükşehir belediye başkanı var. Belediyeden arayıp o işgüzar görevlinin ayıbını örtmüş, işi "yanlış anlama"ya bağlamışlar.

Trabzon’da önceki gün yaşanan olay "Kürt fobisi"nin ne denli çılgınlık boyutuna vardığını göstermesi açısından ibretlikti.

Uzungöl’de Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nden gelen dokuz kişi üzerinde "Kürdistan" yazılı atkı ile fotoğraf çektirmeye kalkınca çevredeki ahalinin linç girişimine maruz kaldılar.

İşin daha ilginç yanıysa linç girişiminde bulunanlar değil, saldırıya uğrayan Irak uyruklular gözaltına alınıp sınır dışı edildiler.

Irak Anayasası’nda bile "Kürdistan Bölgesel Yönetimi" diye adı açıkça yazılıdır ve saldırıya neden olan atkının üzerindeki de Kürdistan’ın resmi bayrağıdır. Türkiye Cumhuriyeti devleti Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni resmen tanımıştır.

Haydi diyelim taşranın sıradan ırkçıları-faşistleri bu gerçeği bilmiyor. Trabzon’un valisi, savcısı da mı bilmiyor bu gerçeği ve Irak uyruklu turistleri önce gözaltına alıp sonra sınır dışı ediyorlar.

Artık "Kürt düşmanlığı"nın, "Kürt fobisi"nin AKP devletinin de tahrik etmesiyle geldiği nokta tam da budur.

Zaten uzun süredir sadece Türkiye’nin sınırları içersindeki değil, dışarısındaki Kürtlere de düşmanlık AKP iktidarı eliyle besleniyordu.

Kimse kendini kandırmasın. Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesinin, bugün de komşu bir ülkenin topraklarını işgal etmesinin, hatta rüşvet verir gibi S 400 almalarının temel nedeni devlet olma anlayışına damgasını vuran "Kürt fobisi"dir.

Artık bu fobi öylesine büyük bir çılgınlığa dönüşmüştür ki, Kürdistan emniyetinin topraklarında suç işlediğini iddia ettiği bir kişinin servis ettiği görüntüsünde yer alan Kürdistan bayrağı bile bazı medya kuruluşları tarafından sansürlenerek, kesilerek, buzlanarak yayınlanmıştır.

Geçen gün yargılandığı davada Selahattin Demirtaş savcının tutanakta Kürdistan ve Kürt sözcüklerinin baş harflerini küçük yazmasını eleştirerek adeta kendini yargılayanları mahkum ediyordu:

"Ben bu ülkede halen Kürt ve Kürdistan demenin terör propagandası sayılmasını hakaret olarak görüyorum… Kürdistan ve Kürt kelimelerini kullanarak tek bir hüküm kurarsanız mahkemeniz hakkında suç duyurusunda bulunurum… Benim Kürtlüğümle alay edildiğinde kusura bakmayın tepemin tası atıyor. Kürdistan kelimesini kullandım diye beni terör propagandasıyla suçlayanları gördükçe benim de tepemin tası atıyor… Etnik kimliğiniz, inancınız, mezhebinizle alay edildiğinde, yok sayıldığında ne hissedersiniz? İnsanın onuruyla ilgili bir mevzudur bu."

Devlet olma anlayışında var olan "Kürt fobisi"ni ve "Kürt düşmanlığı"nı bu topluma enjekte etmeye, yurttaşların bir bölümünü etnik bir kökene düşman olmaya çalışmak bu coğrafyada yaşayan insanlar arasında onulmaz yaralar açar.

AKP ve müttefikleri yıllardır sürdürülen yok sayma, inkâr etme aşamasından artık nefret etme noktasına vardırmak istiyor giderek ağırlaşan Kürt sorununu.

Ama unutulmasın ki inkâr etme süreci de nefret etme süreci de bu ülkenin utanç sayfaları arasında yerini en kısa sürede alacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi