‘Ortak vatan, demokratik Türkiye' mücadelesi Kürd meselesini gölgeliyor'

‘Ortak vatan, demokratik Türkiye' mücadelesi Kürd meselesini gölgeliyor'
'Kürdler, Kürd kalarak da demokratik mücadele verebilir. HDP’li Türkler, Kürd meselesi çözülmediği sürece Türkiye’ye demokrasinin uğramayacağını bilecek durumdalar.'

Jinda ZEKİOĞLU


Gazeteci Faysal Dağlı’nın yıllar evvel Brakuji üzerine yazdığı kitabın arka kapağında "Dünyada çok az ulusun diline kardeş öldürmeyle ilgili deyimler yerleşmiştir. Ve dilinde kardeş katilliğiyle ilgili deyimler barındıran talihsiz ulusların uzun süre 'iflah olmadığı' tarihin engin deneyimiyle kanıtlanmıştır" cümleleri yer alıyor.

Dağlı ile sohbetimiz, bu cümlelerinin ötesinde Kürd meselesini dert ediniyor. Kürd medyasından, Türkiye siyasetine, sansürden bağımsız gazeteciliğe, HDP’den Güney siyasetine değin geniş bir yelpazede konuştuk. 

Zamanında, Abdullah Öcalan’dan Celal Talabani’ye, Şêx İzeddin Hüseyni’den Kerim Ahmed’e birçok siyasetçi ile röportajlar yapan Faysal Dağlı, Kürt siyasetinin bugününü bakın nasıl yorumluyor.

- Birkaç yıl önce yayına hazırladığınız bir gazetenin çıkış amacını ifade ederken, 'Kürdistan'ın 4 parçasını birbirine yakınlaştırmayı hedefliyoruz' demiştiniz. Neden uzak sizce? Hadi Bakur/Kuzey, Başur/Güney için onlarca argüman sıralanabilir. Ya Rojhilat/Doğu ve Suriye savaşı öncesi Rojava/ Batı'ya koyulmuş mesafe... Sebebini neye dayandırıyorsunuz?

Kürdistan’ın parçalanmışlığı, her bir parçanın yaklaşık 100 yıldır, farklı gelişim seyri gösteren, farklı ideolojik, siyasal ve kültürel tandansları olan rejimlerle yönetilmesi ve topraklarımız arasına gerilen demir perde; toplumumuzu birbirinden yeterince uzaklaştırmıştır. Lehçeler, dinler, inançlar, farklı boyutlarda gelişen tarihsel dinamikler de cabası.

2000’li yıllara girilirken, satalit, internet, sosyal medya ve komünikasyonun gelişmesi, diasporada Kürdlerin tanışması bu demir perdeyi epeyce araladı. Irak, Suriye ve Türkiye’de Kürd hareketinin kazanımlarının, mücadelenin ambiyansının da etkisi ile birbirimize dokunur hale geldik. Kuzey-Güney ilişkileri, ticaret, işçi göçü, turizm gelişti. IŞİD savaşındaki ulusal dayanışma, Kobanê direnişi, referandum, Afrin işgali gibi motivasyonlar ortaklaşmayı güçlendirdi.

Gelinen noktada bunu engellemek için TC, Afrin’den Kars’a kadar Kuzey’in diğer parçalar ile ilişkisini kesecek bir duvar örüyor. İran/Türk devleti sınır aşırı ticaret yapan Kürdleri sistematik olarak katlediyor. Keza Güney hükümetinin Rojava’ya uyguladığı fiziki engeller ve Kürd siyaseti arasındaki görünür/ görünmez bariyerler de söz konusu. Sonuçta Kürdler arasındaki ruhsal, siyasal, kültürel, fiziksel uzaklık epeyce azalmıştır. Ve bu mesafenin, uzaklığın aşılması, Kürdler arasında güçlü kalıcı köprüler kurulması sadece siyasetçilerin değil, gazetecilerin de yükümlülüğüdür.

Gazetecilik yaşamına başladığım ilk zamanlardan itibaren Kürdistan’ın tüm parçalarını bir gazete, TV veya haber ajansı üzerinde birleştirmek gibi bir hayalim vardı. Mesleki bağlamda yaptığım tüm işlerin mayasında da bu düşünce yatıyor. Bu nedenle Kürdistan'ın tüm sosyal gruplarına hitap etmeyi amaçlayan medya etkinliklerinde, kuruluşunda yer aldım.

"KÜRT BASINI ÖZGÜR OLDUĞU ORANDA YURTTAŞI DA ÖZGÜR OLABİLİR"

- Kürd medyası da benzer şekilde bundan etkileniyor bence. Kuzey ve Güney Kürdistan medya organları arasında, merkez medyalarına olan husumetin bir benzerini görüyoruz. Medyanın mevcut husumeti körüklemek yerine, durumu şeffaflaştırmak ve eğer taraf olmayı arzu ediyorsa -ki olabilir- şeffaflaştırarak taraf olmayı denemesi gerekmez mi?

‘Kürd medyası’ kavramını Kürdistan’daki partilere yakın yayın yapan kurumlar olarak algılıyorum. Evrensel standartlarda gazetecilik; partiler üstü ve kamu yararına olmak durumundadır. Kürd siyasi partiler; en büyük yayın tekellerine, propaganda araçlarına sahipler. Ancak kullanılan dil, haber anlayışı, standartlar, ilkeler ve ilişkilere bakıldığında, evrensel normlarından hala uzak olduğu söylenebilir.

Kürd gazeteciler siyasi partilerin rekabetinin uygar ve demokratik usullerle yapılması konusunda çaba sarf etmelidir. Kamuoyunun haber alma-verme/fikir özgürlüğü için bugün artık bilmem kaçıncı güç denilen basın; sosyal adaleti korumak için var olmalıdır. Kürd gazetecilerin hep hatırlaması gereken şey; Kürdistan’da insan haklarını, hukukunu garanti altına alan, yasalarla koruyan ve işleyen bir hukuk mekanizmasının olmamasıdır. Demokratik ülkelerde de birbirleri ile rekabet eden siyasi partilere yakın medya vardır. Ancak basın özgür olduğu oranda, yurttaşı basın üzerinden işlenen suçlara karşı koruyan güçlü yasalar da vardır. Oysa Kürdistan’da basın özgürlüğü ve basın suçlarından koruyan yasalar uygulanmamaktadır. Bir yurttaş hakkında yayınlanabilecek yalan, sahte belgelerle bir itibarsızlaştırmanın dava edilebileceği bir hukuki makam yoktur. Sosyal medya ise yoğunlukla siyasi holiganların kontrolsüz bir suç batağına ve trol arenasına dönüşmüştür. Bu durumlar gazeteci sorumluluğunu çok daha arttırmaktadır.

- Kürd medyasının tarafları, kime, neye sansür uyguluyor?

Genel olarak aynı fikirde olunmayanlara uygulanan bir yok sayma tavrının yanı sıra, dünyada sıkça rastlandığı gibi kendi gerçeklikleri ile uyuşmayan gelişmeleri görmezden gelme kural haline gelmiş durumdadır. Ancak bundan daha tehlikeli ve özgün olan, süreğen asimetrik medya savaşlarının toplumun sağlığını bozmasıdır.

Mevcut medya halen alternatifsizdir. Sömürge Kürdistan’da serbest milli pazar, sermaye birikimi güçlenmediği için partiler üstü ulusal bir medya sektörü de oluşmadı. Kürd medyası olgusu siyasi yayın etkinlikleri şeklinde gelişti.

Dijital devrim ile bu alanda seçenekler çeşitlenmesine rağmen özel/bireysel medya henüz alternatif olamamıştır. Bireysel özgürlük alanları büyüdükçe siyasi monopol geriliyor, ancak periyodik ve ‘özgür’ yayıncılık yapabilecek gazeteci kolektiflerinin veya sivil inisiyatiflerinin gelişmemesi, uluslararası medya destek fonlarından faydalanılmaması sorunu da devam ediyor. Dijital çağda hükümetlerin, örgütlerin uzağında yayın yapan kişisel girişimler, internet platformları, sosyal ağlar, küçük medya organları henüz geniş kamuoyunu etkilemekten uzaktırlar. Tüm bunlar örtülü de olsa sansür uygulamasını kolaylaştırıyor.

- Ya Kürt gazeteciler, bizler de otosansürden nasibimizi almıyor muyuz?

Hem de ciddi oranda! İşgal altındaki ülke insanlarının hassasiyetleri ile gerçeklerle güçlenen demokratik şeffaf toplumların hassasiyetleri arasında ciddi farklar vardır. Şiddet ve baskının sürdüğü toplumlarda moral-motivasyon olguları gerçekleri ifade etmek güdüsünden daha korumacı ve daha güçlüdür. ‘Gerçek aleyhimize bile olsa ondan korkmamalıyız’ anlayışı ancak güven içindeki toplumlarda kök salabilir.

Bu nedenle savaş girdabındaki toplumların ve Kürdlerin de kimi zaman özel ve genel ortamlarda konuştukları farklı olabilmektedir. Baskı, gazetecilere, düşünürlere en basitinden ‘kol kırılsa da yen içinde kalmalı’ salığı vermektedir. Adaletsizlik hissi içindeki Kürdler kendi aleyhlerine olabilecek konuları kamuoyu önünde tartışmaktan, ifşa etmekten bazen sakınmaktadır.

Bu anlamda kimi zaman kamunun/ulusun ‘yüksek çıkarları’ her gerçeğin her ortamda dile getirilemeyeceği gibi oto-sansürcü algılar geliştirmektedir.

"HDP’NİN MARUZ KALDIĞI SALDIRILARLA AYAKTA KALABİLMESİ MUCİZE"

- Siyaseti sağ ve sol kayyımlar ile dar bir koridorda ilerleyen bir Kürd siyaseti var. Siz TBMM'deki Kürd temsiliyetini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kürdlerin legal siyasetle epey ilerlediklerini, bununla; yerel iktidarları ele geçirme, kitleselleşme, sivil direnişin geliştirilmesi, dünya ölçeğinde meşrulaşma, toplumsal dayanışmanın yükseltilmesi, kendi kendini yönetme deneyimi, iç ilişkilerde nispeten demokratikleşme, kadınların eşit olarak politik yaşama katılımı, Türkiye muhalefeti için de bir şemsiye olma ve ırkçı sistemi her alanda zorlama gibi avantajlar elde ettiği söylenebilir.

Kürd-Türk ilişkileri tarihinde Kürdlerin ilk kez kendi yaşam alanlarını oluşturarak sistem dışı bir güç haline gelmeleri üzerine devlet bir süredir HDP ve Kürd legal varlığını tasfiye etmek için özel bir program uygulamaya başlamıştır.

Kürdler açısından Meclis siyaseti, legal mücadelenin tümü değil, ancak önemli bir ayağıdır. Altı milyonu aşkın oy ile 80 milletvekili ve Demirtaş gibi bir lideri ortaya çıkarmış bir mevzi olduğu, uygun koşullarda bu başarının katlanabileceğini de düşünmek gerekir. Elbette HDP’yi de kendi programı ile değerlendirmek gerekir. Kürd taleplerini yeterince ifade edemediği söylenebilir. Ancak HDP’nin maruz kaldığı korkunç saldırılar altında ayakta kalabilmesinin dahi bir mucize olduğunu görmek gerek.

-  Sine-i millete dönme tartışmalarına ne diyorsunuz? Halkta karşılığı var mı sizce? Gerçi böyle bir siyasi plan yok ama her yeni bir darbede ilk konuşulan bu oluyor, sonra yeniden bu gündemden uzaklaşılıyor. 

HDP meclis grubunun rejim tarafından, fiilen sine-i millete kovulduğu gayet açık. HDP’ye yönelik sistematik saldırıların tırmanması ve belediyelerin gaspı sonrasında orada kalmanın kar-zarar hesabının yapılması ve bunun parti örgütü ve seçmen ile tartışılması beklenebilirdi. Sonuçta HDP’yi meclise gönderen seçmen iradesinin orada kalıp kalmamaya karar vermesi gerekir. Kanun çıkarma yetkisi dahi KHK uygulamaları ile Erdoğan’a devredilen Türkiye meclisi başkanlık sistemi ile fonksiyonunu yitirmiş, sembolik hale gelmiştir. Demokratik işleyişin kalmadığı bir ortamda, Türk toplumu arasında dahi varlığı tartışmalı hale gelen mecliste siyaset üretmenin, etkili olmanın imkanının kalmadığı, hatta orada durmanın bir şekilde rejime meşruiyet sağladığı da söylenebilir.

Evet, siyaset düzleminde kimi zaman rutin dışına çıkmak, ilerlemek için gerilemek de gerekebilir. Ancak uluslararası planda temsil kabiliyeti ve kimi alanlarda hareket serbestisi, Kürd oylarının her halükârda korunması, diğer partilerce istismar edilmesinin engellenmesi de önemlidir. Bu nedenle sadece HDP’nin meclisten çekilmesinin sonuçlarının da iyi hesaplanması gerekir.

"HDP’Yİ VAR EDEN KÜRD MESELESİDİR"

-  Buna HDP'nin diğer bileşenleri ne der? Kürdler, Türkiye demokratları ile yeni kavgalara hazır mı sizce? Yeniden bölünmeyi göze alırlar mı, hazır bir ivme kazanılmışken?

HDP’deki Kürdler ile Türklerin farklı sorunları, farklı ajandaları ve farklı öncellikleri vardır. Onları aynı çatı altında tutan şey, hükümete karşı pozisyonları, demokratik tandansları ve birlikte daha güçlü olmanın sağladığı avantajdır. Ancak bu zeminin sağlam olmadığını, tarafların önceliklerinin veya ortaya çıkabilecek sorunlarla en azından TİP örneğinde olduğu gibi kimi gruplarla bu ittifakın bozulması mümkündür. 

Belki de herkesin kendi kimliği ve gündemi ile siyaset yaptığı örgütlerine dönmesi, ancak seçimler ve kitle eylemlerinde güç birliğine devam etmesi daha isabetli olur. HDP’nin yüzde 95’ini oluşturan Kürd seçmenin talepleri ve sorunları, bu partideki ittifağın içeriğinden, yasallık hassasiyetlerinden dolayı ikinci plana düşmüştür. HDP’yi var eden Kürd meselesidir. Ancak HDP’nin Kürd meselesine yeterince vurgu yapmadığı, yasallık endişesinin abartılarak, bu meselenin ‘ortak vatan, demokratik Türkiye için mücadele’ sloganlarının gölgesine itildiği de görülüyor.

Kürdler, Kürd kalarak da demokratik mücadele verebilir. HDP’li Türkler, Kürd meselesi çözülmediği sürece Türkiye’ye demokrasinin uğramayacağını bilecek durumdalar. Kürdistan meselesini gözden kaçırmaya, küçültmeye, Kürdleri soft sömürge ilişkisi içinde tutmaya çalışan anlayışlar Kürdlerce red edilmektedir. ‘HDP’de birlik projesi’ ancak bu partideki Kürd temsiliyeti ve taleplerinin hak ettiği oranda karşılık bulması ile gelişip sürebilir.

- Sezai Temelli'nin, ’Türkiye’nin Kürd temsiliyeti’ adına görüşmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yeni yönetimin bu temaslarını Kürd temsiliyetinden ziyade, diplomatik ilişki bağlamında değerlendirilmeli.

Kürdistan meselesinin devasalığı ve karmaşıklığının rutin ve normal olmayan boyutlar taşıdığını kabul etmemiz gerekir. HDP, kendini ‘Türkiye partisi’ olarak tanımlıyor ve Sezai Temelli’yi eş başkanı olarak seçiyorsa, aksini söylemek gerekmiyor. Ayrıca HDP, ‘Kürd temsiliyeti’ olarak tanımlanamayacağı gibi, ’Kürdlerin ulusal birliği’ gibi meseleleri de HDP üzerinden okumak isabetli olmaz. Bu konunun muhatapları ve aktörleri daha farklıdır.

Kürdistan meselesinin uluslar/halklar arası karakterinden de kaynaklanan bu durum, Kürd hareketinin kapsayıcılığını ve Kürdistan yurtseverliğinin vatani/ insani boyutlarda önemsendiğini ifade etmektedir.

Ancak, İstanbul, Tahran, Şam ve Bağdat gibi kentlerin nüfusunun önemli kısmını oluşturan Kürdler, dayanışmacı kadrolar verdikleri komşu hareketlerin merkezine yerleşirken, kendi aralarına yerleşen enternasyonalist/ümmetçi eğilimlerin ulusal taleplerini ikinci plana itmesi gibi bir dilemma ile karşı karşıyadır.

"AMED’DE KÜRDLERİN KARŞISINA ATATÜRK TABLOSU İLE ÇIKMAK HADSİZLİKTİR"

- Biraz da güncel siyaset konuşalım. İmamoğlu'nun Kürdçe Kursu açma planı hakkındaki yorumunuz dikkat çekici. "Kürd halkı kendilerine dillerini Atatürk posterli kurslarınıza giderek öğrenme fırsatı bahşedeceğiniz için size yüksek minnet duymakla kalmayacak, alicenab tavrınıza cevaben elinde avucunda ne kadar oyu varsa size bağışlayacaktır.' diyorsunuz. Sizce eskinin ulusalcılarının, demokratlaşması Kürdler için bir şey ifade etmiyor mu? Profil daima 'elindeki avucundakini veren Kürd' olarak mı kalacak? Sanırım bu yorumunuzun sebepleri arasında, İmamoğlu'nun Atatürk-Köylü tablosunu Kürd siyasetçilere hediye etmesi var. Haksız da sayılmazsınız ancak nasıl yol alınması sağlanabilir başka türlü?

Kürdlerin seçilmesinde kritik rol oynadıkları Ekrem İmamoğlu’na gösterdiği teveccüh anlaşılır olsa da, onun Kürdlere yaklaşımları kabul edilmezdir. Erdoğan’dan kaçarken İmamoğlu’na sığınmak veya onların arasındaki çatışmadan faydalanma eksenli stratejiler oluşturmak Kürdlere belki biraz nefes aldırsa dahi, bunun zehirli bir soluk olduğunu da hatırlamak gerekir. Kürdlerden sempati toplamak için Kürdçe kurslardan söz eden İmamoğlu, neden her 4-5 kişiden birinin Kürd olduğu İstanbul’da Kürdçe kreşlerden, ana dil ile belediye hizmetlerinden veya Kürtçe’nin de yer aldığı belediye kültür programlarından söz etmiyor?

Asimilasyon çarkında öğütülerek etnik hafızası silinen ‘Kürd kökenli’ bir Genel Başkanı (Kemal Kılıçdaroğlu) olan İmamoğlu’nun Atatürk’ü ile birlikte Amed’de Kürdlerin karşısına çıkması ise en hafifinden hadsizliktir. Kürdlerin, Atatürk’ü yüzlerini ekşitmeden kabul etmesi ise en azından apolitikliktir. Kürdistan’daki soykırım düzeneğinin mimarının tablosunu İmamoğlu ile birlikte gülümseyerek tutan/kabul eden belediye başkanının bir kardeşinin savaşta katledildiği, o ortamda bulunan diğer Kürd siyasetçilerin pek çoğunun Atatürk posterli-vecizeli cezaevlerinde veya polis merkezlerinde onun ırkçı öğretileri ile eğitilen devlet görevlileri tarafından korkunç işkencelere maruz kaldığı, belediyeleri işgal eden kayyımların onun tedrisatı ile örülen aygıtın bir parçası ve sonucu olduğu gerçeğini unutmak, buna ‘siyaset yapmak’ adına sessiz kalmak siyaset-dışı bir tavırdır.

- İmamoğlu bunun yanlış bir hamle olduğunu ön göremedi mi sizce?

Legal siyasette beliren bu zihin hasarı Kürdlerin, Türk siyaset sınıfı tarafından ‘avucundaki her türlü alınabilir’ kategorisinde görülmesine ve o şekilde muamele görmesine neden oluyor. İmamoğlu, aksi bir tavırla karşılaşabileceğini öngörseydi, Kürdlere Atatürk posteri armağan etmeye yeltenmezdi. Bu sembolik davranış kolonizatör arogantlığından çok daha fazla anlam yüklüdür. Bundan daha kötüsü, Kürd siyasetinin kimi aktörlerinin Atatürk’ü ‘birleştirici unsur’ olarak tanımlamasıdır ki, bunu Atatürk’ün kendisi bile tüm zorbalığına rağmen döneminde başaramamıştır!

Kemalizmin veya Türk ulusalcılığının demokratlaşması gibi bir varsayım Kürd meselesi bağlamında yaşamın doğal seyrine aykırıdır. Kemalist devlet modeli Kürdlerin ulusal inkârı üzerine kurulu bir sistemdir. Geçen 100 yıllık süreçte Kürd direnişi sürdükçe, Kemalizmin bu özelliği kendini sürekli yeniden üretmiş, gelinen noktada Türk İslamcı iktidarın da temel yakıtı olmuştur.

Kürd siyasetinin CHP veya Kemalizm ile tek geçirgen özelliği seküler yanıdır. Aktüel durumda İslami despotik iktidarın uygulamaları iki tarafın sekülerizm üzerinden yakınlaşması sonucuna neden olsa da CHP bu durumu AKP’nin de yol vermesi ile Kürdistan’ı yeniden fetih için kullanmaktadır. Türk devletinin mevcut dinamiklerle demokratikleşme seçeneği, ajandası veya istemi yoktur, iktidara hangi anlayış gelirse gelsin, orada kalmak için Kürdlere savaşı dayatacaktır. Bu durum sürekli tekrar olunmaktan komedi boyutlarını da aşmıştır.

Kürdler, kendi deyimleri ile ‘Türkiye’yi demokratikleştirmek’ için dahi olsa kendi talepleri ve kendi kimlikleri ile siyaset yapmalıdır. Yasallığın Kürd siyasetinde yaratabileceği kimlik kayması, algı sapması, sorunu daha da berbatlaştırmaktadır. Legalitenin Kürd hareketini dejenere etme potansiyeli de ciddiye alınmalıdır. Kürd siyaset sınıfı hiçbir koşulda, hiçbir Türk siyasetçinin, hiçbir sebeple onlara katillerinin posterini armağan etmeye yeltenemeyecekleri denli şahsiyetli durmak zorundadır. Adil çözüm de, onurlu barış da, eşit ilişki de ancak böyle bir duruşla söz konusu olabilir.

"KÜRDLÜK KÜRDİSTAN’I AŞMIŞTIR"

-  Yerel yönetim hakkı, otonom, bölgesel yönetim, bağımsızlık... Sizce Kürdistan'ın 4 parçası için ayrı ayrı, merkez devletleri ile hangi talepler konuşulmalı?

Kürdistan meselesinin kalıcı ve adil çözümü Kürdlerin her parçada kendi kaderlerini tayin hakkını işletmesi ile mümkündür. Ancak bu durumun oluşması için henüz zamana ihtiyaç vardır.

Irak ve Suriye’de son yıllarda yaşanan tecrübeler, Kürdlerin oradaki rejimlerle birlikte yaşamalarının imkanı kalmadığını göstermiştir. Keza Araplarının da Kürdlerle birlikte yaşamak gibi bir iradeleri, talepleri ve çıkarları da yoktur. Güney’deki referandumda Kürdler bağımsızlık talebini ifade etmiştir. Suriye rejimi ülke topraklarının üçte birini, nüfusun dörtte birini kontrol eden Kürdleri anayasa komisyonuna dahi kabul etmemekte, sürekli katliam tehditlerinde bulunmaktadır. Bu durumda iki parçada da ilk aşama için ciddi bir konfederasyon talebinin koşulları ortaya çıkmıştır. Güney’deki Kürd siyasetinin bu kapasitesi azaldığı için yeniden bir yapılanma sürecine girebilir. Rojava Kürdistanı bu seçeneğe daha yakındır, ancak orada Türk ve Arap tehdidi devam ettiği için belirsiz süreç bir müddet daha devam edecektir.

Kürdistan meselesi geniş ölçekte Ortadoğu’nun temelini sarsmıştır. Irak, Suriye ve İran’daki Kürd meselesi tüm statükoyu zorlamaktadır. Türk devletinin bu mesele bağlamındaki siyaseti bölgedeki dengeleri daha da içinden çıkılmaz hale getirmiştir. İran ile Batı’nın olası bir savaşı Rojhilat Kürdistan’ında Rojava’ya benzer bir gelişmeye neden olacaktır. Buralardan yayılan sarsıntılar, dünyanın başına bela olan Türk devletini de destabil hale getirmiştir, çok daha ciddi sonuçlara neden olabilecek potansiyeli de vardır. Türk ordusu Saddam’ın veya Esat’ın ordusundan daha güçlü değildir ve olası bir altüst oluşu şiddet ile kontrol etme dışında bir planı da, kapasitesi de yoktur.

Ancak Kürd siyasetinin bu fırsatlardan yararlanma yeteneğinin daha da olgunlaşması gerekir. En ciddi sorun Kürdlerin biribirine karşı konumlanışı ve karşıt bloklara dağılmasıdır. Oysa Ortadoğu’da İsrail örneğinden sonra, ilk kez Batı dünyası bir bölge halkı ile konjonktür aşırı bir ittifaka girmiştir. Kürdler bu durumdan istifade ederse Kürdistan meselesi büyük oranda çözüm bulabilecektir.

-  Brakuji & Kürdlerin İç Savaşı adlı kitabınızda, tam da bu konuştuğumuz konunun temelindeki bir acıyı yazmıştınız. PDK/YNK/Türk Ordusu'nun PKK ile savaşını anlattığınız bu iç savaş hikayesini tanımlarken "Dünyada çok az ulusun diline kardeş öldürmeyle ilgili deyimler yerleşmiştir. Ve dilinde kardeş katilliğiyle ilgili deyimler barındıran talihsiz ulusların uzun süre 'iflah olmadığı' tarihin engin deneyimiyle kanıtlanmıştır" diyorsunuz…

Kürdçe’de ''brakujî'' kavramının kökenini sorguladığımızda göreceğiz ki son yüzyılın Kürd tarihi birçok faktörün etkisi ile bir anlamda iç savaşlar tarihi olarak da gelişmiştir. Bu iflah olmazlığı en iyi dile getiren Kürd folklorundaki epey zengin olan ''brakujî'' temasıdır.

Kazananı olmayan iç savaşlarda bütün bir ulus birbirine karşı birkaç kuşak boyunca öfke, kuşku ve güvensizlikle donanıyor ve bu düşmanlık, bütün barışlara ve anlaşmalara rağmen, saman altında yürüyen ateş gibi harlandığında yeniden tutuşabiliyor. İşgalin yarattığı travmalar çekilme ile birlikte hafifliyor, ancak iç savaşın hatıraları komşu olan ''katil ve maktuller' ile birlikte uzun süreler canlı kalmaya devam ediyor.

Tüm acılara rağmen, uluslaşma, devletleşme, ortak değerlerin yaratılması ve demokratik kültürün gelişimi ile insanlar sorunlarını uygar yöntemlerle çözmeyi de öğreniyor. Kürdistan örneğinde bunun en iyi örneği YNK ile PDK arasında gelinen iş birliği sürecidir. ‘'Gökkube bile yıkılsa bir daha bir araya gelmeyiz'' öfkesinden, ortak bir rejimin kurulmasına gelinmesi buna bir örnektir.

-  Dengeler yeniden değişebilir mi?

Öte yandan bu savaşın yarattığı travmaların ve yıkımların sonuçlarını hafifletmek ve bir daha yaşanmasını engellemek için geçmişimizin bu yüzü ile hesaplaşmak, onunla yüzleşmek de önemlidir. Böylesi bir süreç Kürdler arası birliği/diyalogu daha da sağlam bir zemine oturtacaktır. Bunca deneyimden sonra Kürd halkı yeni bir iç savaşa sessiz kalmayacağı gibi, siyasi dengeler de buna izin vermeyecektir. Bu anlamda Kürdler arasında yeni bir brakujî tehlikesi olduğu kanısında değilim.

- Son olarak, söyleşi yaptığımız herkese sorduğum bir soru var. Siyasetini en beğendiğiniz Kürt lider kimdir ve neden? Bugün Kürd meselesini şöyle uzun uzadıya kiminle konuşmak isterdiniz? Ve ona sorunuz ne olurdu?

Bu soruya doğrudan ve net bir yanıt vermem oldukça zor. Gazetecilik sürecinde Kürd liderlerden Abdullah Öcalan, Celal Talabani, Newşirwan Mustafa, Şêx İzeddin Hüseyni, Kürdistan Komünist Partisi Lideri Kerim Ahmed, Yekgirtu İslami Lideri Salahadin Bahadin ve tüm parçalardan Kürd siyasetinin önemli aktörlerinden çok sayıda farklı isimle sohbet etme, sorular sorma, onları dinleme fırsatım oldu. Adı geçenler ve diğer liderlerin tümünün Kürdistan meselesi ve dünyanın, insanlığın durumu ile ilgili kendi açılarından önemli deneyimleri ve özgün görüşleri var.

Öte yandan dünyada uzun bir aradan sonra yeniden karizmatik-popüler sosyal-siyasal liderler dönemi başlamıştır. Putin ile iklim aktivisti çocuk Greta Thunberg yelpazesinde gelişen bu fenomene Kürdler de Demirtaş’ı katmıştır.

Bu arada Kürdlük, Kürdistan’ı taşacak ölçüde dünyaya yayılıyor, diğer uluslar gibi kabından taşarak küresel uygarlığın parçası oluyor. Kürdler arasında da dün kutsanan birçok şeyin bugün tabu olmaktan çıktığını ve İsaiah Berlin’in deyimi ile ‘çocukların, babalarının zihniyetini yok ettiği’ bir sürece girildiğinin farkına varmamız gerekiyor. Demokratik dünyanın değerlerini benimseyen Kürdler de artık modern, hesap veren şeffaf liderlikler talep ediyor. Kürd toplumunun sorunları otokrasi/hanedanlık modelleri ile değil, şeffaf demokratik liderlikler modeli ile çözülebilir. 

Öne Çıkanlar