Yarısı yok şehir: Nusaybin

Yarısı yok şehir: Nusaybin
'Yıkık Şehir' hem yıkılmış, hem de yasak bir şehri ifade ediyordu. Bölgeyi çeviren tel örgülerin üzerinde fotoğraf çekilmesi yasak yazıyordu

Nazım ALPMAN

Türkiye'nin coğrafya kitaplarında Güneydoğu Anadolu Bölgesi olarak anlatılan ama orada yaşayan insanlar tarafından kısaca "Bölge" denilen mahallin en ünlü şehirleri arasında bulunan Nusaybin'deyiz.

Şehir Merkezi tabelalarını takip ederek ilerliyoruz. Yol kıvrılıyor, döner kavşaklara geliyor, ok yönünde devam ediyoruz.

Geniş cadde düzleşiyor. Biz de dümdüz gidiyoruz.

Sonra yol bitiyor!

Tel örgüye geliyor. İlerisi yok. Oysa geldiğimiz yöne bakarsanız bayağı bildiğiniz bir şehir merkezi görünümü arz ediyor. Fakat ileriye geçilemiyor. Tel örgülerle kesilmiş. Yolun sonunda okuldan çıkmış bir örnek giyinmiş lise öğrencileri araç bekliyorlar. Durup nerede olduğumuzu soruyoruz. Çocuklar bir ağızdan cevaplıyorlar: "YIKIK ŞEHİRDİR!"

Daha önce buna benzer bir tanımlamayı İtalyan yönetmen Bernardo Bertolucci'nin "Son İmparator" filminde görmüş-duymuştuk. Çin Hanedanının yaşadığı Pekin'deki sarayı anlatıyordu bu tanımlama: Yasak Şehir!

"Yıkık Şehir" hem yıkılmış bir şehri hem de yasak bir şehri ifade ediyordu. Çünkü girilmesi yasaklanmış bölgeyi çeviren tel örgülerin üzerinde fotoğraf çekilmesinin yasak olduğunu belirten uyarı levhaları bulunuyordu.

Bulunduğumuz yerden göz alabildiğine uzanan boş arazi en iyimser tespitle 10 futbol sahası ölçülerinde olduğu tahmin edilebiliyordu.

Vaktiyle bu boş alanda Nusaybin'e ait altı mahalle bulunuyormuş. Şimdi ise dümdüz edilmiş geniş bir arazi halinde, çevresi de tel örgü ile kapatılmış.

Bütün bunlar tarih öncesi yıkım dönemlerinden kalmış antik şehir içinde değil. Sadece bir yıl önce yaşanmış "bölge" gerçekleri.

Yollara hendekler kazıldığı için Nusaybinlilerin hayat akışlarının engellenmemesi adına yapılan operasyonlar sonucu meydana gelmiş bulunuyor. Eskiden hendek olduğu gerekçesiyle girilemeyen mahallelerde artık hendek yok! Hendeklerle birlikte, konutlar, işyerleri, caddeler, sokaklar, orada yaşayan insanlar da yok!

Nusaybin boşaltıldıktan sonra güvenlik kuvvetleri tuzaklanmış bombaları etkisiz hale getirirlerken bazı yaralanmalar meydana geliyordu. Cumhurbaşkanı bu duruma itiraz etti, "Ne uğraşıyorsunuz bomba bulacağız diye" dedi:

-Yıkın geçin, parası neyse veririz!

Nusaybin'in "Yıkık Şehri" böyle ortaya çıktı.

Oradakilerin referandum hakkında ne düşündüklerini öğrenmek mümkün değil elbette. Ne mahalle var, ne insanlar? Yıkık Şehir insanları için seçmen kütükleri, muhtarlıktaki listeler, oy kullanılacak okullar gibi şeyler "fantastik" kavramlar haline gelmiş.

Hiç biri yok!

Biz Nusaybin'in var olan yanına geçiyoruz. Evet, burada hayat var. Bunca yıkımın yaşandığı şehrin orta yerinde bulunan "Barış Parkı"nın iki dilde olması da insanı şaşırtıyor: Seyrahgeha Aşitiye!

Parkın karşısında boyacı sandığı formunda bir saat tamircisi var. Etrafı kalabalık. Saatçiden başlıyorum, hal hatır sormaya... Bütün mesaisini zaman üzerine yoğunlaştırmış saatçi Kazım Oral "ben hiç siyasetle ilgilenmedim" diyor. Referandum için konuşturmak istiyorum. Hatta siyah kadranlı bir de saat alıyorum. Olmuyor. Referandum için iki kelime etmekten kaçınıyor.

Ama onun çevresinde toplanmış olan 1990'lı yılların ikinci yarısında doğmuş gençler öyle değil. Konuşmak istiyorlar, konuşuyorlar da... Hatta isimlerini de söylüyorlar. Gazeteci olarak heyecanla not alıyorum ama bir baba olarak yazmaya elim varmıyor. Burası Nusaybin ne olur, ne olmaz diyorum.

Harita ve kadastro okuyan yirmi yaşındaki öğrenci genç, gelecek umudunu şöyle açıklıyor:

-Valla bu ülkeyi bırakıp gideceğim.

-Sen geleceğimizi temsil ediyorsun, nasıl böyle konuşursun?

-Evim yıkıldı. Abdülkadir Mahallesindeydi. Sadece bizim ev değil, sekiz bir evi yıktılar. Nasıl yaşayacağız bu ülkede?

Gençlerin zor soruları yanında benim "evet mi, hayır mı?" sorularım bir zamanlar Erkan Yolaç'ın televizyonlarda yaptığı gösteri kadar anlamsız kalıyor. Yolaç seyirciler içinden sahneye davet ettiği kişiye birbiri ardına basit sorular sıralardı. Adınız ne, kaç yaşın yaşındasınız, nerelisiniz gibi soruları ardı ardına sıralar içlerinden birini doğru ya da yanlış tekrarladı mı, yarışmacı ya "evet" veya "hayır" demek zorunda kalırdı. Çok tuhaf bir rastlantı, 1960 ve 1970'lerdeki bu yarışmada Erkan Yolaç konuklarını sahneye çağırırken onları şöyle yüreklendirirdi:

-Mehter Marşıyla geleceksiniz, İzmir Marşıyla gideceksiniz!

Referandumun tam üstüne oturan sözler bunlar. Bir tarafta Mehter Marşı, diğer yanda da İzmir Marşı...

Nusaybinli gençler bunları bilmiyorlar tabii ki... Onların hayat deneyimleri yaşlarıyla doğru orantılı diyeceğim ama öyle de değil. Hepsi savaş içinde doğup, büyümüş, yıkımlar arasından sağ olarak bugünlere gelmişler. Batılı akranlarının bilgisayar oyunlarında görüp bildiklerini onlar bizzat yaşıyorlar. 1997'li olan genç benim konumla ve sorumla ilgileniyor:

-Biz kesin olarak Hayır diyoruz!

-Neden?

-Halimizi görmüyor musun?

Bir başkası onun yanında yer alıyor:

-Hayır diyeceğiz. Çünkü evimiz havaya uçtu!

2000 doğumlu olduğunu söyleyen genç, "neden evet diyelim ki?" diye görüşünü açıklayınca, onun seçmen olmadığını hatırlatıyorum. O da bana ailesini hatırlatıyor:

-Benim ailem kalabalık, hepimiz anı evde oturuyorduk. Hepimizin evi yıkık şehirde kaldı.

-Nasıl yıkıldı?

-Bombayla!

Gençleri bırakıp büyüklere yöneliyorum. Mor Yakup Mahallesinde esnafla konuşmak için şansımı deniyorum. Yerleri sabit olduğu için isimlerini kesinlikle vermek istemiyorlar. Görüşlerini ise belki kavlinden açıklıyorlar.

Elektronik eşyalar satan bir esnaf "Olaylar başlayınca" diye anlatmaya başlıyor:

-Biz beş ay Nusaybin'den gittik. Sonra gelin dediler geldik. Ama ne görelim?

-Ne gördünüz?

-Dükkanlarımız yağmalanmış!

-Nasıl?

Dertli esnaf "işte böyle" diye bilgisayarındaki fotoğrafları gösteriyor. Camlar kırılmış, raflar seçilerek boşaltılmış. Beğenilenler alınmış kalanlar yere savrulmuş.

-Kim yaptı bunları?

-Biz bilmiyoruz. Geldiğimizde böyleydi.

-Örgüt olabilir mi?

-Örgüt buralara giremez.

-E o zaman kim yaptı?

-Biz bilmiyoruz, siz tahmin edin!

Esnafa 50 bin lira kredi destek sözü verilmiş. Kendisinin bundan yararlanacağını belirten esnaf, "bu işlerde de adamın olması şart" diye ekleme yapıyor.

Peki ya referandum?

-Evet diyecek halimiz mi var?

Yandaki dükkan biraz kalabalık. Orada daha koyu bir sohbet imkanı bulunabilir. Yan komşuya geçiyorum.

Hepsi birden "hayırdır, neden buradasınız?" diye soruyor:

-Gazeteci görmeyeli çok oldu da...

-Artı Gerçek için geldim. Referandumda nasıl oy kullanacaksınız?

-Yaşadıklarımıza göre oy vermemiz gerekirse Hayır diyeceğiz.

Bir başkası "ben konuşmayayım" dedikten sonra kısa bir ekleme yapıyor:

-Hayır!

Nusaybin'de referandumun merkezinde 14 Mart 2016 tarihinde başlayan ve bütün şehri etkileyen operasyon yer alıyor. Bir de tarih sayfalarından çıkmış gibi duran Yıkık Şehir!

MİDYAT'IN NABZI HAYIRLARA VESİLE OLACAK GİBİ ATIYOR

Tarihi dokusu ile özel bir yere sahip olan Midyat'ta kuyumcular çarşısının yarısı kapalı dükkanları arasında dolaşıyoruz. Burası İstanbul'da devamlı uğradığım eski mahallem gibi o kadar çok tanıdık var ki, hangisine uğramadan geçsem arkadan sitem telefonları yağar.

Kuyumcular Derneği Başkanı olan Ali Aslan'ı, dükkanları Zahuran Kuyumcusu'dan oğlu İsmail Aslan telefonla uyarıyor:

-Baba İstanbul'dan Nazım Bey gelmiştir!

Beş dakika içinde heybetiyle Ali Aslan giriyor dükkandan içeri. Onunla 15 yıl önce Midyat'ın dışına doğru sabah yürüyüşü yaparken bağlar arasında tanışmıştım. Bir yumurta, bir domates, bir baş soğan ve bir dilim kaşar peynirden oluşan kahvaltısını benimle paylaşmıştı. Bağlarında "Drej üzümü" yetişiyordu. Uzun taneli beyaz üzüm, Kürtçe adıyla biliniyordu yörede...

Sonraki bütün Midyat ziyaretlerimde Ali Aslan'ın çayını içmeden şehirden ayrılmaz oldum. Bu sefer de öyle yaptım.

Ali Aslan referandumdan önce bir sempozyum niteliğinde söze başlıyor:

-Türk solu milliyetçidir. Bu yüzden bir yere gelemiyoruz.

Sonra uzak hedefler üzerine görüşlerini açıklıyor:

-Türkiye bir federasyon olmalı. Tayyip Erdoğan bunu yapabilir mi bilmiyorum. Ama başkanlık olmalı. Biz ailecek CHP kökenliyiz. Eskiden beri böyleyiz.

Ali Aslan'dan evet-hayır arasında bir şey çıkartamıyorum. Ama dükkanında bulunan arkadaşları kesinlikle Hayır demekten yana olduklarını söylüyorlar.

Tanyeri köyünün eski muhtarı olan İbrahim Bülbül, neden hayır diyeceklerini şöyle anlatıyor:

-Krallıktan korkuyoruz. Net bir şey göremiyoruz. Onun için hayır diyeceğiz.

Çoğul konuşmasının nedeni, geniş aile çevresi olması... Onlar adına da görüş ifade ediyor.

Kuyumcular çarşısında yola devam ediyorum. Süryani usta Melek Akyol'u buluyorum. Süryanilerde Melek ismi erkeklere veriliyor. O dükkanınde sabah sigarasını tüttürüyor. Bir zamanlar Midyat'ı bırakıp İstanbul'a giden Melek Akyol 1990'larda geri dönüyor. Herkesin kaçtığı yıllar. Ama o burası memleketim diyerek kalmayı seçiyor.

Melek Akyol'un tarihi bir ayrıcalığı var. Kızı Februniye Akyol 22 yaşındayken Ahmet Türk ile birlikte Mardin Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı seçilen Cumhuriyet tarihinin ilk Süryani siyasetçisi unvanına sahip. Melek Akyol bu gururu taşıyan bir baba.

Şimdi kızı da görevden alınmış bulunuyor. Melek Akyol bir kırıklık ile değil de ilke meselesi üzerinden rengini açıklıyor:

-Bu kadar yetkinin bir kişiye verilmesi doğru değil. Sadece Tayyip Erdoğan için yapılmıyor ki bu anayasa. Ya ondan sonra gelenler bu yetkilerle memleketi felaketlere sürüklerlerse?

Akyol "Hayır" deyeceğim diyor:

-Dört parti anlaşsın birlikte yeni anayasa yapsınlar! En doğrusu bu olur.

Onun bakış açısı genel olarak doğru... Ama demokrasiyle idare edilmek istenen ülkeler açısından.

Melek Akyol gençliğinde İstanbul'un Kurtuluş takımında futbol oynamış. Rakip takımlar ve oyuncular arasında çok tanıdık bir ismi hala hatırlıyor:

-Kasımpaşa'nın futbolcusu Tayyip Erdoğan'ı unutmuyorum.

-Nesini unutmuyorsun?

-Çok sert top oynardı. Bir arkadaşımızın ayağını kırmıştı!

Sonradan gelip gönlünü almış ama Kurtuluş'un as futbolcusu bu sakatlıktan sonra bir daha futbol sahalarına dönememiş.

Melek Akyol'un dükkanından çıkıp Midyat merkezine doğru ilerliyorum.

1994 doğumlu Ömer Acat, simit, açma, poğaça pişirip satan küçük bir dükkanda ücretli olarak çalışıyor. Referandum için önceleri kararsız olduğunu ancak Erdoğan'ın Avrupa ile girdiği tartışmalardan sonra kararının netleştiğini söylüyor:

-Evet diyeceğim. Çünkü Avrupa istemiyor Erdoğan'ın başkan olmasını.

-Peki işlerin nasıl?

-Eh idare eder.

Kemal Mağat yıllardır belediyenin değişmez elemanı. Onu aramadan olmaz. Ailesinde Kürt, Arap, Süryani gibi bölgedeki bütün uluslardan bireylerin olduğu Kemal, bu sefer bir dış görevle Midyat dışında olduğunu söyleyip özür diliyor. Ben de telefondan referandum sorusu sormuyorum.

 

 

Öne Çıkanlar