Savaşı (İktidarı) destekleyen CHP’yi artık kim ciddiye alır?

Kılıçdaroğlu ne savaş eleştirisi yapıyor ne de harekâta ‘savaş’ dediği için linç edilmek istenen partisinin milletvekili Sezgin Tanrıkulu’na sahip çıkıyor.

Kuzey Suriye harekâtı başlayalı bir hafta oldu.

Kürt güçlerinin hâkim olduğu bölgelere yönelik işgal operasyonu ile başlayan savaş, özellikle Trump’ın tweet’leri ve bu konuda ABD’de yaşanan tartışmalar vesilesiyle neredeyse bütün dünyada en çok konuşulan konulardan biri haline geldi.  

Her ülkeden bir ses çıkıyor. Bir iki ülke hariç Türkiye’ye tepki göstermeyen ülke ve kuruluş yok gibi bir şey.

Suriye’de cihatçı terör örgütü IŞİD’i yenilgiye uğrattığı için bütün dünyanın sempati ve desteğini kazanmış olan Kürtlere yönelik böyle bir istila operasyonu haksızlık olarak değerlendiriliyor ve eleştirilere neden oluyor.

Türkiye’nin bu operasyona, ‘Terörle mücadele’ demesi ise hiç kabul görmüyor.

Neredeyse bütün Batılı TV istasyonları ve medya organları adeta tek cephe halinde bu ‘İstila operasyonu’na eleştiri yöneltiyor.

Hemen herkes bu harekâtı Erdoğan’nın savaşı olarak değerlendiriyor. Kürtlere karşı yapıldığını söylemeyi de ihmal etmiyor.

Türkiye’de ise bu konuda konuşmak adeta yasak.

İktidarın hamasi söylemleri ve milliyetçi sloganlar dışında söz söylemek, hele eleştiri yapmak neredeyse olanaksız.

Savaşa savaş demek, barıştan söz etmek de çok sakıncalı.

Hele sınır ötesi harekâtı eleştirmek çok daha tehlikeli bir eylem olarak değerlendiriliyor.

Medya uzunca bir süredir iktidarın propaganda aygıtına dönüştüğü için savaş cephesinde ne olup bittiğini öğrenmek ise mümkün değil.

Cepheden gelen haberler kesinlikle gerçeği yansıtmayan hamasi sloganlar ve milliyetçi, ırkçı mesajlardan ibaret.

Sadece iktidarın açıklamaları ile resmî duyurular geçerli.

PARTİLER HDP DIŞINDA İKTİDARI DESTEKLİYOR

HDP’nin dışındaki muhalefet partileri de tek cephe halinde iktidarın hamasi söylemlerini canı gönülden benimsiyor. İktidarın dış dünyadan gelen uyarılara ve eleştirilere yönelik tepkilerini alkışlıyor

Ana muhalefet bu konuda neredeyse başı çekiyor. Trump’ın Türkiye ve iktidara yönelik tweet’lerine, Batı dünyasından gelen uyarılara ve yaptırım tehditlerine en sert karşı çıkan parti CHP…

Söylemler iktidarınkilerle neredeyse aynı. Çünkü söz konusu Kürtler olunca söylemler de tekleşiyor.

İktidar, kuşkusuz ortaya çıkan bu durumdan çok memnun. Savaş vesilesiyle partiler arasındaki ittifakların ortadan kalkıp bir Türkiye İttifakı’nın gerçekleştiğine vurgu yaparak rahatça ulusal birlikten söz edebiliyor.

Daha savaşın başladığı günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan bu konuda ilk mesajlarını vermeye başladı.

Sırbistan dönüşü uçakta, "Millet İttifakı’nın parçalanması gerekiyor. Bunların milletle hiçbir alakası yok, bunun parçalanması çok çok önemli" dedi.

Bu sözlerle savaşın ana hedeflerinden birini açık yüreklilikle dışa vurmuş oldu.

Ayrıca savaş dolayısıyla yaşanılan ağır ekonomik ve siyasi kriz ile Kürt meselesi başta olmak üzere diğer hayati meseleler de gündemden düşmüş oldu.  

"Söz konusu iktidarın çıkarlarıysa geride kalan her şey teferruat" anlayışı geçerli olunca sonucu bu oluyor.

Ana muhalefet partisi savaşa ‘evet’ diyerek iktidarın çıkarlarının destekçisi, Kürtlere yönelik savaşının ve savaşta işlenen suçların da ortağı oldu.

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, sınır ötesine asker gönderilmesine izin veren savaş tezkeresini, ‘İçlerinin yanmasına rağmen evet diyeceklerini’ açıklarken ne demişti:

Mehmetçiklerin burunlarının dahi kanamasını istemedikleri için bu kararı verdiklerini söylemişti.

Şimdi bir haftadır sınır hattında kan gövdeyi götürüyor.

TSK (Türk Silahlı Kuvvetleri) ve Türkiye’nin eğitip donattığı cihatçılardan oluşan Suriye Milli Ordusu ile Kürt güçleri arasında cereyan eden savaşta yüzlerce insanın öldüğüne, binlercesinin yaralandığına ve yaklaşık 300 bin bölge sakininin evlerini, topraklarını bırakıp daha güvenli bölgelere doğru göç ettiklerine ilişkin haberler geliyor.

Başta ABD ve Rusya olmak üzere birçok ülke ve AB ve BM gibi uluslararası kurumlar Türkiye’ye ateşkes çağrısı yapıp Suriye topraklarından çıkmasını talep ederken bizim siyasi partilerden ses çıkmıyor.

"Savaşa son verelim, bu meseleyi barışçı yöntemlerle çözmeye çalışalım, daha fazla insan ölmesin" diyen yok. Çünkü iktidar ve muhalefet bu savaşın Kürtlere yönelik olduğu konusunda aynı şeyleri düşünüyor.

Ana muhalefet partisi CHP, Suriye’deki iç savaşın başından beri Ankara’nın Şam Yönetimi ile görüşmesi gerektiğini söylemeye devam ediyor.

Bunun dışında bir plan, Suriye’ye ve meselenin esasını oluşturan Kürt sorununa ilişkin herhangi bir çözüm önerisi getiremiyor.

"SAVAŞA EVET" DEMENİN GERÇEK NEDENİ KÜRTLER

CHP başından beri bağlı olduğu devletçi hamasetin esiri olmuş vaziyette iktidarın savaş politikalarına destek vermeyi sürdürüyor.

Savaşa ilişkin desteğin aslında 31 Mart yerel seçim yenilgisinden sonra sallantıda olan İktidar Koalisyonu için bir can simidi olduğunu göremiyor.

Aslında anlıyor da sanki elinden başka bir şey gelmiyormuş, bu gibi ulusal konularda (Kürt meselesi gibi) iktidarı desteklemekle, devleti desteklemek aynı şeymiş de buna mecburmuş gibi yapıyor.

Böyle yaptıkça iktidarın bir bileşeni, destekçisi, hatta iktidar koalisyonunun bir üyesi haline geldiği gerçeğini bu nedenle görmek istemiyor.

Bu hastalıklı yaklaşımın temelinde derin bir Kürt düşmanlığı yattığı kesin.

CHP’nin savaşa ‘Evet’ demesinin asıl nedeni bu.

31 Mart Yerel Seçimlerinde Kılıçdaroğlu Kürtlerle yan yana durmak konusunda özel bir çaba harcamadı. Hatta ittifak yaptığı sağcı milliyetçi partileri düşünerek buna hiç yanaşmadı. Bu konuda çok önemli bir demokrasi hamlesine imza atan HDP ve Kürtler oldu. Şartsız, amasız gidip oylarını CHP’li adaylara verdiler ve onları kazandırdılar.

Bu başarının kaymağını Kılıçdaroğlu yedi. Bunu kendi başarı hanesine yazmaktan da çekinmedi.

Şimdi geldiğimiz noktada her şey aslına dönmüş bulunuyor.

Ana muhalefet partisinin bütün foyası meydana çıktı.

Şimdi bazı sorunları dile getirse bile herhangi bir etkisi olmuyor, olmayacak.

"Savaşa evet" diyerek iktidara destek olmayı kabul ettikten sonra kitlelerin gözünde bütün inandırıcılığını kaybetti.

Sadece bu kadar da değil.

Millet İttifakı yerle bir olurken, demokrasi güçlerinin yan yana durabilmesi sonucunda kazanılan 31 Mart yerel seçimleri sonrasında yeşeren demokrasi umutlarını da berhava etmiş oldu.

Bu devletçi yaklaşıma ilişkin son örnek CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’na yönelik saldırı olayında ortaya çıktı.

İnsan Hakları ve Kürt meselesi konusunda demokrasi güçlerinin yüz akı olan Tanrıkulu hakkında, Kuzey Suriye operasyonuna ‘savaş’ demesi, operasyonun Kürtlere yönelik olduğunu vurgulaması üzerine, bir linç operasyonu başlatıldı. Hakkında hemen soruşturma açıldı.

Tabii Tanrıkulu, kamuoyunun önemli bir kesiminden aldığı desteğin de verdiği güçle geri adım atmadı.

Bu arada İstanbul milletvekili sıfatını taşıdığı halde partisinden herhangi bir kurumsal destek görmediğini de söylemeliyiz…

Buna karşılık ilginç bir açıklama, CHP ile Millet İttifakı çerçevesinde bir arada olan İYİ Parti’den geldi.

Partinin sözcüsü Yavuz Ağıralioğlu, Tanrıkulu’nun sözlerine tepki göstererek, "CHP’nin Millet İttifakı’nın bir bileşeni olarak gereğini yapması gerektiğini" belirtti.

Açıklama özetle, "Onu partiden atmazsanız bu ittifakı sürdüremeyeceğiz" mesajı taşıyordu.

Bu şartlarda CHP yönetimi ne yapar çok da önemli değil. CHP gerçek yerini bir kere daha belirledi.

Zaten bütün o yapay ittifakların dağıtıldığı bir süreci, savaş sürecini yaşıyoruz.

Önemli olan demokrasiyi, özgürlükleri savunan, faşizme karşı çıkan bir cephenin CHP’ye rağmen oluşturulması.

Sürekli demokrasi güçlerine ihanet eden bu CHP ile gerçek bir demokrasi mücadelesinin yürütülemeyeceği gerçeği artık kabul edilmeli…  

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi