TL'nin düşüşü bankalar için ne anlama geliyor?

TL'nin düşüşü bankalar için ne anlama geliyor?
The Economist'te bankacılık sisteminin ele alındığı yazıda, 'Erdoğan olmasaydı, belki de Türk bankaları hakkında hiç şüphe yaşanmazdı' denildi.

The Economist dergisinde haftasonu yayınlanan, "Liranın ve ekonominin düşüşü bankalar için ne anlama geliyor?" başlıklı makalede, geri ödenmeme potansiyeline sahip krediler konusunda kuralların yumuşatıldığı ve döviz bazında kredilerin değerlendirilme süresinin uzatılarak bankaların sermaye oranlarının alacağı darbenin geciktirildiği ifade edilerek, "Ama Erdoğan olmasaydı, belki de Türk bankaları hakkında hiç şüphe yaşanmazdı" denildi.

Makalenin tamamı şöyle:

"İstanbul’un Kasımpaşa mahallesinin dik bir tepesinin altında yer alan 14 bin koltuk kapasiteli, ismini Kasımpaşa doğumlu Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan alan stadyumda bu günlerde yüzler gülüyor.

Kasımpaşa SK Türkiye Süper Ligi’nde ilk 5 maçın ardından 4 galibiyet ile Galatasaray’ın ardından ikinci sırada yer alıyor. 

Bu başarıya zıt olarak, Erdoğan’ın yönettiği ekonomi de şu sıralarda hayatta kalma savaşı veriyor. Lira sadece bu yıl içinde, özellikle ABD ile yaşanan diplomasi krizinin de etkisiyle, dolara karşı yüzde 40’tan fazla değer kaybetti. Enflasyon yüzde 18 seviyesinde.

TÜRKİYE EKONOMİSİ KESKİN BİR DÜŞÜŞTE

Faiz oranlarını düşük tutması için Erdoğan tarafından kesin emir altında olan Merkez Bankası ilk önce tepki vermekte gecikse de, 13 Eylül’de Erdoğan’ın azaltma isteğine rağmen piyasaların bile beklediğinden fazla bir değişime giderek faiz oranını yüzde 6.25 yükseltti. Lira da beklenildiği gibi değer kazanmaya başladı. 

Türkiye ekonomisi zaten keskin bir düşüş içinde. Yıldan yıla incelendiğinde, büyüme oranı bu senenin ilk çeyreğinde yüzde 7.4’ten ikinci çeyrekte yüzde 5.2’ye indi. GSYH de 2018’in son aylarında küçülebilir.

Cari açığı GSYH’nin yüzde 6’sı seviyesine yükselten ve çoğunluğu yurtdışından sağlanan, ekonominin yakıtı krediler de artık eriyor. Enflasyon oranı hesaba katılınca, bankaların verdiği kredilerin azaldığı görülüyor. Büyük şirketlerin bile yüzde 35 gibi faiz oranlarından kredi aldıkları söyleniyor. 

BANKALARIN DEĞER KAYBI YÜKSEK

Böylesi bir ani duruş bankalar için genellikle sorun anlamına gelir. Uyarı ikazları her yerde. Bankaların hisseleri bu yıl yüzde 40’tan fazla değer kaybetti. Türk bankalarında pay sahibi olan, Garanti Bankası’nın yarısına sahip İspanyol BBVA ve Yapı Kredi’nin yüzde 40’ına sahip İtalyan UniCredit gibi bankaların hisse fiyatları da aynı şekilde bocaladı. Rating kuruluşu Moody’s geçtiğimiz ay 18 Türk kreditörünün notunu düşürdü. 

Tüm bunlara karşın, olağan ölçütlere göre Türk bankaları krizi iyi karşıladılar. Öz kaynaklarıyla risk-ağırlıklı kalem oranları düzenlenen seviyenin çok üstünde ve bu da darbelere dayanabileceklerini gösteriyor.

Bol miktarda nakite sahipler. Şimdiye kadar 10-15 yıllık likiditede olumlu dönüşler yaşadılar. JP Morgan’dan Sam Goodocre’a göre yüzde 4 civarınaki net faiz marjı daha yüksek finansman giderlerini karşılayabilecek kadar güçlü.

Bunları yaparak ne kadar soruna yol açacakları konusu temelde iki şeye dayanıyor. Birincisi, yurtdışı bankaların kredi verip vermeme konusunda istekli olup olmayacakları. Türk bankaları yurtdışından çok fazla borç aldı. Alınan borçların bir kısmı ucuz dolar veya euro peşindeki Türk şirketlerine aktarıldı.

Diğer kısmı ise var olan lira sermayesinden kat kat yüksek olan lira bazında kredileri karşılayabilmek için liraya çevrildi. Kanunlara göre bankalar işlemlerini para birimli riskine göre sınırlamak zorunda ancak yabancı kreditörler kredi alanların gün sonunda borçlarını ödeyemeyeceklerinden korkabilir.

Bankaların yurt dışı borçlarının 100 milyar dolarlık bölümünün geri ödeme tarihi 1 yıl içinde. 20 milyar dolardan fazlalık farklı bankalardan alınarak sendikasyon kredilerinin de 2018 sonuna kadar ödenmesi veya yeniden yapılandırılması gerekiyor. 

Piyasaları tanıyan bir bankacıya göre, düşük bir temele sahip sendikasyon kredilerinin fiyatı da yılın ikinci yarısında ikiye katlandı. Bankaların tüm geciken kredileri uzatma ihtimali düşük ama öte yandan da zararları karşılayabilmek için yüksek miktarda nakite sahipler.

Bununla birlikte, uzun zamandır birlikte iş yaptıkları yabancı kreditörler de ilişkileri devam ettirmek isteyecektir. Goodacre’a göre, 940 milyon dolar borcu olan önde gelen bankalardan Akbank’ın 40 kadarı sendikasyon kredisiyle ilgili olmak üzere 300’den fazla yabancı banka ile ticari ilişkisi var. 

BORÇLARIN NE KADARI ZARARA DÖNÜŞECEK?

Diğer önemli bir faktör ise Türk bankalarının sahip olduğu borçların ne kadarının zarara dönüşeceği. Şirketler uzun yıllardır kriz-sonrası aşırı düşük faiz oranlarıyla dolar ve euro bazında krediler alıyordu. Liranın yaşadığı düşüş bu borçları çok daha pahalı hale getirdi. Evet, bazı şirketler yabancı kurlar üzerinden iş yapıyor.

Bazılarıysa, örneğin alışveriş merkezi sahipleri, kira kontratlarını dolar bazında imzalayarak kendilerini garantiye alıyorlar. Ancak çoğu şirket böyle değil ve eğer mağazalar kirayı ödeyemiyorsa eninde sonunda bu mağaza sahiplerine de yansıyacaktır. 

Şimdilik geri ödenmeyen kredi oranı Yunan veya İtalyan standartları çevresinde yüzde 3 civarında geziyor. Devlet bankaları özel şirketlere göre daha düşük oranlar açıklıyor ve bu yanıltıcı olabilir. Devlet bankaları, ekonomiyi canlı tutma amacıyla kurulmuş kredi garanti fonu kapsamında küçük şirketlere kredi dağıttı. Ödenmeyen kredi oranlarının yükseleceği kesin ancak görebilmek için zaman gerekiyor. 

ERDOĞAN OLMASAYDI...

Devlet bankalara zaman kazandırdı. Geri ödenmeme potansiyeline sahip krediler konusunda kuralları yumuşattılar ve döviz bazında kredilerin değerlendirilme süresini uzatarak bankaların sermaye oranlarının alacağı darbeyi geciktirdiler. Ama Erdoğan olmasaydı, belki de Türk bankaları hakkında hiç şüphe yaşanmazdı.

ABD Merkez Bankası 2014 yılında sayısal bazda yumuşatmaya gittiğinden beri yükselmekte olan piyasalarda aşırı ucuz nakit günleri sonuna yaklaşmaya başladı. Erdoğan ise bu seviyeli yavaşlamayı kabul etmek yerine ülkeyi duvara sürme riskini almayı seçti. 

Erdoğan 2016 darbe girişimi sonrası yapılan seçimleri ve referandumu kazanarak ülke üzerindeki sıkı yönetimini perçinledi ve Türk siyasetindeki kuralları değiştirdi. Buna rağmen ekonomi kurallarını değiştiremez, futbol kurallarını değiştiremeyeceği gibi." (EKONOMİ SERVİSİ) 

Öne Çıkanlar