Yrd. Doc. Dr. Garip: Türkiye siyasetinde Kürtler aktör değil faktör

Yrd. Doc. Dr. Garip: Türkiye siyasetinde Kürtler aktör değil faktör
Köln Üniversitesi Ortadoğu Çalışmaları Bölümü’nden Yardımcı Doçent Doktor Sharo I. Garip ile Kürt sorununu konuştuk.

Jinda ZEKİOĞLU


Uzun süren savaşların en büyük yaralarından biri de savaşın içeriye ateş düşürmesidir. Yörüngeyi kaybetmektir. Devrimin kime ve neye karşı savunulduğu bazen öyle yer değiştirir ki, günümüz siyaseti bunu sağ ya da sol gibi klasik okumalar üzerinden çoğu zaman nesnelleştirir. Oysa sorunun derininde, kökeninde tarafların tümünü rahatlatacak bir anlaşma neden mümkün olmasın?

Bunun üzerine biraz sohbet etmeyi teklif ettiğim Köln Üniversitesi Ortadoğu Çalışmaları Bölümü’nden Yardımcı Doçent Doktor Sharo I. Garip’e ilk önce, Kürt sorununu konuşurken neyin tarafı olduğunu sormak istedim. "Bir çiçek bile yok olurken kahroluyorum. Doğadan bir tür eksildi diye. Ama bir ulus, binlerce yıllık kültürü ve birikimi, koca bir dil ve dil ailesi eksilirken bu kimseye dert değil. İşte bunu kendine dert etmeyen siyasetin tarafı değilim. Bunu dert eden, önemseyen siyasetin sonuna kadar yanındayım." diye cevap verdi.

Seçim gündemiyle oradan oraya savrulan güncel siyasetin içinde, birbirleriyle tezleri üzerinden tartışan bu akademi dünyasına kulak verelim biraz. Siyasetçileri ve yaptıklarını bir de onlardan dinleyelim.

- Son dönemlerdeki yazılarınızdan dolayı size Kürt sağcısı diyorlar. Bunun bir hakaret olmadığını mı düşünüyorsunuz yoksa Kürt sağcısı olmadığınızı mı?

Kürt sağcısı değilim. Marksist bir ekolden gelen ama Marksizm’i ve solu ağır eleştiren biriyim. Hayır bu bir hakaret değil çünkü sağcı olmak kötülükle eş tutulamaz. Ayrıca insan haklarını, özgürlükleri savunmak solun tekelinde değildir. Örneğin; totaliter sosyalizm de sağ özgürlükçü ve insan haklarının savunucusuydu. Birçok sağ diktatörlüklerde ise sol daha özgürlükçü ve insan haklarının savunucusuydu. Ya da bir dini lider olarak Dalai Lama özgürlükleri çok iyi savunan bir insandır.

Benim Barzanici, Kürt sağcısı hatta faşist ve ırkçı olduğum ve Sünni bir okuma yaptığım iddia edildi! Irkçılık yapabilmeniz için tahakküm araçlarına sahip olmanız gerekir. Oysa ezilen uluslar bırakın tahakküm araçlarını, kendini savunabilecek araçlardan bile yoksundur. Örneğin; Belçikalı beyaz entelektüellerin, Afrikalılara ırkçısınız demeleri etik açıdanbir sefalettir.

- Neye bağlıyorsunuz bu tepkiyi?

Elbette ben bütün yazılanların altında yatan öfkeyi çok iyi anlıyorum. Bu beyaz kibrin ve de beyazlığa terfi edenlerin, entelektüel ve sol bir kabadayılıkla yol kesme, itibarsızlaştırma ve misilleme girişimiydi. Tartışma kuralları baştan ihlal edilmişti. Bu tartışma kültürünün zayıflığını ve farklılıklara tahammül katsayısının düşüklüğünü gösteriyor.

Hakikat arayışı ideolojik cemaatleri ve rahiplerini rahatsız ediyor. Önce farklı düşünceler tahammül etme kültürünü geliştirmemiz gerekiyor.

KÜRT ENTELİJANSİYASI KOLONİZE EDİLMİŞTİR

- Protez akıl ile sömürgeciliğin yeni dünya düzenindeki versiyonunun Kürtlere dayatıldığını mı düşünüyorsunuz? Kürtler bugün değil, uzun yıllardır bu 'protez akıl' ile mücadele etmiyor mu?

Protez akıl bir hükmetme ve kolonize etme teknolojisidir. Ezilenlerin boyun eğmelerini sağlamak için savunma araçlarından yoksun bırakılmaları ve özellikle efendinin programladığı protez akıl ile ikame edilmesi gerekir. Böylece bağımlılık ilişkisi süreklileştirilir. Horkheimer «Araçsal Akıl» kavramını endüstri toplumundaki ezilen geniş kitleler için kullanmıştı. Ama bu aslında global düzeydede bir hükmetme aracıdır. Yani egemen ulusların geri kalmış/bırakılmış uluslara hükmetme teknolojisi olarakkullandığı bir kavramdır. Kürdistan’da ise protez akıl sadece zavallılaştırmaya değil aynı zamanda kendi kendini kolonize etmenin aracıdır. Bir başka deyişle kendi inkarının aracıdır.

Kürdistan bir uluslararası sömürge (ortak yağma) olduğu için bu protez akıl hem bölgesel hemde yeni dünya düzeninin dayatması olarak büyük rol oynuyor. Bu bölgesel ve uluslararası düzlemde aynı dönemin icadıdır denilebilir.

- Mustafa Kemal'in kurduğu düzeni bunun miladı olarak sayabilir miyiz yoksa daha mı gerilere gidelim?

Aslında bunu Mustafa Kemal ile değil de İttihat Terakki ile başlatmamız gerekiyor. Türkiye’de (Türk-Kürt) bugünkü zihin dünyasının mimarları Jön Türkler ve İttihat Terakki’dir. Batı jakobenliği ile doğu despotizminin bir sentezi olan İttihat ve Terakki, totaliter bir Cumhuriyet kurmuş ve asla düşünsel özgürlüğe izin vermemişti.Protez akıl zihinsel/düşünsel-ruhsal dünyanın bir tür kolonize etme aracıdır. Kürtlerin özgürleşme mücadelesine baktığımız zaman daha çok fiziki alana yöneliktir. Ama protez akla karşı mücadelenin çok zayıf olduğunu söyleyebilirim. Bunun için sadece bazı göstergelere bakmak yeterlidir. Örneğin;anti-kolonyal literatüre biz Kürtler neredeyse hiçbir şey katmadık. Kürt akademi dünyası, entelektüelleri, siyaseti kolonize edilmiştir.

- Kürt siyasal mücadelesi, Türkiyelileşme bağlamında 'farklı görüşlerin biraradalığı' fikrini hayata geçirmeye çabaladı. Gündem de günlük siyaset de bu aksın gölgesinde ilerliyor. Bu temel fikir yanlış mı anlaşıldı sizce? Çünkü, CHP ve AKP'nin de ısrarla altını çizdiği ve reyting aldığı üslup, tek tipçilik değil, "ne olursan ol gel ama bana gel" siyasetiydi. HDP'nin mesajını bunlardan ayıran neydi?

Öncellikle sorulması gereken zamanın ruhunu belirleyen kim? Gündeminiz, hayallerinizin sınırları bile önceden programlanmayla oluşturuluyorsa siz oyunun önemli aktörü değilsinizdir. Size biçilen role uygun oynuyorsunuz demektir. Bu bağlamda Türkiyelileşme, sol tarafından Kürtler için dizayn edilen yeni bir elbiseydi. CHP veya AKP hatta tüm sol partilere kadar "ne olursan ol gel" söylemi özünde ‘Türklük Sözleşmesi’ne halel getirmemek koşuluyla «zamanın ruhuna» uygun yapılan bir tarz-ı siyaset idi. Bir başka deyişle; Türklük sözleşmesinin restorasyonuydu. Bu restorasyon, Kürtler için «Türkiyelileşme» olarak formüle edildi. Oysa Türkiye’deki problem, inkâr üzerine kurulmuş olan bir toplumsal sözleşmedir. Bu sebepledir ki, yüzyıllık siyasal istikrarsızlık her 10 yılda bir darbelerle, toplumsal sözleşme yani anayasa ile yeniden dizayn edilmeye çalışıldı. Bu nedenle sorun farklı görüşleri bir partide toplayarak değil, farklı olan tüm kimlikleri eşit şartlar ve haklarla toplumsal sözleşmede kabullenerek çözülebilir. Halklar dinler, diller için barış içinde yaşamanın ön koşulu budur. Çok uzağa gitmeye gerek yok. Irak’ta Kürtler - Araplar, Kıbrıs’ta Türklerle Rumlar arasındaki toplumsal sözleşme bile örnek alınabilse çok yol kat edilebilir.

- Kürt hareketinin temelini attığı bir zemin üzerinde; sol siyaset, toplumsal cinsiyet mücadelesi, ekolojik hareket, yani işçiler, emekçiler, kadınlar, hayvanseverler, doğa severler, sekülerler, susturulmaya çalışılan meslek grupları, antikapitalist müslümanlar, temsiliyet bulamayan azınlıklar bir araya geldi. Yazılarınızda da sık sık altını çizdiğiniz marjinallik ve marjinallerden kastınız bu mudur?

Kürt siyasi hareketi, Türkiye’nin sınıf, hayvan severler, çevre ya da sekülerizm hareketi değildir. Yukarıda saydığınız bütün hareketler, bir ulusun içinde öznellik taşıyan hak mücadeleleridir. Kaldıki bu grupların hepsi birbiriyle de her konuda hemfikir değildir. Bütün bu saydığınız grupların ortak zemini, Türklük Sözleşmesi midir yoksa Kürt siyasi hareketi midir? Bütün bu farklı grupları sadece bir partinin temsil etmesi zaten pratikte mümkün değil. Üstelik gerçekçi değil. Ama otoriter bir rejime karşı ortak bir siyasi tavır veya seçim ittifakından bahsedilebilirdi. Pratikte yapılan bu değildi. Bütün bu gruplar HDP’nin ana taşıyıcısı olan Kürtlerin ulusal haklarından vazgeçmesi ve Türklük sözleşmesine biat etmesi önkoşuluyla destek sundular. Sadece destek değil HDP’nin karar alma mekanizmalarında aldıkları oy oranının çok üstünde bir temsiliyet elde ettiler. Ayrıca bu gruplar sadece Türkiye’de değil, aynı zamanda Kürdistan’da da mevcut. İşçi sınıfı, anti-kapitalist müslümanlar, feministler, çevreci hareketler Kürdistan’da zaten var. Ama bunlar mevzubahis bile edilmiyorlar. Marjinalden kastım toplumsal bir geniş tabanı bulunmayan ileri hareketler demek istiyorum. HDP geniş seçmen tabanının özellikle de Kürtlerin istemlerini değil, marjinal grupların istemlerini tatmine çalışan sol popülist bir siyaset izliyor. «Seni başkan yaptırmayacağız» sloganı sol popülizmin bir tezahürüydü. Geziden beridir bir maceranın içine çekilmeye çalışılan Kürtlere de bunun maliyeti çok yüksek oldu. Oysa, Kürt siyasetinden beklenen 100 yıldır çözülmeyen Kürt sorununa ve kazanımlara odaklanması idi.

- Hangi birikimini eritti mesela? "Kürtlerin 100 yılda elde ettiği ulusal sermayeyi ideolojik sermayeye havale ettiğini" yazmıştınız daha önce de.

Kürt siyaseti bütün diğer ulusal hareketler gibi çifte karaktere hatta birden fazla karaktere sahip. Ulus, sınıf, kadın, çevre gibi… Başat olan ve acilen çözülmesi gereken ilk etapta ulusal sorundur. Ulusal sembollerin yerine ideolojik sembolleri geçirirseniz çok seyi eritirsiniz.

"KÜRTLERİN İHTİYACI KÜLTÜREL DEVRİMDİR, İDEOLOJİK DEVRİM DEĞİL"

- Geçmişten bu yana devletler ve hükümetleri, bir ulus savaşı güdüyorsa Kürtlere yönelik, o zaman bunun anlaşma ve tartışma zemini de ulus siyasetiyle cevap vermeye alan açsın diye mi düşünüyorsunuz?

Evet, çünkü yaşanan bir ulusun ölüm kalım savaşı. Tüm bu farklı toplumsal katmanlar ilk etapta farklı kesim ve görüşlerden gelseler de ulus sorununda öncelik sahibiydiler. Ama Kürt siyasi aktörleri ideolojik önceliklere ağırlık veriyor. 100 yıldır Kürtler; Newroz gibi, Kürt edebiyatı ve dilindeki gelişmeler gibi, ulusal değerlerini korumaya çalışıyor. Fakat bu çok cılız bir çaba olarak kaldı. Oysaki uluslar için hayati öneme sahip olan kültürel devrimdir. İdeolojik devrim değil. Örneğin; son 50 yılda teknolojiden ve de devlet politikalarından kaynaklı Kürt dilinde Zazaca ve Kurmanci dillerinde çok ağır bir asimilasyon yaşanıyor ama Kürt siyasi partileri, düşün dünyası ve sivil toplum kuruluşları bu asimilasyon karşısında önlem almadıkları gibi, pratikleri bir self-asimilasyondur. Kültürel olan dil, semboller ve değerlerin yerine ideolojik bir dil ve sembollerle doldurulmuştur. Kısaca binlerce yıllık kültürel ve tarihsel değerler (ulusal sermaye) ideolojik sermaye tarafından eritiliyor ve de iktidarda kalma-iktidarın devamı için folklorize edilen bir araç olmaya başladı. Diyarbakır, Van gibi büyük şehirlerde dahi Kürtçe konuşulmuyor neredeyse. Ama Stockholm’de doğan bir çocuk Zazaca ya da Kürtçe öğreniyor! Peki neden? Kürt siyasi hareketleri, STK’lar ve düşün dünyası bu soruyu kendilerine sormalılar. Bu kültürel eriyişe ve çözülüşe karşı nasıl bir kültürel seferberlik planlıyorlar, stratejileri nedir? Bilmiyoruz! Kurucu felsefe önemlidir. Yani Kürtlerin kendi toplumsal sözleşmeleri olmalıydı ve kurucu güçler toplumsal gerçekliğe uzak bir sosyal-politik mühendislikle kurgulanmış bir ideolojik sözleşmeyle bir ulusun sorunu çözülemez.

İNSAN HAKLARI SİYASETİN PAZARLIK KONUSU DEĞİLDİR

- Türkiye solunun durduğu yerden bakmaya çalışalım biraz da. Kürt siyasal hareketiyle birlik olmasına neden ihtiyacı var? Üstelik her iki taraf da eleştirilerden nasibini alırken? Ki Türkiye solu içinde birçok Kürt karakter barındırıyor. Anladığım kadarıyla, siz siyasi hedefler bağlamında bir çelişki, tutarsızlık ve savrulma görüyorsunuz. Doğru mudur?

Kürt siyasi hareketi ile Türkiye solu neden birlik olsun ki? Biri ulus, diğeri sınıf hareketi. Hedefleri ve öncelikleri farklı. Ayrıca kısa Türkiye siyasi tarihinde Kürt solu başarısını Türkiye solundan ayrılmaya borçluyken! Türkiye solu içindeki kitlesel olarak yer alan Kürtlerin durumu ise siyasal kolonyalizm ile açıklanabilir. Evet haklısınız Kürtler sadece Türkiye solu içinde yönetici yada söz sahibi olmuyor. Devletin en yüksek mevkilerinde de söz sahibi yada yönetici olabiliyor ama sadece Kürt olamıyor! Özellikle solun toplumsal kurgusu toplumsal olgularla çok da bağdaşmıyor. Sol Marx’tan beri etnisite, ulus gibi değerleri hep itibarsızlaştırıp, aşağılamaya girişti. Bu kavramların yerine atomize edilmiş bireyler yığınının toplamı olan ‘halk’ kavramını tercih eder. Çünkü olgulardan değil kendi kurgusu olan homojen bir işçi sınıfı tahayyülü var. Binlerce yıllık bir geçmişi olan etnik kimliklerin üzerinden buldozerle geçmek bir siyasal müteahitlik felaketidir. Geriye ise sadece devlet üretme çiftlikleri kurmuş olursunuz. Ortada etnik ya da ulusal problemler varsa olaya etnik-ulusal açıdan bakmak gerekir. Kaldı ki bunlar doğal haklar-yani dil, din, kültürel değerler- siyasetin pazarlık konusu değildir. Savaşların nedeni bu kimlikleri aşağılamak, görmezden gelmek ya da tanımazlıktan gelmektir. Toplumsal yada dünya barışı için önce uluslara yada etnik kimliklere eşit statü ve haklar tanımakla işe başlamak gerekir. Liberalizm, sosyalizm, işçi sınıfı yada demokrasi adına katliamlarla ve asimilasyonlarla yok edilen halkların mezarları üzerine barış ve özgürlük inşa edilemez.

- HDP'de parti içi temsiliyet sorunları olduğu kanısındasınız. Kürtlerin bugünkü psikolojik umutsuz ve yorgun hallerini, temsil edilmeyişlerine mi yoruyorsunuz?

HDP'de sadece parti içi temsiliyetler değil, parti içi demokratik işleyişler sorunu var. Aday belirlemeden tutun, taban ve seçkinler arasındaki uçuruma kadar. HDP’nin kuruluş süreci problemliydi. Bir ‘oldu bitti’ye getirildi. Tabanın isteği değildi ya da tabanın iradesine çok da başvurulmadı. HDP, Türkiye parlamentosunda diğer Türk partilerine nazaran elbet daha demokratiktir. Ancak belirtmek gerekiyor ki yürüttüğü politika birçok alanda karşıtlarına benziyor. Bir Kürt partisi olmadığı için, Kürt sorununu çözebilecek bir aktör durumunda değil.

- "Sol kayyım" tanımlamanız çok eleştirildi. Sanırım 'atama' deseniz bu kadar tepki çekmezdi. Devlet ile aynı kefeye konmak rahatsız ediyor Türkiye solunu. Tıpkı, toplumsal cinsiyet tartışmalarında olduğu gibi. Tamam birlikte siyaset yapılmayabilir ama devletin atadığı muktedir ile aynı mı sizce?

Bu soru için tartışmayı açmadan evvel bir karşı soruyla başlayayım. Muktedir sadece beyaz sağ, ya da beyaz İslamcı partiler midir? Beyaz sol, beyaz entelektüeller muktedir olmuyor mu? Devletler sadece İçişleri Bakanlığı, Eğitim Bakanlığı, Emniyet güçleri gibi bir mekanizmadan ibaret değildir, aynı zamanda öğretmeni, aydını, gazetesi,muhalefeti ile düşünsel bir kurumdur. Keza sömürgecilik kurumu da öyle. Solcu olmanız, sömürgecilik kurumunu ortadan kaldırmıyor. Yabancı tahakküm-yönetim sömürgeciliktir. Ama Türkiye’de sağ entelektüel dünyadan sol entelektüel dünyaya kadar herkes, emperyalizmi hep dışarıda arar. Bir sömürge olarak Kürdistan, bir emperyal güç olarak Türkiye akıllarına gelmez. İsmail Beşikçi’nin sömürgecilik tezi görmezden gelindi. Son tartışmalarda da benim bir sömürgecilik hikayesi anlattığım iddia edildi. Bunun yerine «ortak vatan», «kardeşlik» projeleri öne çıkarıldı. Bu söylemlerde bile sağ ile sol arasında çok ciddi bir fark yoktur. Ama şunu belirtmek gerekir ki sömürgeciliği soldan meşrulaştıran Kürt düşün dünyası ve siyasetidir.

"KÜRTLER HDP’DEN AYRILSA GERİYE NE KALIR?"

- Sizinle benzer yerden bu soruna bakmayan birçok insan gibi, sizin gibi de düşünen büyük bir kalabalık olduğunu söyleyebiliriz. Kürt hareketi de HDP'den benzer şekilde ayrılabilir mi? Bu nasıl bir etki yaratır?

Kürt-Türk ilişkisinde asimetrik bir durum mevcut. Seçkin ve ayrıcalıklı konum Türkiye soluna ve sağına aittir. Ayrıcalıklı sefalet ise Kürde ait. Kürtler deyim yerindeyse kendilerini feshederek HDP’ye katıldılar. Peki şimdi Kürtler, HDP’den ayrılırsa HDP’den geriye ne kalır? Pek bir şey kalmaz doğrusu.

KÜRTLERE BİR TOPLUMSAL KONSENSUS LAZIM

- Yerel seçim öncesi, Kürt partileri bir araya gelerek, seçimlerde ortak hareket etti. El ele tutuşup bir fotoğraf da yayınlandı. Bu birlikteliğin reel gücü nedir sizce? Türkiye solu ile yapılamayan neleri yapabilirler? Yine merkezi bir iktidara bağlı siyaset değil mi bu? Tüm bu enerji seçim için midir yani?

Soruyu tersinden soralım. Türkiye soluyla yapılan ve gösterilen siyasal cömertlik neden Kürdistan partilerine gösterilmedi? Şunu söylemek lazım, Kürtler kendi arasında bir iç barış ve birlik yapmadığı sürece dışarıda aradıkları birlik projeleriyle hedeflerine ulaşmaları pek gerçekçi görünmüyor. Kürtlere bir toplumsal konsensus lazım. Buna asgari müştereklerle başlanabilir. HDP’nin bir Kürt partisi olmadığı zaten belirtiliyor. Yani Kürtler aslında bir aktör değil siyasetin faktörleri (Kürt Faktörü) durumundadır. Kürtler arası birliktelik ulusal temelde olmadığı sürece sorunun siyasal bir çözümü yoktur. Bunu ben söylemiyorum, görünen bir resim var karşımızda.

- Ekrem İmamoğlu gündemi Türkiye günlük siyasetinin hemen her noktasında. Kürtlerin desteği kazanmasında büyük rol oynadı. İmamoğlu tam da kitleselleşmişken karda ayağı kaydı. Gizli görüşmeleri ortaya çıktı. Bu kaygan zeminde HDP nerede nasıl durmalı?

Kürtler HDP ile birlikte, 25 milyonluk bir halkın siyasal aktörü olmaktan kendini çıkarmış, siyaset alanında kendini bir Kürt faktörü durumuna getirmiştir. İmamoğlu ya da temsil ettiği CHP, Türkiye’de Cumhuriyet’in kuruluş felsefesinin sahipleridir. Katı inkârcı ve anti-demokratik Cumhuriyet onların eseridir. CHP bu inkârcı durumundan milim adım geri atmamış, tam tersine Barış döneminde MHP ile beraber AKP’nin yakasına yapışmış, AKP'nin Barış Süreci ile ülkeyi sattığını iddia etmiştir. Hakeza başta Selahattin Demirtaş’ın ve diğer parlamenterlerin dokunulmazlıklarını kaldırıp, hapiste çürümeleri için oy vermiştir. HDP otoriter bir yönetime karşı stratejik olarak CHP’ye deyim yerindeyse karşılıksız bir çek, politik kredi vermiştir. Fakat buna karşılık CHP demokrasi konusunda, yeni anayasa konusunda, parlamenter sisteme geri döneceği konusunda hiçbir şey söylememekte, «Her şey güzel olacak» gibi söylemlerle siyaset yapmaktadır. Oysa sorulması gereken, CHP Kürt sorunu konusunda bir barış projesiyle masaya tekrar dönecek mi? Dersim Katliamı için özür dileyecek mi? Dersim ismini ve diğer değiştirilen bütün yerleşim alanlarının isimlerinin iade edilmesi için çaba gösterecek mi? CHP tüzüğünü ve tabelasını Kürt şehirlerinde seçime girerken Kürtçe de yazabilecek mi? Devletin, Güney Kürdistan Hükümeti ile ticari yahut siyasi görüşmelerinde Kürdistan bayrağına tahammül edebilecek mi? Kıbrıs’taki Türkler için uygun gördüğü çözümü, Türkiye’de Kürtler içinde bir federatif yapı olarak düşünebilecek mi? Anadilde eğitim hakkını savunacak mı?

Önümüzdeki seçimler gelmeden bunları sorgulamak ve pazarlığını bunun üzerinden yapmak Kürtlerin görevi olmalıdır.

- Şimdi bu söyleşiyi okuyan hemen herkes, sizin ‘neci, kimci’ olduğunuzu düşünüyor olmalı. Bu nedenle ben de sorayım; sizin tezahür ettiğiniz, hayalinizdeki Kürt siyasal mücadelesini resmedebilir misiniz?

45 milyon Kürt ulusunun bir ferdiyim ve bu ulusun başına gelen felaketleri kendime dert edip çözüm arayan biri olduğumu belirteyim.

Kitlelere ve ezilenlere sadece bir tane ‘devrim yolu’ olduğunu söylemek, hedeflenen devrimin kendisine ihanettir. Yeni özgürlük teknolojilerine başvurulmalıdır. Madem Kürtler Müslüman bir halk, sivil itaatsizlik, sivil Cuma namazlarıyla da sürdürülmedir. Bakın sadece var olanla mücadele etmek zorunda değilsiniz. Yeni inşa alanları yaratabilirsiniz. Kültürünüzü, sosyal yapınızı, düşün dünyanızı yeniden inşa edebilirsiniz. Kürtler bir bütün olarak sadece siyasal, daha doğrusu ideolojik alana gereğinden fazla ağırlık verdiler. Bu değişmek zorunda. İdeolojik makinaya dönüşen kitleler refleksif yeteneklerini kaybederler. Bu nedenle de manipülasyona çok açıktırlar. Daha çok ulusal sorunlara, kültüre, ulusal ve toplumsal bilince yatırım yapılmalıdır. Katalanlar bu stratejiye en iyi örnektir. 100 yıldır çok fazla fiziki çatışma alanına uğramadan sadece kendi dillerine eğildiler ve ulusal bilinçlerini güçlendirdiler. Bir başka alan ise çoğulculuk. Kürt siyasetinde çok seslilik eksik. Herkes birbirine ‘hain’ kavramı üzerinden siyaset yapıyor. Bir eylem biçimini mi eleştiriyorsun, o zaman hainsin! Oysa demokratik ittifak yapılan hiçbir sol ya da sağ partiye ‘hainlik’ söylemi üzerinden siyaset gütmüyor. Kürtler, kendilerine dönük bir iç barış yaşamak zorunda. Bu sebeple, demokrasi kültürünü geliştirmek, kaçınılmaz bir ihtiyaç. Yani Kürdistan’ın kendi içinde, özerk bölgeler, inançsal, dilsel ve güç paylaşımı politik temsiliyet düzeyinde bir federatif yapı oluşturulmalı kısacası uzlaşmacı bir demokrasi Kürdistan’da geliştirilmeli.

Öne Çıkanlar