HDP’ye dair

Türk soluyla geniş bir rahatlıkla 'bileşen hukuku' oluşturmakta zorlanamayan HDP, ayırt etmeksizin diğer Kürdî hareketlerle neden bir araya gelemediğini de zorlanmadan izah edebilecek midir?

Siyaset sosyolojisinin konusu olan toplumsal değişimleri ve bu değişimlere gösterilen toplumsal dirençleri doğru analiz edemeyen hareketlerin uzun soluklu ve verimli bir siyaset güdemeyecekleri, toplum nezdindeki karşılıklarının kalıcı ve sonuç alıcı olamayacağı kesin gibidir. Hatta bu realiteyi görmezlikten gelen siyasal partilerin kendileriyle beraber seçmenlerini çok yordukları halde sonuçta kitleselleşemeyip başarılı olamadıkları da rahatlıkla söylenebilinir.

Tüm parti ve örgütler için geçerli olan bu genel girişten sonra;

Seçim anketleri, HDP’nin merkez yoklama ile belirlediği aday profilleri ve Demirtaş’ın son demeçleri irdelendiğinde, tüm olumsuz koşullarına rağmen Demirtaş’ın alacağı oy oranının, AKP ve CHP’yi dışarıda tutarsak geriye kalan diğer tüm partilerin oy oranından daha fazla olacağı bekleniyor. Bu durumda herkesin Demirtaş’ı mercek altına alıp onun toplumdaki pozitif karşılığının sebepleriyle yüzleşmesi gerekmez mi? Bu cazibe sadece karizma işi değil. Bu; kraldan daha fazla kralcı olmamak, samimî olmakla alakalı bir durum. Bu sosyolojiyi doğru okumakla, evrensele uçarken yerellik realitesini ıskalamamakla alakalı bir durum.

Aday listeleri daha belirlenmemişti ki mahpus ‘müslüman solcu’ Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş’ın önemli bir demeci medyaya yansıdı:

"Müslüman halklarımızı kapitalist modernite karşısında sahipsiz mi bırakacağız? Sayın Öcalan’ın da altını defaatle çizdiği gibi demokratik İslam perspektifi bu açıdan bir daha ciddiyetle ele alınmalı ve pratikleştirilmelidir…"

İşte halk arasında dolaşan ve bu yazıda tercümanlık yapmaya çalıştığım çift şıklı eleştirinin birinci şıkkı:

HDP’ye oy veren seçmen kitlesinin yüzde sekseninin Kürdlerden, dindar ve muhafazakârlardan oluştuğunu biliyoruz. Böyle bir partinin yine o tabana hitap edecek yine çoğunlukla o seçmenin emekleriyle meclise taşınacak adayları arasında özgürlükçü dindar kimliklerin bir hayli az oluşu ciddi olarak eleştiri konusu ediliyor!

Evet, siyaseten bile olsa Anadolu’da, Kürdistan ve Arabistan’da Dine ve dindarlara olan ihtiyacı Demokratik İslâm adı altında İmralı’daki Öcalan görüyor, cezaevindeki Demirtaş vurguluyor da bunca emek, birikim ve tecrübeli kadrolarına rağmen Ankara’daki HDP yeterince göremiyorsa yakın gelecekte HDP ve HÜDA-PAR'ın dolduramadığı bu geniş boşluğu başkaları doldurmayı bilecektir.

Soruna sadece aritmetik olarak yaklaşsak bile bu seçimde HDP’nin çıkarabileceği 60-80 vekil arasından profesör Kadri Yıldırım, Altan Tan, Adem Geveri ve Mehmet Ali Aslan gibi Kürdîliğe duyarlı ve İslami kimlikleriyle tanınan dört değerli vekilin eksilmesine karşılık yine böyle bir kimlikle tanınan değerli tefsir profesörü Nureddin Turgay’ı İzmir 2. Sıradan göstermekle meseleyi geciştirmek en hafif ifadeyle ‘konjönktürün icabına bakamamak’ olarak okunup yargılanacaktır. Nitekim CHP ve Saadet bile bu konuda attıkları adımlarla HDP’den geri durmadılar.

Ortadoğu’da radikallerin ve Türkiye’de iktidarın Din’i doğru temsil edemeyişleri sonucu dincilere yöneltilen haklı eleştiriler yine de bu coğrafyanın Din’in anlam ve önemine olan ihtiyacını düşürememiştir. Sahte parayla mücadele etme iddiasında olanların geçer akçelerini çıkartmak, gerçek paraya değer biçmek gibi bir sorumlulukları vardır. Onun için doğru dindarları yanına almadan Kürd Sorunu da dahil kronik sosyo-siyasal sorunların çözücülüğüne soyunanların ciddi emekleri, evrensel mesajlarıyla beraber ciddi mesafe alamayışları ve halklar tarafından yeteri kadar "milli-yerli" bulunamayışları bu davamızı ispatlar niteliktedir. Baksanıza siyasal istikrarsızlık ve çöken ekonomisiyle ülke tam bir darbboğazda olmasına rağmen "milli ve yerli" iktidar hala ciddi bir çoğunluğa umut olmaya devam ediyor…

Hak, hukuk, adalet ve özgürlükler gibi İslam’ın da olmazsa olmazları olan ‘büyük insanlık şemsiyesinin üç-beş ‘dindar demokrattan’ çok daha fazlasına ihtiyacı olduğu açıktır. Cumhur ve Millet İttifakı’nın dışında üçüncü alternatif iddiasını taşıyan ‘Erdemliler İttifakı’nın Kürdistan, Ortadoğu ve Anadolu sosyolojisiyle ve o sosyolojinin dominant faktörü olan Din ve dindarlıkla gecikmeden ciddi bir yüzleşme raunduna girmesi ve terlemesi gerekiyor.

"HDP’nin özgürlükçü solla yapılan anlamlı ittifakın en azından bir benzerini dindar ve yurtsever Kürdlerden esirgemesinin ne gibi bir mantığı olabilir?" şeklindeki tabandan başlayan yapıcı sorgulamanın tavana taşınması şarttır.

Gelelim eleştirinin ikinci şıkkına:

Yine ne diyordu Kürd Selahattin?

"Kürt ittifakına ihtiyaç var. Halkımız sabırsızlıkla bekliyordu. Taraflar özverili davranıp başarmalıydı. Fedakârlığın büyüğü HDPye düşerdi. HÜDA-PAR dâhil tüm partilerle ulusal ilkeler zemininde buluşmalıyız."

Şimdi; Kürdlerin tarihi sorunu olan ‘ulusal İttifakı’ Başur, Bakûr, Rojava ve Rohjhilat’ta savunan Kürd siyasal aktörlerinin daha bunu Türkiye’deki Kürd hareketleriyle başarmaktan aciz kalması ayrıca tartışılmaya değer bir paradoks değil midir? Diğer bir deyişle niteliklerini sorgulamadan söylüyorum toplumdaki temsiliyetleri ve aldıkları oy oranları hakikaten çok düşük olan Türk soluyla geniş bir rahatlıkla "bileşen hukuku" oluşturmakta zorlanamayan HDP, ayırt etmeksizin diğer Kürdî hareketlerle neden bir araya gelemediğini de zorlanmadan izah edebilecek midir?

Belki bu dostça sorgulamayı yapanların da oyuyla barajı geçtikten sonra ama; kamuoyu, HDP kadrolarından bıkmadan usanmadan kendilerini Ankara’ya taşıyan cefakâr, fedakâr ‘Kürdlerin Kadîm Hukuku’ için aynı performansı niçin sergileyemediklerinin cevabını bekleyecektir.

Madem siyaset halk için yapılır ve halka rağmen siyaset olmaz; tüm siyasal partilerin anti demokratik bir yöntemle seçmen iradesini by-pass edip merkezden atayarak halkın önüne dikte ettiği adayların en azından kendi seçmen profillerini yansıtacak nitelikte olmaları sağlıklı ve etik olanıdır. Aksi taktirde gözü açık olması gereken halkların hiçbir parti, grup ve oluşuma açık çek verme gibi bir lükslerinin olamayacağı gerçeğiyle karşılaşmaları kaçınılmazdır.

Bitirirken şunu da ekleyeyim; devletin OHAL’le, kanun hükmünde keyfiliklerle birlikte ayyuka çıkan haksızlıklarına; sabırları zorlayan, bıktırıcı, sindirici, kamplaştırıcı, sömürücü, söz ve eylemlerine karşın toplum bu seçimi fırsat bilip derin bir nefes almak, normalleşmek, sakinleşmek istiyor. Siyasal partilerin de seçim çalışmaları boyunca şimşek çakan naralar değil halkların bu özlemine paralel olarak rahatlığa ve huzura kapı aralayacak bir siyaset dili ve üslubunu temsil etmeleri gerekiyor.

Onun için bu seçimin kazananı sağ-sol değil bir şekilde sistemden darbe yemiş, haksızlığa uğramış, tadı kaçmış ve geniş bir alana yayılmış mağdurlar, mazlumlar, memnuniyetsizler kitlesi olacak diyorum! Özetle; demode olmuş klasik ve başarısız söylemlere mesaimizi teksif etmek yerine kutuplaşmayı yenecek, gerginliği dindirecek kuşatıcı söylemlere ve adalet gibi halklara güven aşılayacak erdemlere yüklenmek umut va’d eden doğru siyaset olacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi