Her savunma '15 Temmuz'da kumpas' şüphesini körüklüyor

Savunmalar dikkatle izlendiğinde, savcıların ve siyasi iradenin ısrar ettiği 'FETÖ' oluşumu konusunda, sanıklar arasında, somut bir veri anlamı taşıyan bir 'çözülme' olmadığı anlaşılıyor.

Öyle muamma dolu bir darbe girişimi ki bu, çözdükçe dolaşıyor.

Çözdükçe kelimesi de abartılı tabii; elimize geçen veriler, sadece iddianameler ve şimdi işitmekte olduğumuz savunmalar.

Biliyoruz ki, Türkiye'de bağımsız medya kalmadı. Eskiden, Balyoz ve Ergenekon gibi davalarda, en azından, medyanın bir kesimi, iddianamelerdeki boşlukları eleştirel gözle inceleme ve savunmaları dikkatle haberleştirme imkanına ve isteğine sahipti.

Artık başka bir dünya var.

Oysa yargı hep aynı; her zamanki gibi politize, devletin hizmetinde ve şu temel ilkesi hiç değişmeden yola devam ediyor:

Masumiyeti ispatlanana kadar herkes suçludur.

Her neyse.

Karşımızdaki muamma çok büyük.

Dilerseniz, 15 Temmuz kalkışmasının merkezi davalarından biri olan ve kanlı girişimin 'komuta merkezi' olduğu iddia edilen Akıncı Üssü'nü merkez alan 486 sanıklı davada Salı günü yapılan iki ilginç savunmayı fazla araya girmeden buraya alayım.

Üssün tutuklu yargılanan eski komutanı tuğgeneral Hakan Evrim uzun bir savunma vermiş. Tam 4 buçuk saat.

Şu sözlerinin altını çizdim:

"Bu kadar general, amiral ve kurmay subayın yapacağı bir darbe planının böylesine dramatik hatalarla dolu olması mümkün değildir. TSK’nın subaylarına verdiği eğitim, özellikle NATO ülkelerinde parmakla gösterilmektedir. Dünyadaki orduları eğiten TSK’da bu tür hatalar yapan general, amiral, subay olduğunu iddia etmek saçmadır. Dolayısıyla bu kadar ehil askerlerin böyle acemice planlama yaptığını iddia etmek TSK’ya hakarettir. Ayrıca ortada bir darbe planı da yoktur, bulunamamıştır. Eğer TSK personeli bu darbeyi planlasaydı, mutlaka dökümante ederdi. Böylesine saçma bir planlama ve sevk yapılmazdı."

"Çağrıların ardından halkımız sokağa döküldükten sonra TÜRKSAT’ı vurmak ve televizyon yayınlarını iptal etmek nasıl bir mantıkla açıklanabilir? Öte yandan bombalanan Meclis binasının yıkılması için 35-40 F-16’nın kullanılması gerekmektedir. Darbenin başarısız olduğunun anlaşılmasından sonra Meclis’e atılan o bombaların ortadan kaldırılmak için atılmadığı ortadadır. Meclis’e çok yakın olan Genelkurmay’daki yüzlerce askerle Meclis işgal edilebilecekken, niçin bombalandığı da ayrıca irdelenmelidir."

"Dalaman meydanı emir komutada Balıkesir 9’uncu Ana Jet Üssü komutanlığına bağlıdır. Balıkesir üs komutanı hali hazırda tutukludur. Eğer bu general darbenin bir parçası olsaydı, ne sayın cumhurbaşkanı o uçağa binebilirdi, ne de o uçak o meydandan kalkabilirdi. Ayrıca sayın cumhurbaşkanı, saat 00.24’de konuşma yaptıktan sonra uçağın bulunduğu meydanda cumhurbaşkanını almak için bir tertibat alınması beklenmez miydi? Görüldüğü gibi darbenin en kritik hamlesi, Hollywood yapımı muhteşem bir komedi film senaryosunu andıran acemi bir planlama ve uygulamaya sahne olmuştur."

"Genelkurmay başkanı üsse geldiğinde üst komutanı olmam nedeniyle yanına gitmem gerektiğini söylediler. Yanına gidene kadar Genelkurmay başkanının darbedeki pozisyonuna veya öncesinde yaşananlara ait en küçük bir bilgim yoktu. Karargahın girişinde sivil asker silahlı pek çok kişi vardı. Hemen içeri girerek Genelkurmay Başkanına ‘Hoşgeldiniz’ dedim. İçeride Akın Öztürk paşayla beş-altı kişi daha vardı. Boş olan tek sandalye olan makam koltuğumu alarak komutanı görecek bir şekilde oturdum. O geceki olaylara ilişkin konuşuyorlardı. Ben hiç konuşmadan olanı biteni dinledim. Konuya uzak oluşum, olayların içinde olmayışım nedenleriyle ve açıkçası orada bulunmamın gereksiz olduğuna kanaat getirerek, konuşmalar sırasında bir ara telefonla arama, görüştürme lafları geçmesini fırsat bilerek ayağa kalktım. Genelkurmay başkanımıza hitaben, ‘Eğer aramak istediğiniz biri olursa, (ön tarafta bizim emir astsubaylarımızın olduğu yeri göstererek) sizi görüştürebilirler’ diyerek odadan ayrıldım. Yaklaşık bir iki dakika sonrada içerdeki grup çıktı. Gece boyunca genelkurmay başkanı ve Akın Öztürk paşanın makam odamda kaldıklarını düşünüyorum. Ben bir daha oraya gitmedim."

"70-75 kişi jandarma tarafından gözaltına alınmamıza rağmen sivil ve komando kıyafetli silahlarını teslim ettiklerinde, tam sayısını bilmiyorum ama 250-300 adet uzun namlulu modern silahın olduğuna şahit oldum. Burası benim açımdan çok önemli; O gece teslim olan kişi sayısı 70-75 kişiydi. Orada alınan 300’e yakın silah vardı."

Darbe girişimi sırasında ‘Akıncı Üssü’nde olup bitenlerle ilgili davada Özel Kuvvetler komutanlığından Gelibolu 2. Kolordu komutanlığına atanmasıyla tekrar gündeme gelen Zekai Aksakallı’yı darbe gecesi kaçırmaya çalıştıkları iddia edilen ekibin başındaki eski kurmay albay Fatih Yarımbaş da savunmasını yapmış

İfadesi şöyle:

"En üst seviyedeki komutanlarımız çok basit birkaç emir verselerdi darbe girişimi engellenir, bu acılar yaşanmaz ve birçok TSK personeli de maksatlarının tam aksiyle itham edilmiş olmazlardı. Bu emirleri verecek yeterince sebep ortaya çıkmışken, en başta Genelkurmay Başkanı seviyesinde gerekli emirler verilmeyerek felaketin başlangıcına neden olunmuştur. Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanlarını yanına çağırıp birliklerine sahip çıkmaları yönünde emirler vermeliydi. Eğer bu tedbirler alınsaydı birçoğumuz buralarda olmayacaktık. En üst seviyedeki komutanlarımızın o gün komutanlık görevlerini yerine getirmediklerini üzülerek ve çok ağır bir bedel ödeyerek görmekteyiz."

"Kıbrıs’tan, 18 Temmuz günü ayrılmak için hazırlık yaparken, Zekai Aksakallı kendisinin kurmay başkanı olan Kurmay Albay Erdinç Kocayanak ile bana bir mesaj gönderdi. Kocayanak, telefonda ‘Sana komutanın mesajını iletiyorum’ diyerek, ‘Fatih 12 Temmuz 2016’da orada ilişiğini kessin ve en geç 18 Temmuz 2016’da birliğe gelsin. Vatan millet hassasiyeti varsa daha erken gelsin’ dediğini iletti.

Ben bu mesaja bir anlam veremedim. İç güvenlik bölgesini arayıp ‘Bir operasyon var mı?’ diye sordum. Herhangi bir operasyonun, herhangi acil bir durumun olmadığını öğrendim. Komutanı arayarak emrini aldığımı ve gereğini yapacağımı kendisine arz ettim. O da bana teşekkür ederek ülkemizin zor, kritik bir süreçten geçtiğini, beni de bu yüzden çağırdığını söyledi. Bahsettiği kritik ve önemli görevin ne olduğunu anlayamadım ama; benim bu darbenin içine itilmemin yegane sebebi, Zekai Aksakallı’nın anlam veremediğim bu emridir."

Darbe girişimi gecesi Ankara’da orduevindeki odasındayken, askeri hattan özel kuvvetler harekat birliğinden arandığını ve Aksakallı’nın Gazi Orduevi’nde düğünde olduğu, güvenlik endişesi nedeniyle acil olarak yanına çağırdığının bildirildiğini anlatan Yarımbaş şöyle devam ediyor:

"Tehdidin ne olduğunu sorduğumda, beni arayan personel kendisinin de tam olarak bilmediğini ancak, Genelkurmaydan aldıkları bilgiye göre, MİT’ten normal olarak değerlendirilemeyecek yakın bir tehdit istihbaratın alındığını bildirdi. Yıllarca ÖKK’da bu tür acil emirler alan bir subay olarak bu emri hiç sorgulamadım."

''Komutanımız kendi ifadesinde anlayamadığım bir şekilde kaçırılmak istediğini ifade etmektedir. Oysa 15 Temmuz günü verilen emir gereği kendi güvenliği için oraya gittik. Koruma için gittiğimiz ekip, durumun aciliyeti nedeniyle o gün rastgele irtibat kurulan personeldir. Silahları yoktur ve kaçırma görevi için vasıfları uygun değildir. Olayda hiçbir şekilde silah kullanılmadığı gibi komutana yönelik kötü bir söz, şoförün tehdit edilip araç dışına çıkarılması gibi olaylar olmamıştır. Yanına giden karargah personeline küfür eden, onları darp ederek bölgeden rahatça giden komutanın kendisidir. Komutanın bizi kendisini kaçırmaya çalıştığımızı hangi psikolojiyle söylediğini anlamakta güçlük çekiyorum."

"Kime sorarsanız sorun Zekai Aksakallı’nın en güvendiği personel benim, herkes bunu söyler ve bu zamana kadarda öyle olduğunu sanıyordum. Maalesef kendisi de inanmadığı şeyleri söylemektedir. Benim FETÖ’cü olmadığımı en iyi Zekai Aksakallı bilir."

Bu savunmalara herhangi bir yorum eklemek gerekir mi, bilmiyorum. Eğer mutlaka bir şey eklemek gerekiyorsa, şunlar:

Savunmalar dikkatle izlendiğinde, savcıların ve siyasi iradenin ısrar ettiği 'FETÖ' oluşumu konusunda, sanıklar arasında, somut bir veri anlamı taşıyan bir 'çözülme' olmadığı anlaşılıyor. Sanıklar tecritte olduğuna göre, verilen ifadelerin arasındaki tutarlılık, yalapşap bir kalkışma yapan subay grubunun neden bu kadar birbirini tutan ifade verme gücüne sahip olduğu sorusuna da ışık tutmuyor. Ortada gerçekten muazzam bir gariplik var ve her ifade bu garipliği büyütüyor.

Demek ki, bu 'bityeniği şüphesi' büyüyecek. Dolayısıyla verilen her savunma ifadesini kalın mercekle okumak lazım. Aslına bakarsanız, iç içe geçmiş bir kumpaslar silsilesi ile örtüşen karşı-darbe süreci her türlü şüpheyi ve sorgulamayı hak ediyor.

Resmi söyleme itibar etmek yerine, yargı süreçlerini titizlikle izleyelim. Bu pilav daha çok su kaldıracak. Hem de çok.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yavuz Baydar Arşivi