İklim adaleti olmadan gerçek adaletten bahsedilemez

İnsanlığın sebep olduğu en büyük sorunlardan birisi olan iklim değişikliğine; işbirliği ve dayanışma temelinde olmayan herhangi bir biçimde çözüm bulmak mümkün değil...

Son yılların en hayranlık uyandıran protesto performanslarından biri şüphesiz, Hamburg'da düzenlenen G20 zirvesine karşı gerçekleştirilen tiyatro kurgulu zombi yürüyüşüydü. Zombi mizanseni, küresel krizin en derin yaşandığı dönemlerde gerçekleştirilen eylem ve protesto gösterilerinden en yaratıcı performans olarak artık hafızalarımızda.

 

Temelde küreselleşme, savaş ve kapitalizm karşıtı bir performans olmasının yanı sıra aslında orada eşitsiz, haksız ve adaletsiz dünyaya isyan var. Tıpkı Türkiye'de gerçekleşen Adalet Yürüyüşü gibi... Adalet için binlerce insan yollara dökülürken, bir nebze adalet için, demokrasi için çalışan insan hakları savunucularının neyle suçlandıklarını bile bilemeden gözaltına alınması gibi...

 

Son birkaç yılda o kadar çok haksızlığa, hukuksuzluğa, insan hakları ihlaline maruz kaldık ki, değil Ankara İstanbul arası, Türkiye boydan boya yürünse anlatmakla bitmeyecek...

 

Dünyanın her yeri aslında benzer bir kaderi paylaşıyor, kimi zaman çıkış noktaları, uğradıkları haksızlıklar, maruz kaldıkları olumsuzluklar farklı olsa da. Adalet arayışı, sağ popülistler, milliyetçiler, Trump'ların dünyası, kapitalizmin kaleleri gerçek anlamda zayıflayıp yok olmadığı sürece de devam edecek.

 

Çünkü adalet mücadelesi; kömür madenleriyle, taş ocaklarıyla, termik santrallerle hayatları karartılan, sağlıkları ellerinden alınan için de, tarım toprakları, dağları, akarsuları, ovaları, yaylaları yok edilenler için de, çevre mücadelesi verirken katledilenler için de, kesilen zeytin ağaçları için de, soyu kurutulan canlılar için de gerekiyor.

 

Tam bu noktada, göz ardı edilmemesi gereken bir adalet talebi var ki, o da iklim adaleti. Giderek etkilerini daha fazla hissettiğimiz iklim değişikliği sorunuyla, toplumsal ve çevresel adaletsizlik arasındaki ilişkiye bakmak gerekiyor. Toplumsal eşitsizliklerin, adaletsizliklerin sebep olduğu olumsuzluklar elbette en dezavantajlı ve en yoksul toplulukları çok fazla etkiliyor ve bu kesimleri iklim değişikliğine bağlı aşırı hava olaylarının ve ekolojik yıkımların etkilerine karşı daha kırılgan hale getiriyor.

 

İklim adaletsizliğinin temel kabulü şu yönde: İklim adaletsizliğine işaret eden önemli veriler var. Bu verilerin temel argümanı, "toplumsal adaletsizlik iklim adaletsizliğine yol açar, iklim adaletsizliği ise toplumsal adaletsizliği derinleştirir."

 

Yani, "toplumsal adaletsizlik giderilmeden iklim sorunu çözülemez. Bu demektir ki, iklim sorununun gerçek çözümü, adaletsizlik üreten ve adaletsizlik sayesinde varlığını koruyan kapitalist düzenden kurtulmakla mümkündür" diyebiliriz.

 

Hem dünyada hem Türkiye’de adaletten bu kadar bahsediyorken, Ekoloji Kolektifi Derneği tarafından yayınlanan, Ethemcan Turhan, Arif Cem Gündoğan, Cem İskender Aydın ve Mustafa Özgür Berke tarafından kaleme alınan "İklim Adaleti Mücadelesi İçin 10 Durak" başlıklı rapor, iklim adaleti kavramını enine boyuna ele almış.

 

Duraklardan biri olan "Tarihsel Sorumluluk ve Ekolojik Borç" başlığındaki şu tespitler önemli: "Ekolojik borç en temelinde erken sanayileşmiş Batı Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerinin daha önceleri 'Üçüncü Dünya' olarak da anılan küresel Güney ülkelerine 500 yılı aşkın süren sömürü düzeni ve sömürgecilik esnasında doğal varlıkların transfer edilmesinden doğan borcunu ifade etmektedir. Dolayısıyla ekolojik borç sanayileşmiş Kuzey ülkelerinin, küresel Güney ülkelerindeki insanları, parçası oldukları ekosistemleri, canlı ve canlı olmayan doğal varlıkları sömürmek yoluyla biriken, tarihsel ve güncel borcu ifade etmektedir. Bu tarihsel borç ve sorumluluk güney ülkelerindeki yapısal sömürü düzeni ve yoksulluğun temelinde yatmaktadır. Bu ifade aynı zamanda sanayileşmiş zengin ülkelerdeki ekonomik büyümenin nasıl ve ne gibi biçimlerde sömürgecilik ve doğal varlık transferini teşvik eden ihracat-odaklı hafriyatçılıkla mümkün olduğuna işaret eder."

 

Peki ne yapmak lazım, rapordan birkaç çözüm önerisi şöyle:

 

  • Enerji verimliliği, enerji tasarrufu ve yurttaş kontrolünde sürdürülebilir enerji üretiminin yaygınlaşması
  • Öncelikli olarak küresel Kuzey ülkelerinde olmak üzere küresel Güney'in zengin kesimlerini de kapsayacak biçimde küresel tüketimin radikal biçimde azaltılması
  • Sosyal adaleti tesis edecek biçimde hukuken bağlayıcı sera gazı azaltım hedeflerinin ulusal mevzuatlardan tanımlanması, hem gelişmiş hem gelişmekte olan ülkelerin uzun dönemli karbonsuzlaşma hedeflerini açıklaması
  • Sosyal ve iktisadi adaletsizliklerin olduğu yerde iklim adaleti olamayacağı bilinciyle öncelikli olarak toplumsal eşitsizliklerin eşzamanlı olarak giderilerek temiz, erişilebilir ve yurttaş kontrolünde demokratik enerji sistemlerinin oluşturulması, agro ekoloji temelinde gıda tedarik zincirinin oluşturulması, temel hizmetlerin (eğitim, sağlık, ulaşım) özelleştirilmesinin durdurulup kamulaştırılması
  • Geri dönüşü ve telafisi mümkün olmayan zararlar verecek iklim değişikliğine karşı tüm canlılar için en temel hak olan yaşam hakkını savunacak bağlayıcı bir uluslararası hukuk çerçevesinin tarihsel sorumluluk ve iklim borcu çerçevesinde oluşturulması

 

İnsanlığın eşitsiz coğrafi ve beşeri gelişmeyle birlikte sebep olduğu en büyük sorunlardan birisi olan iklim değişikliğine; işbirliği ve dayanışma temelinde olmayan herhangi bir biçimde çözüm bulmak mümkün değil...

 

Dolayısıyla, bu mücadele alanı öyle kolay kolay vazgeçilecek, ertelenecek, ötelenecek ve küçümsenecek bir mücadele alanı değil. Yürünecek, aşılacak daha çok yollar var.


Kendisi sivil itaatsizlik kavramını literatüre kazandıran kişi olmasının yanı sıra varoluşsallık, insan ve çevre konuları üzerine çokça kafa yormuş, gerçek bir çevreci olan Henry David Thoreau, "Doğa ve Yürüyüş Üzerine Seçme Denemeler" kitabında şöyle diyor:  Ambulator nascitur, non fit. "Şair olunmaz, doğulur"dan esinle Yürüyüşçü olunmaz, doğulur!

Her alanda adalet için yürümeye devam...

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Pelin Cengiz Arşivi