İstibdat ve isyan dışında üçüncü yol

Bilinçli olarak sistemin uysal adamı olarak lanse edilen Bediüzzaman, uzun yaşamı boyunca her türlü istibdada; burjuvanın, ilmiye sınıfının ve siyasi otoritenin istibdadına karşı çıkmıştır.

Nursi, rejime itaat etmiyor ama isyan da etmiyordu. Tabi bu, devleti kutsadığından veya korktuğundan değil, masumların belaya düşmemesi içindi!

Kimilerine göre Nursi, koyu bir devletçi kimilerine göre de radikal bir devrimciydi. Kimileri ısrarla O’nu devletin çıkarlarına hizmet eden bir militan yapmaya çalışırken kimileri de O’ndan silahlı cihatçı bir örgütün veya muhalif bir Kürd partisinin başına neden geçmediğini sorgulayıp eleştiriyordu. Bu ve benzeri sorulara, beklentilere verilecek cevabın anahtar kelimesi ‘Müsbet Harekettir.

Bu makalede gayet geniş inanç, ibadet ve ahlâk alanlarındaki karşılığını değil kavramın sosyo-siyasal arenadaki anlamını da temsil eden Bediüzaman’ın duruşunu irdeleyeceğim.

Evet, O’nun İkinci Abdülhamid, İttihat Terakki ve Kemalist Cumhuriyet’in despotluklarına şiddetle karşı çıktığı doğrudur. Hatta O, Dersim Katliamına girişenleri ‘Tarihte eşi görülmemiş bir zalimlik, vatana ve millete hadsiz bir düşmanlık, zındıklık, münafıklık!’ olarak nitelemişti. Ama diğer taraftan O’nu herhangi bir siyasal partinin başında, bir 31 Mart Hadisesinde, bir Şêx Said ve Menemen Vak’ası’nda görmediğimiz de bir o kadar doğrudur.

Müsbet hareket; iki eşik arasındaki adil yoldur. Üst eşik olarak isimlendirdiğimiz istibdat; despotluk, tek kişinin görüşü ve faziletsizliktir, keyfi muameledir, zulümdür. Alt eşik olan isyan ve anarşi ise tokatı hak eden on cani yüzünden doksan masuma zarar vermektir, onları belaya atmaktır.

Yine, müsbet harekette hakikatleri gizlemek, aldatmak, aldanmak, manipülasyon, demagoji değil doğruluk esastır. Nursi; idamla yargılandığı mahkemelerde bile takıyyeye tenezzül etmemiş, doğruluğu esas tutmuş, rejimin kanunlarına itaat edemeyeceğini ama ret de edemeyeceğini açıkça dile getirmiştir. Yine hoşlarına gitmese de kendisinin her şeyden evvel Müslüman olduğunu ve Kürdistan’da dünyaya geldiğini beyan etmiştir.

Yanlış ve bilinçli olarak sistemin uysal adamı olarak lanse edilen Bediüzzaman, uzun yaşamı boyunca her türlü istibdada; burjuvanın, ilmiye sınıfının ve siyasi otoritenin istibdadına karşı çıkmıştır. Bu karşı duruş bir yüz çevirmedir, bir muhalefettir ama şiddet içerikli bir isyan değildir. Ona göre isyan, dâhili emniyeti ihlaldir. Bu ihlalde mazlumların, masumların ezilmesi söz konusu olduğu için cesaret ve metanetini hakta sebat etmeye vermiş ve sabırla kökleştirmiştir. O, tam adaletin lehinde, her çeşit zulmün de aleyhindeydi. Düşmanlarının ‘zındıklar’ olduğunu, hükümet ve adliye olmadığını belirten Nursi, hükümet ve adliyenin de haksız icraatlarından ve değişik maksatlara alet olmalarından dolayı mesul olduklarını vurgulamıştır.

Nursi’nin kendi kavramsalı olan Müsbet Hareket isminden de anlaşılacağı üzere yapmaya, inşaya, ispata, aydınlatmaya, varlık ve tamire dayalı bir faaliyet ve hareket olup kesinlikle yıkıma ve yokluğa götüren negatif bir eylem olmadığı gibi pasif bir direniş, olup bitene seyirci kalıp susmak, tembelleşip suya sabuna dokunmamak veya tamamıyla sivil bir itaatsizlik ve eylemsizlik de değildir.

Evet, tokada müstehak birkaç kişi yüzünden yüzlerce hatta binlerce insanı zarara sokmak, seküler veya dini maksatlar uğruna günümüzde olduğu gibi bireyin, toplumun ve çevrenin haklarını çiğneyip zulme davetiye çıkarmak, zarara zararla cevap vermek vicdan, şefkat ve adalete zıt olup ‘müsbet-pozitif hareket’ olarak değerlendirilemez.

Özünü zarar ve zulüm etmemenin oluşturduğu orijinal bir yöntem olan müsbet hareket; yalana, yanlışa, günaha, zulme alet ve taraf olmamakla beraber herkesin kendi doğruları ve güzellikleriyle meşgul olması, muhalefetini de şiddet içeren bir isyana vardırmadan özgürce yapmasıdır. Diğer bir tabirle iktidar ve otoritelerin hürriyeti kıran, özgürlük alanlarını daraltan, insan iradesini hiçe sayan her türlü icraatlarına muhalif olmakla beraber bu muhalefetin de yapıcı ve onarıcı olması gerektiğini vurgular.

1932’lerde "Yüzümüze tükürükleri gelmemek için veya silmek için yazılmıştır" serlevhasıyla kaleme aldığı kendi eseri Es’ile-i Sitte’de otoriter ulus devletin yanlış icraatlarını şiddetle eleştirmiş ve yapılan keyfi hukuksuzluklara duyarsız kalmamıştır. Kanunlar perdesi altında milletin kılık kıyafetine ilişmeyi, Şafiilerin Hanefileştirilmesini, Kürdlerin dilini yasaklayarak Türkleştirilmesini örnek olarak göstererek bunların keyfi, zulümlü icraatlar olduğunu belirtmiş ve karşı çıkmıştır. Bu aynı zamanda dil ve mezhep hürriyeti başta olmak üzere özgürlüklere taraftarlıktır. Demek ki, bu üçüncü yolda bir cehd, mücadele, tamir, sebat ve sabrın yanında hakkı ilan etmek ve aşırılıklara mahal vermeden sınır ve hudutta istikamet esastır.

Seîdê Kürdî her ne kadar 31 Mart, Şêx Said, Menemen gibi isyan veya kıyamlara ortak olmamışsa da rejimin bu ihtilal ve isyanları bastırırken aşırı güç kullanmasını, habbeyi kubbe yapmasını, nice sivil insanı harcayıp nicelerine de ağır mağduriyetler yaşatmasını şiddetle eleştirmiştir. Tek parti devrinin despot uygulamalarına ve keyfi icraatlarına taraftar olmadığı gibi iktidara yandaş da görünmemeye dikkat etmiştir. Hatta sarığı ve elbisesiyle de olsa her alanda muhalif olduğunu göstermiştir.

Defalarca zehirlendirme ve ağır tecrit gibi eziyetleri geçtim; 25 yıllık uzun, cefalı sürgün hayatında geçirdikleri 3 dehşetli hapis ve onlarca mahkemeyi; Âlem-i İslam nazarında nur talebelerinin rejimle barıştıkları, ona bir nevi yandaş olarak ortalıktaki zulümlerini ve kötülüklerini hoş görmeye başladıkları şeklindeki yanlış ve zararlı imajı ortadan kaldırdığı için hayırlı olarak yorumlayabilmiştir.

Uzun zamandır tekrar edilenin zıddına olarak geleneksel Sünni paradigmada devletin-otoritenin yanlış ve haksız icraatlarına itaat yoktur. Fakat her itaatsizlik bir isyanı gerektirmez. İsyan etmemek ise itaat değildir. İşte körü körüne itaat ile devrim arasındaki bu vasat, güvenli ve geniş yol bize isyan ve istipdat dışındaki üçüncü şıkkı gösterir. Bugün despot rejimlerle beraber cihatçı ve solcu örgütlerin de bir türlü yakalayamadığı fakat dünya’nın hasretle beklediği ‘doğru yol’ budur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi