Katil 142 yok artık, ama katil TMK ve KHK'lar var…

Türkiye'nin 783.562 kilometre karesi ve de Tayyip'in beş kıtadaki DOM'ları ve TOM'ları devlet terörünün sürek avı alanları durumunda…

Yaş ilerledikçe günlük kaygıları, kavgaları ve nadiren de olsa kıvançları paylaşmanın yanısıra geçmişi de anımsamak ve de anımsatmak yaşamınızın ihmal edilmez bir parçası oluyor.

Dün beni duygulandıran iki olayı art arda yaşadım.

İlki, halen Dünya Gazetesi başyazarı olan 68'in gençlik liderlerinden ve Ant Dergisi'nin yazar ve yöneticilerinden Osman Saffet Arolat'ın "Bir gençlik liderinin anıları. 1959-1974" adlı kitabı…

314 sayfalık kitabın okumasını bitirmiştim ki Artı TV'nin ekranında Türkiye İşçi Partisi'nden yoldaşım, 92 yaşındaki seçkin Kürt aydını Tarık Ziya Ekinci'yle yapılan son derece öğretici derslerle dolu röportaj…

Bu haftaki yazımı bu iki konu üzerine yazmaya niyetleniyordum ki, her sabah yaptığım gibi sol mücadelemizin kronolojisini didiklerken 12 Nisan tarihinin iki önemli olayı beni birden yıllarca öncesine götürdü:

Kavgamızın yükseliş yılı olan 1968'in 12 Nisanı'nda sol yayıncılığın seçkin isimlerinden Mehmet Ali Ermiş'i Türk Ceza Yasası'nın 142. maddesinden yargılandığı bir mahkemenin sanık sandalyesinde kaybetmiştik.

Bu acı olaydan 23 yıl sonra, komünistlerin ve Kürtlerin örgütlenme ve ifade özgürlüğünün önünde demoklesin kılıcı gibi duran Türk Ceza Yasası'nın 141 ve 142. Maddeleri 1991 yılında, yine bir 12 Nisan günü Meclis kararıyla kaldırılmıştı.

1968'in o meşum 12 Nisanı’nı anımsıyorum.

Mehmet Ali Ermiş'in Gün Yayınları ile bizim Ant Yayınları Cağaloğlu'nda, Halil Lütfü Dördüncü'ye ait bir iş hanındaydı… Bir de Bülent Habora'nın Habora Yayınları

Mehmet Ali de, Bülent de, ben de 142 özürlüydük… Yayınladığımız kitaplar, içinde mutlaka komünistlik ya da kürtçülük propagandası vardır önyargısıyla basın savcıları tarafından didik didik edilir, dava açıldıktan sonra da önce sorgu yargıçlığında, ardından da ağır ceza mahkemelerinde birer "vatan haini" gibi yargılanırdık.

Bizim Ant'tan sadece ben değil, derginin sorumlu müdürlüğünü üstlenen Yaşar Uçar, Alpay Kabacalı, Osman Saffet Arolat ve İnci Tuğsavul da İstanbul adliyesinin 142 özürlü müdavimleri oldular …

1971 darbesinden sonra İnci'yle ben sürgündeyken Yaşar, Alpay ve Osman, yine Ant'taki yazılarından mahkum olan Faruk Pekin ve Ragıp Zarakolu askeri mahkemelerin kararıyla hapis yattılar…

Mehmet Ali Ermiş 1971'in darbesini yemeye vakit olmadan 12 Nisan 1968'de 142'nin kurbanı olarak bu dünyaya veda etti.

Türkiye'deki sosyalist mücadeleye Gün Yayınları ile büyük katkıda bulunan Ermiş'in yayınladığı kitaplardan Demir Ökçe, Marksizmin Kaynağı, İhtilalin Özü, Sosyalist Savunmalar ve Çimento zaten 142 kovuşturması altındaydı.

Kitaplarının toplatılmasından dolayı uğradığı büyük maddi zararlara ve karşı karşıya bulunduğu ceza tehditlerine rağmen mücadeleden yılmamıştı. Bir süre önce enfraktüs geçirerek hastaneye yatırılmış, sorgudan orada da kurtulamamıştı.

Nazım Hikmet'in Romantikler adı altında yazdığı ve birçok dile çevrilmiş olan biyografik yapıtını Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim adı altında yayınladığında da kıyamet kopmuştu. Savcılık derhal hakkında 142. maddeden kovuşturma açmıştı.

Hakkında hastalık raporu olmasına rağmen sorgu yargıcı da yanına bir zabıt katibi alarak gizlice Cerrahpaşa Hastanesi'ne girmiş ve Ermiş'i hasta yatağında sorguya çekmeye kalkışmıştı.

Türk adaleti onun peşini hastaneden taburcu olduktan sonra da bırakmamış ve hastalık raporuna rağmen kendisini 12 Nisan'da duruşmaya celbetmekte sakınca görmemişti.

Üç çocuk babası Ermiş o gün adliyede sorguya çekilirken geçirdiği kalb krizi nedeniyle dünyaya veda etti.

Ölümü ne yazık ki Türkiye medyasında sessizlikle geçiştirildi.

16 Nisan 1968 tarihli Ant'ta Ermiş'in ölümünü "Bir sosyalist mahkemede can verdi" başlığı altında yansıttık.

Aynı sayıda yazdığım başyazıda şöyle diyordum:

"Bir ay kadar önceydi. 'Go Home!' başlıklı yazımdan dolayı ifade vermek üzere adliyeye gitmiştim. Ermiş de oradaydı. Davetiyelerimizde saat 10'da sorguya çekileceğimiz bildiriliyordu.Tam dört saat kapıda bekletildik. 'Hastayım, bu kadar berklemeye tahammül edemem. Alacaksanız alın şu ifadeyi' diyordu. Mahkeme kapısında ölümle pençeleştiği her halinden belliydi. Ama dinleyen, anlayan ypktu. O gün yenilmedi ölüme; fakat zayıf bir bünye bu yorgunluğa, üzüntüye, heyecana, sinir bozucu beklemeye uzun süre direnemezdi. Nitekim direnemedi de…"

"Bugün azılı caniler gibi tutuklanan gazeteciler ve düşünürler yarın beraat edecek olurlarsa, demir parmaklıklar ardında geçirdikleri ızdırap dolu günlerin hesabını kimden soracaklar? Türkiye adliyesini Torquemada'nın engizisyonu haline getirmeye kalkışan Hasan Dinçer bu soruların cevabını vermek zorundadır. Ya adliye koridorlarında can veren Mehmet Ali Ermiş? Hasan Bey sanmasın ki bu olay bir süre sonra unutulup gidecek, ardı arkası takip edilmeyecektir. Hayır! Her kitap toplatmada, yazar, düşünür ve editörler aleyhine her dava açılışında bu olay hafızalara daha köklü olarak yerleşecek ve bu ölümün hesabı ergeç sorulacakır!"

Ne yazık ki tüm bunların hesabı hiçbir zaman sorulamadı. Art arda gelen 1971 ve 1980 faşist askeri darbeleri  temel hak ve özgürlüklerin üzerine daha kalın bir şal attı.

Ermiş'in mahkeme koridorlarında ölümünden Adalet Bakanı Hasan Dinçer'e göre daha fazla sorumlu olan zamanın başbakanı Süleyman Demirel, gün geldi asker anayasasına göre biçimlendirilmiş TC Devleti'nin önce yeniden başbakanı, daha sonra da cumhurbaşkanı oldu. İktidar olur olmaz yaptığı ilk iş de orduyu tekrar devreye sokarak Kürt direnişine ve sol harekete karşı devlet terörünü şiddetlendirmekti.

30'lu yıllardan 80'li yılların sonuna kadar Türkiye solunun başında demoklesin kılıcı gibi duran 141 ve 142. maddeler 12 Nisan 1991'de, Özal iktidarı döneminde, 125, 146 ve 163. maddelerle birlikte kaldırıldıysa da, onun yerine getirilen Terörle Mücadele Kanunu sola ve Kürt direnişine karşı devlet terörünü daha da şiddetlendirdi.

141 ve 142. maddelerin yürürlükten kaldırılmış olmasına rağmen TC Devleti'nin bu maddelere dayanarak İnci'yle bana yaptığı "komünist ve bölücü örgütlenme ve propaganda" suçlamaları, 1983'de vatandaşlıktan atıldığımız halde yıllarca peşimizi bırakmadı.

O kadar ki, vatandaşlıktan atılmamıza karşı Avrupa İnsan Hakları Komisyonu'da açtığımız davada Türk Hükümeti bu kararı savunurken neden olarak da artık yürürlükte olmayan 141 ve 142. maddelere göre formüle edilmiş suçlamaları sıralıyordu.

1991'deki "torba" yasa iptalinden tek kârlı çıkanlar sadece 163. maddeden sık sık başı derde giren islamcılar oldu.

Solcular ve Kürtler yeni Terörle Mücadele Kanunu ile yine baskı altında tutulurken, 163 cenderesinden kurtulan islamcılar kısa zamanda yayın, örgütlenme, eğitim alanlarında ve daha da en önemlisi iş dünyasında tam bir özgürlük içinde iktidar merdiveninin basamaklarını hızla tırmanarak bugün Türkiye'de islamcı-faşist bir devletin temelini atabilecek güce ulaştılar.

Evet, Mehmet Ali Ermiş'in katili ve on yıllar boyu yüzlerce aydının hapislerde çürütülmesinin nedeni olan 141 ve 142. maddeler yıllardır yürürlükte değil…  Ama onların yerini alan TMK, Tayyip iktidarında, Kürt direnişçilerine ve de tüm muhaliflere karşı daha da hunharca uygulanıyor,

15 Temmuz çakma darbe girişimi bahane edilerek arka arkaya çıkartılan KHK'larla Türkiye 783.562 kilometre karelik bir hapishaneye dönüştürüldü… Tayyip'in beş kıtaya dağılmış DOM'ları ve TOM'ları da TMK'lı ve KHK'lı devlet terörünün sürek avı alanları durumunda…

Sözün özü:  Mehmet Ali Ermiş'in katili 142 yok artık, ama katil TMK ve KHK'lar var…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi