Kemalizmin Çocukluk Hastalığı

Ali Sirmen, Türkiye’nin son 60 yıllık siyaset ve gazetecilik macerasını anlatırken, Kemalizm’den ve devletçilikten malül… Gazete içindeki çelişkiler de ideolojik değil kişisel mi?

 


"Türkiye’nin en büyük dramlarından biri, maalesef askerlerinin sivillerinden daha az demokrat olmamalarıdır. Daha doğrusu, sivillerinin askerlerden daha demokrat olmamasıdır" (s.127)

Bu satırlar, "Bir Eski Cumhuriyet İçin – Ali Sirmen Anlatıyor" başlıklı kitaptan.

Ümit Aslanbay’ın gerçekleştirdiği uzun (nehir) söyleşi, İmge Kitabevi’nin "Yakın Tarihimizin Tanıkları" dizisinden çıkmış. (Mayıs 2017- 332. sayfa, Ankara, 1. Baskı).

Sirmen kıdemli bir gazeteci. "Nadir Nadi’nin yazarları" adlı grubun önemli bir mensubu. Bir yazarın, kim olursa olsun patronuna bu kadar yakın olması doğru mu acaba? Hayatında otobüse, dolmuşa binmemiş, pazara çıkmamış bir şahsiyete en küçük bir eleştiri yok mu?  "Au revoir Muğlalılar! Au revoir! ". Keza İlhan Selçuk, sütten çıkmış ak kaşık mıydı? Uğur Mumcu’nun, gazeteci olarak, askeriye ile ilişkileri örnek alınacak bir ilişki miydi?

27 Mayıs 1960’dan 68 Mayıs’ına, Kemalizm-sol ilişkilerinden, Barış Derneği davasına ve mahpusluğa, Cumhuriyet gazetesindeki 1991-92 kırılmasından bugünkü duruma kadar geçen süreçte cereyan eden önemli olayları, Aslanbay’ın soruları çerçevesinde değerlendiriyor Sirmen.

Hem siyasi olarak hem de gazetecilik açısından, özellikle Cumhuriyet gazetesinin yakın geçmişi açısından kitabın bir çok bölümünde sorunlu, tartışmalı konular var.

Öncelikle, nehir söyleşi formatının, böyle bir konu için pek uygun olmadığını saptamak gerek. Çünkü Sirmen zaten içeride dışarıda, düzenli olarak köşe yazan, yazı dizisi yayınlayan bir gazeteci. Oturup kendisi, bir anı kitabı ya da yakın geçmiş üzerine bir inceleme eseri kaleme alsaydı bence daha başarılı ve yararlı olurdu.

Söyleşiyi yapan Aslanbay da eski bir Cumhuriyet çalışanı. Üstelik 1991 kırılmasında İlhan Selçuklarla birlikte yani Ali Sirmen’in safında yer almış bir gazeteci. Dolayısıyla, özellikle Cumhuriyet’deki ayrılık konusunu tartışırlarken, tek yanlı bir şekilde, Hasan Cemal, Okay Gönensin(*) ve Emine Uşaklıgil’in cenahına top atışı yapıyorlar. Aslanbay, sorularından anlaşılacağı üzere, Nadir Nadi, İlhan Selçuk, Uğur Mumcu, 27 Mayıs, 68 Mayıs’ı ve diğer önemli konularda da, Sirmen gibi resmi çizgiyi savunuyor. O zaman kitap, eleştirel perspektiften yoksun, bir Nadir Nadi, İlhan Selçuk, Kemalizm ve 27 Mayıs güzellemesi haline geliyor.

"27 Mayıs kuşağı… ‘Nadir Nadi’nin yazarlarının’(…) Cumhuriyet tarihinin en ‘etkili’ mirasını bıraktıkları tartışmasızdır" (s.13- Ümit Aslanbay’ın Sunuşundan)

68 ya da 78 kuşağı hatta Y kuşağı Türkiye’de nispeten yaygın kullanılan ibareler de, "27 Mayıs Kuşağı" yeni bir nesil mi acaba? Liderleri Cemal Gürsel ya da belki Madanoğlu olsa gerek…

Kitabı ben hem eski bir Cumhuriyet çalışanı hem de medya eleştirisi yapan biri gözüyle okudum.

"Biz 1992’de gazeteye dönerken, Aydın Bey’in de (Aydın Doğan, yn) olmasını, sermaye koymasını savunmuştuk. Uğur da (Mumcu) bu fikirdeydi. Biz böyle bir olayın gazeteyi çizgisinden saptırmayacağını, daha iyi olacağını, sermayenin Cumhuriyet’e öyle istediği gibi davranamayacağını, bunun gazetenin bağımsızlığını da sağlayacağını düşünmüştük." (s.221).

Çok orijinal, yepyeni bir fikir galiba: Gazeteye sermaye girerse bağımsızlık sağlanıyor! Canard Enchainé’den New York Times’a, vakti zamanındaki Le Monde ve Libération’dan bugünkü Guardian ve Tageszeitung’a kadar hepsi yanılmış demek ki!

Sirmen gibi hem siyasi hem de gazetecilik alanında deneyimli bir kalemin, kendi gazetesi içindeki çelişkileri, siyasi, ideolojik ve yayın politikası gibi temel parametrelerin dışında yorumlaması garip:

"Evet, ama bence politik olmaktan çok, Hasan Cemal’in gazeteyi tek başına yönetmek istediğinden oldu bu. Liboşlar takımı, Okay Gönensin, Cengiz Çandar, Şahin Alpay gazeteye hakim olmak, diğerlerini de tasfiye etmek istediler" (s.205)

"Liboşlar takımı" gibi avam bir ibare Sirmen’e yakışmadığı gibi, Çandar’la Alpay, yazarın sözünü ettiği dönemde Cumhuriyet’ten çoktan ayrılmışlardı. Anakronizm.

Sirmen’in gazetecilik ve devlet konusunda da değişik bir yargısı var:

"- Ankara’da gazetecilik neden önemli? Sıcak gazetecilik yapmak, devletten haber almak mı?

-Tabii. Örneğin Altan Öymen…"(s.188)

Nadir Nadi, İlhan Selçuk, Uğur Mumcu ve Ali Sirmen’in Kemalizm takıntısı bütün söyleşiye damgasını vurmuş. Bir çok yerde Sirmen, Kemalizm’le solu birleştirmeye çaba gösteriyor:.

"Cumhuriyet’te o ‘şeker abiler’ dedikleri kadrolar, Kemalist, ulusalcı, aynı zamanda solcu, bence sosyalist, anti-emperyalist bir kadroydu" (s.76).

Sirmen’in önemli bir tespiti daha var:

"Ben Kemalizmi bir ideoloji olarak görmüyorum. Kemalizm bana göre, aydınlanmanın Fransız devriminin, Rönesansın kazanımlarını ilk defa Batı toplumu dışında bir topluma uygulayan bir eylemdir. Bu da ona evrensel bir nitelik kazandırıyor." (s.183).

Bu da çok özgün bir fikir değil mi? Hele 1789’un doğum yerinden değil de, Batı dışından, Hristiyan olmayan bir ülkenin yazarından gelmesi daha da cazip!

Sirmen, Mayıs 68’i Paris’te, Gökşin Sipahioğlu ve Güneş Karabuda’nın yanı sıra (Onu zikretmeyi unutmuş), olay yerinde muhabir olarak izlemiş bir gazeteci. Ne var ki, bu konuda çok önemli çalışmalar yayınlanmış olduğu halde, Sirmen, Mayıs 68’i Fransız Komünist Partisinin eski, dogmatik ve sekter bakışıyla ele alıyor.(s.60)

Yazar, aslında Mayıs 68 öncesi bir sosyal akım olan Hippiliğin tarihini de değiştirip onu 68 Mayıs’ının bir türevi sanıyor.

"Hippi olayı bence 1968’in bir türevidir. Hippiler de 68liler gibi, bir süre düzene karşıtlıklarını sürdürdükten sonra onunla uzlaşıp, kravatlarını takarak, kendilerine biçilen rolü oynamaya koyuldular" (s.61)

Her kitapta bilgi hataları olabilir. Sirmen de konuşurken bazı noktaları hatırlamıyor ya da yanlış hatırlıyor olabilir. Ama bu sözler teybe alınıp çözüldükten sonra önce Aslanbay’ın sonra da kitabın editörünün denetiminden geçmesi gerekirdi. Anlaşılan bu mekanizma işlememiş. Benim saptayabildiklerim:

Galatasaray Lisesine kız öğrenciler, ilk defa 1967’de değil 1965’de girdi (s.32)

Régis Debray, Fransa’da hiçbir zaman Kültür Bakanı olmadı. (s.59)

1930 doğumlu Michel Rocard 68 kuşağından değildi. (s.63)

Sermayeye teslim olmadan, Türkiye’den başka Fransa, Almanya, ABD ve daha bir çok ülkede günlük gazete yayınlandı. (s.185)

Cengiz Çandar ve Şahin Alpay, Cumhuriyet’e girdiklerinde "Yetmez Ama Evet" kampanyası henüz başlamamıştı. (Mine Sirmen, s.201)

Evrensel ve Birgün gazeteleri "ikinci cumhuriyetçilik çizgisini" hiçbir zaman benimsemedi.(s.227)

 

Bugün, 300 küsur sayfalık bir söyleşi kitabında, bir Türk gazeteci, Kürt meselesinden sadece 2-3 yerde (s. 162,164, 227) o da kısaca ve dolaylı olarak söz ediyorsa, konuyu bir soru ile gündeme getirmeyen Aslanbay ile sorulmasa bile bu konuyu açması gereken Sirmen, büyük bir eksikliğe imza atıyor. 

Yazılması, tartışılması gerekli daha başka bir çok nokta var (48 cümlenin altını çizmişim!) ama çok tayin edici konular olmayabilir.

Çetin Altan ve oğullarına yönelik toprak-su karışımı cümleler, (s.195,115)  Aslanbay’ın Doğan Avcıoğlu hakkındaki dedikodusu (s.82) hiç hoş değil.  

Cumhuriyet okurunu ne derece ilgilendirir bilmem ama "gazeteci milletini"  ilgilendiren bir kitap. Akıcı, ilginç, bilmeyenler için bazı yeni bilgiler de var.

Sirmen cezaevi anılarını anlatırken ve yazarken gerçekten yeni/değişik bir perspektif yakalamış. Bir çok mahpusun anılarında olduğu gibi trajik, nahoş, acıklı konular yerine komik, hoş ve sevimli olayları aktarmış. Zamanında gazetede yayınlanmış eski bir cezaevi yazı dizisini kitaba eklemek de iyi olmuş.

Sonuç olarak, bu kitap, ileride Cumhuriyet’in kapsamlı ve eleştirel tarihi yazılırken, üst katta oturan gazetenin Milli Güvenlik Kurulu üyelerinin düşünce ve tutumlarını yansıtması açısından, bence ilginç bir kaynak olabilir.

(*) Bir meslekdaşımız, toprağı bol olsun Okay Gönensin’le de zamanında bir nehir söyleşi yapmış. Umarım yakında yayınlanır. 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi