kimbilir bu gidişin kalıcı olacak mı?

ankara dendiğinde insanın aklına birbirine bayağı zıt iki şey geliyor; devlet kurumsallığı ve sözlerin genelde çift anlamlı olduğu angara havaları. gökçek sanki hep ikincisine yakın oldu.

avrupa birliği bakanı ve başmüzakareci egemen bağış’ın, 16 haziran 2013’te, akp’nin gezi direnişine nispet olarak düzenlediği kazlıçeşme mitingindeki neşesi unutulmaz. çalan müziğe eşlik etmek için, yaşından ve mevkiinden beklenmeyecek bir çeviklikle hopladığı sırada, 20 yaşındaki mehmet ayvalıtaş, 22 yaşındaki abdullah cömert, 26 yaşındaki ethem sarısülük vurularak öldürülmüşlerdi, 19 yaşındaki ali ismail korkmaz, daha sonra ölümüne yol açacak şekilde dövülmüştü. 47 yaşındaki irfan tuna ve 50 yaşındaki zeynep eryaşar aşırı gaza maruz kaldıkları için kalp krizi geçirmişlerdi, ikisi de öldü.

kendinden saymadığı gencecik çocukların, kim olduğunu umursamadığı vatandaşların ölümü karşısında içi kıpırdamadan soğukkanlı durabilmek evrensel bir devlet geleneği ama bir bakanın yerinde duramayacak kadar sevindiğini göstermesi de olacak iş değil. 16 haziran mitingi, akp’nin kendisine oy vermemiş olan –ve gezi’ye katılmış bulunan- herkesi (hani mitinglerde falan "onlar" dedikleri)  her türlü baskıya layık olarak tanımladığı siyasi çizgisinin köşetaşlarındandır. kendi gidişatı açısından başarılı, ülke açısından son derece tehlikeli olan bu politikanın bölücü olduğunu söylemek haksızlık olmaz.  iktidarın, zaten sayıca kalabalık olan ve devletin de desteğiyle güçlenen "biz"i git gide daha fazla, "onlar"a karşı ne istese yapabileceğine inanıyor, yapıyor.

egemen bağış’ın adını en son, harbiye açıkhava tiyatrosu’nda erol evgin’in verdiği konseri izlerken, kamera kendisini gösterdiği sırada yuhalanması üzerine duydum. açıkçası bu da her siyasetçiye nasip olacak şey değil.

kamuoyu nezdinde bağış’ın ikizlerinden biri şüphesiz melih gökçek. ve onun da uzun yıllar boyunca unutulacağını sanmıyorum. hani ankara dendiğinde insanın aklına birbirine bayağı zıt iki şey geliyor; biri devlet kurumsallığı, diğeriyse, sözleri genelde çift anlamlı olan, eşlik etmesi zor ama dinlenmeyecek kadar da kötü icra edilen angara havaları. gökçek sanki hep ikincisine yakın oldu. örneğin sosyal medyadaki politikacılar arasında mahalle kahvesi tarzı tartışmanın öncülerinden; bu konuda onun kadar cüretkâr olabilmiş azdır. hakkındaki yolsuzluk iddialarının sayısı konusunda bir şey diyemeyeceğim çünkü o alanda rakibi çok. ama şunu unutmamak gerek, gökçek hiç yalnız olmadı. bunu zihniyetinin yaygınlığı anlamında söylemiyorum, son seçime kadar ankaralı seçmenler  ve her zaman partisi ve reisi yanında oldu.

malum, onun görevden alınacağına ilişkin rivayetler "beton kadir" lakabını bileğinin hakkıyla elde eden kadir topbaş’ınkinden bile daha fazla sevinç yarattı. bunun üzerinde biraz durabiliriz diye düşünüyorum.

son kez belediye başkanı olduğu seçimde, mansur  yavaş’ın ondan daha fazla oy aldığına ilişkin çok fazla veri, en azından güçlü iddialar var. ama şaibeli bile olsa bir seçim sonucunda bir göreve gelmiş insanların cumhurbaşkanının kararıyla görevden alınması, geçmekte olduğumuz süreçte yeni bir nokta.

iktidar artık seçtikleri belediye başkanlarını görevden alıp belediyelere kayyım atadığı kürt halkının iradesine el koymakla yetinmiyor. aynı şeyi kendi seçmenlerine de yapıyor. çünkü –ister çoğunluk ister azınlık olsun- gökçek’i –ve diğer akp’li belediye başkanlarını- seçenler, bizzat iktidar partisine oy vermiş insanlar. bu bence yeni bir dönemin habercisi. tek bir kişinin bütün atamaları yapacağı, bütün kararları vereceği, -ister genel ister yerel- seçimlerin bir teferruat haline geldiği/geleceği aşamanın eşiğindeyiz.

tayyip erdoğan, "beraber yürüdük biz bu yollarda" şarkısını çok sever malum. gerçekten de bir siyasal parti, seçmenleri, yönetim kadroları, medyası ve entelektüelleriyle aynı yolda yürüyen bir kervan gibidir. ama akp açısından "beraber yürüme" git gide daha fazla sadece seçmenleri kasteder bir hal aldı çünkü birlikte yola çıktığı insanları teker teker geride bırakarak ilerliyor erdoğan.  diğer yandan, sayıları artan başdanışmanlarıyla kurduğu sistemin vezirlerle bir ortak akıl oluşturan padişahlarınkini andırdığı, en azından osmanlı’yla ilgili popüler anlatılardan ilham aldığı açık. akp’ye oy veren ve siyaseti yaşam koşullarını iyileştirecek bir araç değil bir taraftarlık imkânı olarak gören, her gün bin alanda ezilirken siyasette güçlünün yanında olmayı tercih eden seçmeni bu gidişattan hoşnut bile olabilir. ama ne bağış ve dönem arkadaşlarının ne de belediye başkanlarının geride bırakılması, siyasetin o berbat olağan akışına bile uygun değil. gökçek giderse sevinmek, başta ankaralılar olmak üzere bütün türkiye’nin hakkı tabii. ama seçimleri merkeze alan stratejilerin "tek adam rejimi"ne karşı, o rejim altında etkili ve anlamlı olamayacağını görmek de boynumuzun borcu. bağışlar, gökçekler gelir geçer, bizse hep o adamla ve o şarkıyla baş başa kalacağız.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi