̛Muncusun…Mancusun…Soykırımın acılı beldeleri

Ermeni ve Rum kiliselerinden harabe halinde de olsa ayakta kalabilenleri islami talandan korumak islamofobi değil, ülkenin tarihine, halkların anısına saygının gereğidir

Geçen hafta Osmanlı ve TC dönemlerinde işlenmiş toplu cürümler konusunda da adalet aranmasını istediğim yazıyı tam da Artıgerçek’e iletmiştim ki geç vakit ekrana Hrant Dink Vakfı’nın yayımladığı Ermeni ve Rum kültür varlıklarıyla Kayseri adlı 262 sayfalık bir akademik çalışmanın pdf’i düştü.

Ermeni ve Kayseri isimlerini yan yana görünce her işi bir yana bırakıp derhal bu belgeyi büyük bir açlıkla okumaya koyuldum. Okuduklarım beni yetmiş yıl önceki çocukluk günlerime sürükledi. Hele hele kitapta yer alan bir tabloyla yüzyüze geldiğimde boğazımda bir şeyler düğümlendi, gözlerim buğulandı.

Tablo Kayseri İli’nin Kocasinan İlçesi’ne bağlı Güneşli Köyü’nde Ermeni soykırımından önce mevcut olan 7 kilise, 1 şapel, 2 manastır, 2 okul ve 1 mezarlığın koordinatlarını gösteriyordu. Bunların hiçbiri artık o coğrafyada ismen ve cismen yoktu!

Bugün Güneşli Köyü olarak bilinen köyün asıl adı Muncusun ve ben 1944 yılında bu köyde ilkokulu okurken adı hâlâ Muncusun’du. Anlaşılan daha sonraki yıllarda tüm Ermeni, Rum ve Kürt yer isimleri Türkçeleştirildiğinde Muncusun da bu inkarcı uygulamadan nasibini almış,

2010’da yazdığım anılarımda 2. Dünya Savaşı yıllarını anlatırken Muncusun’un Ermeniliği üzerine verebildiğim bilgiler şunlardı:

Muncusun günlerinin belleğimde bıraktığı bir imaj, köyün tek Ermenisi Karabet’ti. Ailesi falan da yoktu Karabet’in. Köyde tek başına yaşıyor, ufak tefek işler yaparak geçiniyordu. Köy nüfusunun hemen tamamı, Balkan göçlerinden sonra oraya yerleştirilmiş Rumeli muhacirleriydi. Bu muhacirlerden önce Muncusun’da kimler oturmuştu, şimdi nerelerdeydiler? Bunlar asla konuşulmuyordu. Karabet’in neyin nesi olduğu da en azından biz çocuklar arasında bilinmiyordu. Bildiğimiz tek şey, şakacı, espirili bir adam olan ezik kavruk Karabet’in tüm köylüler tarafından çok sevildiği, hatta büyük saygı gördüğüydü.

Civardaki köylerde, kasabalarda da tek tük Ermeni bulunduğu söyleniyordu. Ama onların da nereden geldikleri ya da neyin kalıntısı oldukları asla konuşulmuyordu.

Daha sonraki yıllarda öğrenebilecektim Karabet’lerin, Kayseri Ermeni’lerinin dramını. Çünkü Kayseri, soykırımlar öncesi Ermeni anayurdunun önemli bir bölgesiydi.

O kadar ki, milliyetçilerimizin ‘büyük Türk mimarı’ diye övündükleri Mimar Sinan da, birçok değerli sanatçı ve bilimadamı gibi Ermeni kökenliydi. 1489 yılında Kayseri’nin Ağırnas Köyü’nde doğmuştu ve asıl adı Armen’di.

Kayseri’deki Ermeni nüfusunun tasfiyesi 1895’te Hamidiye Alayları’nın saldırısıyla başlamıştı. Örneğin dünyada Oscar Banker adıyla tanınan ünlü mucit Asadur Sarafyan Hamidiye Alayları’nın cankırımından kurtulabilmiş Muncusun’lu bir Ermeni ailesinin çocuğudur.

Erciyes eteklerinin o 1944 karakışı tabii hep dondurucu soğuk, savaşın getirdiği yoksulluk ve de dramatik insan ilişkilerinden ibaret değildi. Ömrümce unutamayacağım güzellikler de vardı.

Mart ayında karların eriyip yamaçlarda buzları yararak Sibelius’un En Saga‘sına özgü coşkulu bir ses cümbüşüyle billur gibi akan dereciklere dönüştüğü günler... Günlük derslerimiz bitince çılgınlar gibi bu yamaçlara tırmanıp susuzluğumuzu billur suların serinliğinde gidermek, sonra sustalılarımızla kardelenleri ve çiğdemleri köklemek…

Koyunlar kuzuladığında ağız denilen o ilk sağılmış sütü tadabilmek için ağılda nöbete yatmak…

Ve de yine Mart ya da Nisan ayında soğan kabuğuyla kaynatılıp kırmızıya boyanmış yumurtaları tokuşturmak…

Yumurta boyamak… Paskalya Yortusu ritüellerinden... Belki de Muncusun’dan sürgün edilmiş köyün asıl sahibi Ermeni’lerden kalan Karabet dışındaki tek anı…"

HRANT DİNK VAKFI’NIN SOYKIRIMIN TANINMASINA BÜYÜK KATKISI

Hrant Dink Vakfı’nın tarihsel belgesini okudukça kendimi de sorguluyordum. Evet, kiliseleri, okulları, manastırları ve de mezarlığıyla bu denli Ermeni olan Muncusun’da, çocuk yaşta da olsam, üzerinde haç ya da Ermenice yazılar olan hiçbir harabe, hiçbir taş dikkatimi çekmemiş miydi ?

Ya da o zaman dikkatimi çekmiş olsa bile, her gün okulda "Türk’üm, Doğruyum" diye ant içip varlığını Türk varlığına emanet etmek zorunda tutulan çocuklar olarak bu konuda gözlerimize mil mi çekilmişti ?

Ya o yıllar sokaklarında az taban tepmediğim, bağlarında bahçelerinde binbir çeşit üzüm, kiraz, kayısı, şeftali, ceviz tattığım bir zamanların o eski Ermeni köyleri: Gesi ve de ismi Muncusun’la kafiyeli Mancusun.

Onlarca kilise, okul, manastır… Evet Ermeniler ve Rumlar tarih boyu oralarda vardılar, ama Osmanlı’nın ve TC’nin vahşi soykırımından sonra büyük bölümüyle artık yoktular.

Yine de hala ayakta kalabilen Ermeni yapılarının harap ve bakımsız görüntülerine kitapta geniş yer verilmiş. Benim Muncusun’umdan sadece bir fotoğraf ve de hüzün verici bir resimaltı: "Kocasinan’ın Güneli mahallesinde (Muncusun Köyü’nde) bulunan Ermeni kilisesinin yalnızca apsisi ayakta kalmış."

Ola ki arkadaşlarla saklambaç oynarken bu apside saklanmışızdır, ama bir kilise kalıntısı olduğunu bilmeden, bir zamanlar burada ayinler yapıldığını, gençlerin evlendirildiğini, bebeklerin vaftiz edildiğini asla bilemeden...

Araştırmacılar söze "Bir zamanlar Kayseri’de, Ermeniler ve Rumlar, birbirine yakın nüfuslarıyla, bölge demografisinin ayrılmaz bir parçasını oluşturan iki gayrimüslim etnik-dinî topluluktu" diye girdikten sonra binbir zahmetle ulaşabildikleri ve göznuru dökerek deşifre ettikleri kaynakları veriyorlar:

"Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nin yanı sıra birincil ve ikincil yazılı kaynaklar kullanıldı. İkincil kaynaklar arasında şunlar bulunuyor: Fransız coğrafyacı Vital Cuinet’nin, 19. yüzyılın son döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nu konu alan araştırması; Türkiye Ermenileri Patrikliği tarafından 1912-1913’te, Adliye ve Mezahib Nezareti’ne sunulmak üzere oluşturulan, Aram Khaçaduri Safrastyan’ın derleyip yayına hazırladığı ve Zakarya Mildanoğlu’nun Ermeniceden Türkçeye çevirdiği, Ermeni kiliseleri ve manastırları listesi; Atina’daki Mikrasiatis Anadolu Rum Vakfı’nın yayımladığı, 1912 yılındaki kiliseler miras envanteri; Agos gazetesinin arşivleri; İngiliz seyyah ve jeolog William Ainsworth’ün 1841’de yayımlanan gezi raporları; Osman Köker’in, Calumeno Koleksiyonu’ndan derleyerek yayımladığı, 20. yüzyıl başında Türkiye’deki Ermenilerin yaşamından kesitler sunan kartpostallar. "

ERMENİ VE RUM KİLİSELERİNİN SON İZLERİ DE TEHDİT ALTINDA

Saygıyla karşılanması gereken eserin sonundaki mesaj ise ciddi bir alarm niteliğinde:

"Bu kitapta sonuçları sunulan envanter oluşturma ve yerinde inceleme süreci, yapıların nasıl korkutucu bir hızla yok olduğuna, dönüşü olmayan hasarlara ve unutturma süreçlerine maruz kaldığına da işaret ediyor. Özellikle görsel kaynaklar kullanılarak iz sürüldüğünde, yapıların büyük bir kısmının tanınmaz hale geldiği ya da tamamen yok olduğu ortaya çıkıyor.

Bu kitapta yer alan görsel ve istatistiki bilgiler, Kayseri’nin Ermeni ve Rum taşınmaz kamusal kültürel mirasının 2015’te çekilmiş bir fotoğrafı olarak değerlendirilmeli.

Bu çalışma, hızla tahribata uğrayan ve yok olan söz konusu kültür varlıklarının bundan sonra görebileceği hasarın boyutunu anlamak için kullanılabilecek bir ölçüt ve uyarı niteliği de taşıyor.»

Nasıl taşımasın ki, tam da bu değerli çalışmayı dijital arşivime yerleştirirken, 8 Ağustos 2017’de bir haber düştü ekrana :

Muhalif milletvekillerinin Meclis’e verdikleri önergelere göre Van’ın Edremit İlçesi’nde belediyeye atanan Kayyum’un talimatıyla Ermeni mezarlığının bulunduğu alana da plaj ve umumi tuvalet yaptırtılmış…

Sadece o mu ? Aynı gün Sputnik Ajansı bildiriyor :

Van’ın Yukarı Bakraçlı köyünde bulunan 7. Yüzyılda inşa edilmiş tarihi Varagavank Manastırı (Yedi Kilise) yok olma tehlikesiyle karşı karşıya… Yedi kiliseden oluşan manastır 1915 Ermeni Soykırımı’ndan sonra büyük hasar görmüş, 1960’lı yıllarda ise dönemin valisi tarafından bazı kısımları yıktırılmıştı. Manastırın duvarlarından sökülen taşlar köydeki caminin ya da evlerin yapımında kullanıldı.»

Ülkenin dağını taşını camilerle donatarak ve de İstanbul’da Cami ül Ezher’e rakip islam üniversitesi kurarak sünni müslümanlığın cihanşümul liderliğine oynayan Tayyip saltanatından daha fazlası da beklenir.

Sadece Türkiye’deki kiliseleri camileştirmek mi ?

Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan daha 8 Ekim 2014’te müjdeyi vermişti:

Batı'da, özellikle de Avrupa'da Hıristiyanlık bitti. Anayurdunda Hıristiyanlığın yerinde yeller esiyor. Avrupa'da kiliseler kapanıyor ve ardarda cami oluyor. Avrupalıların İslâm'dan ürkmelerinin, giderek nefret etmelerinin en önemli nedenlerinden biri bu: Avrupa'da bile Hıristiyanlık neredeyse silinirken, bütün aleyhte propagandalara, İslamofobi heyulasına rağmen İslâm hızla yayılıyor."

Şaşırtıcı değil… Yıllardır mektup postaladığım Brüksel’deki büyük bir postahanenin yanıbaşında iki yıl öncesine dek penceresindeki koskocaman haçıyla bir kilise yükselirdi… Müdavim yokluğundan bina satışa çıkartıldı, Nurcular satın aldı, şimdi orası islam medresesi…

İbadet edenleri gittikçe azalan kiliselerin özellikle Hollanda’da ardarda satışa çıkartılmakta olduğu cümlenin malumu… Bu kilise hiyerarşisinin bileceği iş…

Ama Türkiye’de soykırım sonrası çoğu yokedilmiş Ermeni ve Rum kiliselerinden harabe halinde de olsa ayakta kalabilenleri islami talandan korumak islamofobi değil, ülkenin tarihine, o topraklarda uygarlıklar kurmuş halkların anısına saygının gereği.

Geçen yazıda laikliğe sahip çıkmanın yaşamsal öneminden bahsetmiştim. İslamizme tavizlerle dolu bir laiklik değil, müslüman kadar hristiyanın da, musevinin de, dinsiz ya da allahsızın da özgür ve eşit haklarla yaşamasını güvence altına alan bir laiklik!

Tekrarlıyor ve zamanında geçmişini tanıyamadığım ve tanıyamamanın acısını yıllarca sonra çektiğim o çileli beldelere sesleniyorum:

Ermeni’lerin Muncusun’u, Ermeni‘lerin Mancusun’u, Ermeni’lerin Gesi’si… 73 yıllık özlemimle selam sizlere…

 

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi