Ne oluyor?

Sorunlar öncelikli olarak dış politikaya ilişkin görünmekle birlikte aslında mesele tamamen, evet tamamen iç politika meselesidir.

ABD ile vize krizi zincirin son halkası oldu galiba.

"Son halka" tabiri şimdilik kaydını içeriyor, başka hamleler gelebilir, hiç şaşmayalım.

Türkiye Devletinin de karşı hamleleri olabilir, buna da hiç şaşmayalım.

Son cümlemde "Türkiye Devleti" ifadesini kullanıyorum zira bu konularda Türkiye ifadesini fazla kapsayıcı buluyorum, Türkiye şapkası altına bu kararlara katılmayan unsurlar da dahil olabilirler ve de zaten öyle.

ABD ile yaşanan vize krizi bir sürecin parçası.

Almanya ile büyük sorunlar yaşıyor Türkiye Devleti.

Hollanda, Fransa gibi ülkelerle de arası şahane değil Türkiye Devletinin.

Belki de en önemlisi, Avrupa Birliği’nin tüzel kişiliği ile de Devletin arası çok kötü.

AKPM ile de işler limoni.

Tüm bu olan bitenin serinkanlı bir analizi gerekiyor.

Bu konuda serinkanlı analizlerde de rivayet muhtelif, ben de aklıma en yatkın gelenini sunacağım.

Üstelik bu sunuşum ilk de olmayacak ama maalesef bu alanda bir mesafe kaydedemiyoruz, ben de mükerrer görüşler yayınlamak durumunda kalıyorum.

Başlıktaki "Ne oluyor?" ifadesinin altını doldurmak lazım.

Türkiye batı sisteminin hukuki, ekonomik, siyasi ve askeri bir parçası.

Hukuki çünkü, başka şeylerin de yanı sıra, AİHM’in yargı yetkisini kabul etmiş.

Ekonomik çünkü, yine başka bağlantıların yanında, AB ile tam üyelik müzakereleri yürütüyoruz, OECD üyesi bir ülkeyiz.

Siyasi, çünkü Avrupa Konseyi’nin kurucu üyesiyiz, Paris şartının (AGİT) altında imzamız var.

Askeri çünkü NATO üyesiyiz.

Bu ilişkiler bütünü, AİHM, AB, AGİT, OECD, NATO sadece bir biçimde atılmış bir imzalar silsilesi değil.

Bu siyasi, hukuki, iktisadi, askeri aidiyetler bir değerler sisteminin parçası da olmak demek.

Bu değerler sistemi illaki de mutlak bir homojenleşme de demek değil ama bunun da bir sınırı var.

Eski bir benzetme ile, iki kere iki dört değil ama belki dört buçuk edebilir bazı ortamlarda, bazı şartlarda ama iki kere iki asla yirmi iki de etmez.

Türkiye ise son senelerde bu değerler sisteminin içinde kalmakla birlikte ısrarla iki kere iki yüz yirmi iki eder, etmeli diyebilmektedir.

Sorun da tam buradan kaynaklanmaktadır.

Aynı sistemin içinde yaşadığımız başkaları da iki kere ikinin yüz yirmi iki ettiği iddiasını çok rahatsız edici bulmaktadırlar.

İki kere iki dört buçuk eder iddiasını bir dizi jeopolitik gerekçe ile (Irak, Suriye, göç, vs.)  sineye çekmeye razı ülkeler artık yavaş yavaş iki kere iki yüz yirmi iki etmeli diyenlerle aynı matematik dünyada yaşayamayacaklarını ima etmektedirler.

Anlayana sivrisinek saz.

Devlet şapkası dışında yaşayan vatandaşların durumu ne olacak bu ortamda?

İşte siyasi tercih burada devreye girmektedir.

Sorunlar öncelikli olarak dış politikaya ilişkin görünmekle birlikte aslında mesele tamamen, evet tamamen iç politika meselesidir.

Dış politika tercih ya da sorunları tamamen iç politika pozisyonlarının dış projeksiyonudur.

Tersi de çok büyük ölçüde yine doğrudur.

İçeride çok özgürlükçü bir demokratik ortam ama dış politikada Şanghay Beşlisi uyumsuzdur.

Anayasa Mahkemeniz on beş aydır tutuklu gazeteci, yazar ve öğretim üyeleri için bir karar üretemiyorsa bu durum Avrupa Konseyi için iki kere ikinin üç yüz yirmi iki (2x2=322) etmesi demektir ve kabulü kolay değildir.

Sorgusuz, sualsiz, savunmasız şartlarda yüz elli bin kamu çalışanının görevine KHK’larla son verilmiş olması 2x2=422 demek olabilir medeni hukuk devletleri dünyası için.

TBMM’nin üçüncü partisinin başkanı, eşbaşkanı ve milletvekillerinin hapiste olması yine medeni hukuk devletleri dünyası için 2x2= 822 demektir.

Bir NATO üyesi devletin ordusunun Çin’den, Rusya’dan füze almaya kalkışmasının, Şanghay Beşlisi gibi saçma sapan laflar etmesinin ise yine medeni hukuk devletlerinin çarpım tablosunda karşılığı bile yoktur.

Türkiye Devletinin yapması gereken bellidir.

NATO, AB, Avrupa Konseyi, AİHM, OECD, AGİT dünyasında kalınacak ise iki kere iki dört edecektir; dört buçuk ederse biraz tuhaf olur ama çok büyük kriz de çıkmayabilir.

Türkiye Devleti bu sistemin dışına da çıkmak isteyebilir, bu adımını dürüst bir biçimde atarsa ben bir vatandaş olarak sonuna kadar karşı çıkarım ama bugüne oranla bu hamleyi, Türkiye’nin batıdan kopması hamlesini, Trexit diyebiliriz muhtemelen, daha tutarlı ve dürüst bulurum.

Daha tutarlı zira Türkiye Devletinin gözünü diktiği, işbirlikleri aradığı ortamlarda, Katar, Azerbaycan, vs. zaten iki kere iki dokuz yüz yirmi iki ediyor.

Bizim Devlet de öyle istemiyor mu zaten?

Ben İstanbul’da doğmuş, büyümüş, yaşamış biriyim.

Batılı değilim ama batıcıyım.

Benim matematik değerler sistemimde iki kere iki dört ediyor.

Gazeteciler, yazarlar, öğretim üyeleri yazdıkları, konuştukları nedeniyle on beş ay tutuklu kalamaz.

Gerekçesiz, savunmasız yüz altmış bin kamu çalışanı, altı bini üniversite öğretim elemanı, işten KHK’larla atılamaz.

Anayasa Mahkemesi ise yerli ve milli hukuktan değil evrensel hukuktan yanadır benim matematik değerler sistemimde.

Ekranlarda bir Cumhurbaşkanı bir profesörün çok normal bir görüşü hakkında ağza alınamayacak laflar edemez, öğrencileri hocaya karşı kışkırtamaz.

İnternetten Çarşamba akşamı (11 Ekim 2017) CNN’de yayınlanan Ahu Özyurt’un yönettiği programı, çıkan kavgayı, iki profesörün (!!!) kişisel görüşlerini açıklayan, Türkiye’nin hızla bir Ortadoğu ülkesi haline geldiğini söyleyen bir başka profesöre "senin kökenin ne?" gibi (muhtemelen ermeni göndermesi yapıyorlar) çok çirkin laflar edebildiği programı mutlaka izleyin.

Sonra da yine internete "Erdoğan’ın kızdığı profesör" yazın ve valiler toplantısında (12 Ekim 2017) Sayın Cumhurbaşkanının konuşmasını ve yaşanan asrın devlet-üniversite skandalını da izleyin.

Çok da merak ediyorum, bu skandal karşısında YÖK Başkanı, İstanbul Üniversitesi Rektörü, İ.Ü. Hukuk Fakültesi Dekanı ağızlarını açabilecekler mi?

Ağızlarını açamıyorlarsa istifa etmeleri beklenmez mi?

Benim de hala çok saf beklentilerim var galiba değil mi?

Bir laf vardı bir zamanlar, şimdi pek işitmiyoruz, ama AYM tamamen unutmuş galiba: "Üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü" (kimin lafıydı bu?).

Dünün üstünü kim idi, bugünün üstünü kim?

KHK’lar, Anayasa Mahkemesinin kahredici sessizliği üstünlerin hukuku mu, hukukun üstünlüğü mü?

Yazıyı başladığımız gibi bitirelim.

CHP yetkilileri, eski diplomatlarımız ABD vize kararını kabul edilemez bulmuşlar.

Doğrudur, bu karar kabul edilemez ama ABD’nin vize kararı sadece bir vize kararı da değildir, çok daha fazla bir şeydir, bunu da unutmayalım.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi